Ünlü çizgi kahraman Kötü Kedi Şerafettin’in animasyon filmi nihayet bitti ama sinemalarda izlemek için bir sene daha bekleyeceğiz.
Şerafettin’in çizeri Bülent Üstün, “Animasyonsa çocuklar içindir diyorlar, baştan söyleyeyim bu bir çocuk filmi değil kesinlikle çocuklarınızla gelmeyin” diyor.
‘Kötü Kedi Şerafettin’ 1996 yılında aylık mizah ve çizgi roman dergisi Lemanyak’ta başladı. Karikatürist Bülent Üstün “onunla büyüdüm” dediği gerçek kedisi Şerafettin’i çizdiğini söyledi.
Cihangir’de yaşayan, belalı, argo konuşan ve elinden şarabı düşmeyen bir kahraman olan “Kötü Kedi Şerafettin”in babası Tonguç ve oğlu Tacettin ile maceralarını yıllarca dergi sayfalarında okuduk.
Sinema için animasyon filmi yapıldığı yıllardır biliniyordu ama bir türlü bitirilemedi. “Konuşma Balonu” söyleşileri için buluştuğumuz Bülent Üstün filmin bittiği müjdesini verdi ama sinemalarda izlemek için bir sene daha bekleyeceğiz.
Üstün, “Bizim memleket talihsizliği şu; “animasyonsa çocuklar içindir” diyorlar. Baştan söyleyeyim, bu bir çocuk filmi değil; kesinlikle çocukla falan gitmeyin” diyor.
‘Kötü Kedi Şerafettin’ okurları yıllardır sinema filmini bekliyor. Ne durumda film projesi?
“Kötü Kedi Şerafettin”in film fikri daha 1996’da ikinci macerayı çizdiğim zaman “Abi bunun filmini yapalım” kafasına girildi. Sinema filminin yapılması macerası değil ama muhabbeti o kadar uzun. 2000 yılında kolları sıvadık ve yapmaya karar verdiğimizde bunun memleket koşullarında yapılamadığını hemen gördük. Ben yapılabiliyor zannediyordum.
Yapılamamasının nedeni Türkiye’de animasyon sektörünün olmaması mı?
Hem animasyon sektörünün olmaması hem de bazı teknik imkanların yetersiz olmaması. Türkiye koşullarında animasyon film yapmak bir nevi uçmak aslında zaten biz de yapmaya başladığımızda uçtuğumuzu anladık. Artık dönüşü olmayan bir aşamaya gelince “biz bunu yapacağız” dedik. Şerafettin tamamen ruhu ön planda olan bir iş. O yüzden 2002’de de bu defteri kapattık. Ama kimseyi üzmemek için de “bunu yapamıyoruz” demedim kimseye. 2008’de Anima’dan Mehmet Kurtuluş -filmin yönetmeni- bazı bölümleri hazırlamış, izletti ve ilk defa ayağı yere basan bir teklif oldu. Onun öncesinde teklifler aldım “filmini yapalım” diyorlardı ama nasıl deyince “biz de bilmiyoruz” diyorlar. Bir de şu var: Herkesin Şerafettin’i kendisine aslında. Herkes kafasında Şerafettin’in filmini çekip, seyretti. Çünkü çizgi romanların bir animasyon ilüzyonu var yani hareket ediyor, çarpıyor, koşuyor… Hemen animasyonu olsun da izleyelim heyecanı yarattı.
Filmin duraksamasının bir sebebi de çok para yakan bir iş. Ben filmin duygusuyla da uğraşıyorum. Bir kült film, bir indie (bağımsız) yapım, çok ağır gişe kovalamama, +18’i yine benim çabalarımla halletmek gibi bir sürü mücadelesi oldu bu işin. Şimdi sinemaya gelecek film ve benim yapmak istediğim bir film oldu. O yüzden bu kadar gecikti. Çok erken ve çok berbat Şerafettin filmleri izleyebilirlerdi bekleyenler, bunları ben durdurdum. O kadar da popüler değil ben bunu çizerken bu kadar popüler olsun diye yapmadım ama oldu. Şimdi daha popüler bir mecrada görücüye çıkıyorsa bunun çok ince bir ayarı var yani ipte yürümek gibi bir şey. “Herkes memnun edilmez” denir ya Şero etti Barış Manço gibi… Şero hakkında negatif bir şey duymadım, herkes, okuyan, okumayan; 7 yaşında 80 yaşında sevdi. İbrahim Tatlıses vari bir popülaritesi var okumayanlar arasında bile.
Ne zaman izleyebileceğiz?
En az bir senesi var. Şöyle bir yanılsama oluyor, çizgi filmi benim yaptığımı zannediyorlar. Sinema animasyon projeleri en az 500 kişiyle yapılan yapımlar. “Aslan Kral” 6 yılda yapıldı. Hazırlığı, karakterlerin çizimi, senaryo, eskiz, mürekkebi, renklendirme… böyle gidiyor.
Şöyle bir talihsizliği var Türk animasyon sektörünün bizim Oğuz Aral’ımız vardı fakat animasyonun Oğuz Aral’ı yok. Onların Disney’i var arkasından da bunlar geldi. Ateşleyici bir şeye ihtiyaç var. Mizah dergisi formatını bulup, sektöre çevirip, öğrenciler alıp yetiştirecek Oğuz Aral gibi bir adam animasyonda da olsaydı şimdi Türkiye’de de dünya çapında animasyon filmleri üretiliyor olurdu.
Türkiye’de animasyon çok pahalı deniyor. Siz bütçeyi nasıl oluşturdunuz?
Çok pahalı. Biz çok ticari bir projeden geri dönüp kült, kendi izleyicisini yaratan, pop kültür eseri ama zamana da direnen bir film olsun istiyoruz. Çünkü Şero’nun böyle bir şansı oldu. 96’dan beri neler unutuldu. Şero’un yeni kitaplarını bastık neredeyse ilk