Bir zamanlar bir tanıdığım rüyalarını uyandığı ilk anda hatırlayıp bir deftere not etmeye başladığını söylemişti. Sonrasında geriye dönüp okumaya başladığında kendisine bilinçaltıyla ilgili önemli ayrıntılar verdiğini, bazı rüyaların yıl içerisinde tekrar ettiğini anlatmıştı. Benim bir türlü beceremediğim bu rüyaları yazmak eyleminin bence en iyisi tanıştığım anda Dino Buzzati oldu. Öyküleri her bir gecenin bekçisi gibi.
İlk olarak 1958 yılında İtalyanca Sessanta racconti başlığıyla gerçek hayata kavuşan kitabıyla Dino Buzzati, bir İtalyan okurunun yorumunda gördüğüm şu önadı da kazanmış: Kayıp günlerin ve gündelik yaşamın doğasında var olan yaşama hastalığının şarkıcısı. Şimdilerde Esma Fethiye Güçlü’nün çevirisiyle Dino Buzzati’nin Altmış Öykü’sü Timaş Yayınları tarafından yayımlandı.
Zor bir öykü okuru olduğumu düşünüyorum. Öykülerin içerisinde hep bir mesaj, bir toplumsal olay, bir siyasi durum görmekten hoşlanamıyorum. Bunların daima iyi bir kalemle yazılması gerektiğini savunuyorum. İyi bir kalemden kastım, bilindik bir yazar değil etraflıca araştırılıp bütünüyle konuya hâkim olabilen bir elden çıkması. Dino Buzzati bunların her birinin altın oranda karışımı gibi. Hiç öykü okumak istemediğim bir anda karşıma çıksa dahi mutlaka kendime katacağım bir bölüm yazmış olduğuna emin olduğum ve öyküsünü okumak için cesur hissettiğim nadide yazarlardan biri.
Altmış Öykü adlı kitabında otuz üç öyküye yer veriyor Dino Buzzati. Kitabın içerisindeki bu kalabalık ekibin her birine değinmem mümkün değil fakat çok sevdiği birkaç öyküyü işaretledim anlatmak için. Böylece belki Dino Buzzati ile ilk defa tanışacak olan okurlarına Buzzati’nin beyin kıvrımları içerisinde olgunlaşan bu öykülerin geçtiği yolları tanıtmış da olurum.
Bu öykülerden ilki kitabın üçüncü öyküsü de olan Yedi Kat. Konuştuğum insanlar arasında da açık ara en beğenilen öykünün bu olduğunu gördüm. Herkese hitap edebilen bir öykü olduğunu söyleyebiliriz bu sebeple. Giuseppe Corte, ufak bir rahatsızlığı sebebiyle yedi katlı bir kliniğe gider. Kliniğin yedi katlı olmasının bir anlamı vardır. Burada insanlar hastalığın ciddiyetine göre katlara yerleştiriliyorlardır. Hafif belirtiler gösteren Corte gibi insanlar yedinci katta istirahat ederek, takviyeler alarak iyileşmekte ve çabucak taburcu edilmektedir. Bu anlamda yedi katlı bir klinik canlandırmak bana Olga Tokarzcuk’un Empusyon’unu ve Knut Hamsun’un Son Bölüm’ünü hatırlattı. İkisi de rahatsızlık sebebiyle bir araya toplanan insanların sağlık merkezi içerisindeki değişimlerine yer veriyordu. Dino Buzzati de yalnızca hafif belirtiler gösteren Corte’nin klinikten kaynaklı bir problemden dolayı geçici bir süre altıncı katta kalması konusunda hemşirelerin ricasını kırmak istememesi ile başlar ve umutsuz vakaların bulunduğu birinci kata kadar düşüşünü anlatarak bir nevi klinik içerisindeki psikolojik şiddeti göstermeye çalışır bana göre. Zira Corte, kliniğe geldiği ilk günlerde bahçede gezinirken umutsuz vakaların ve ölü hastaların bulunduğu birinci katın pencerelerinin önünden geçerken o katta olmanın, o duruma gelmenin nasıl bir his taşıdığına olan merakının farkına varır. Vücudunun bir bölümünde başlayan egzamayı çözmek için her seferinde daha iyi bir sisteme ulaşabilmek adına indirildiği katların ardından kendini birinci katta bulduğu ve perdelerinin kapatıldığı o ana kadar geçirdiği yolculuk adeta bir serüven filmi gibiydi. Kalbimi sıkıştıran ve yok yere, hasta olmadığı söylendiği halde düzeltilemeyen bu yokuş aşağı süregelen problem bana bir yandan da tanıdık geldi yaşadığım hayattan. “Altı kat, altı korkunç duvar, biçimsel bir hata yüzünden öyle geliyor olsa da Giuseppe Corte’nin üstüne korkunç ağırlıklarıyla çöküyordu. Bu uçurumun kenarına tekrar tırmanabilmesi için kaç yıl -evet, gerçekten de yıllar sürecekti bu- geçmesi gerekiyordu?”
İkinci sevdiğim öykü, kitabın altıncı öyküsü olan Pelerin. Yalnızca ana karakter Giovanni’nin bütün bir öykü boyunca sırtında taşıdığı pelerini mercek altına alıyormuş gibi gözüken fakat itiraf ediyorum kalbimin bir parçasını acımasızca koparan ardında beni sızısıyla baş başa bırakan öyküsü oldu. Askeriyeden sırtında pelerini ile çıkan ve uzun zamandır uğramadığı ana evine uğrayan Giovanni annesinin ısrarlarına rağmen evde kalmayı reddederek yalnızca vedalaşmaya geldiği söyler. Annesinin ilk ısrarı “Ne olur kal!” olur, bir diğeri de “Oğlum, çıkar şu pelerinini!” Oğlu ikisini de yapmaz. Gitmekte ve pelerini giymekte ısrar eder. Annesi oğlu tam kapıdan çıkarken pelerinin açılmasıyla üzerindeki kanı görür. Oğlu ise aşağıda kendisini bekleyen o kişiyi daha fazla bekletmemek için acele eder. Öykünün sonunda Dino Buzzati’nin hayran olduğum o kıvrımlı yollarından birinde yürüdüğümün farkına vardım. “Pelerinin manasını, oğlunun üzüntüsünü, daha da önemlisi sokakta volta atarak oğlunu bekleyen fazlasıyla sabırlı o uğursuz, gizemli kişinin kim olduğunu anlamıştı. Dünyanın efendisi, öyle şefkatli ve sabırlıydı ki Giovanni’yi (sonsuza dek alıp götürmeden önce) annesine veda edebilsin diye eski eve getirmiş; kapının ardında, tozlu yolda aç bir dilenci gibi dakikalarca beklemişti.”
Üçüncü ve anlatacağım son öykü C’yle Başlayan Bir Şey. Kendisini iyi hissetmediği için yıllardır tanışık olduğu doktoru Lugosi’yi çağırarak testlerini yaptıran kereste tüccarı Cristoforo Schroder, ertesi gün kendisini iyi hissetmesine rağmen doktoru ve bu defa yanında bir misafir de getiren Don Valerio Melito’yu ağırlar. Melito tüccarı yağmurlu bir gecede virajı alamayıp yoldan çıktığı o ana döndürmek konusunda ısrarlı davranır. Tekerleklerden birinin yola fırlamasıyla arabayı bir türlü itmeyi beceremeyen tüccara o gece garip bir adamın yardım ettiğine şahit olduğunu söyleyen Melito, o adamın aynı zamanda c ile başlayan bir şey olduğunu söyler. Cellat mı? Casus mu? Hayır, hiçbiri değil. Bu garip adamın cüzzamlı olduğu bu sebeple kendisine yardım etmesi için kolundan tutup getirdiği sırada kendisine de cüzzam bulaştırdığı gerçeği ortaya çıkar. Aynı zamanda kendisini sorguya çeken beli silahlı misafir Melito’nun belediye başkanı olduğu da… Melito, cüzzamlı bir vatandaşına yardımcı olmak yerine aykırı bir çözüm bulur. Boynuna bir çan takarak bu köyden arkasına bakmadan gitmesini emreder. Geride bıraktığı tüm eşyaları da kıyafetleriyle birlikte yakacaktır.
Dino Buzzati’nin öyküleri okuru her anlamda tatmin edecek düzeyde. Kitabı bitirdiğim günün gecesini öyle yoğun düşüncelerle geçirdikten sonra diğer okurların yorumlarına vakit ayırdığım o sabah kendi iç hesaplaşmasına bizi dahil eden bir okurun son cümlelerinde takılıp kaldım. Sanki bunca anlatımı ben yapmamışım gibi Altmış Öykü’yü yalnızca o cümlelerle hatırlamak ve anmak isteğiyle yazıma son veriyorum:
“Sevgili Tanrım, dünyayı temizlemek için elini gökyüzüne kaldırman faydasızdır: iradeni inkâr etme ve ölümün ve şeytanın, saklamakta çok usta olduğumuz iyiliğin bir kısmını yeniden keşfetmek için bizi kötülüğü kucaklamaya zorladığını kabul et.”
edebiyathaber.net (3 Eylül 2024)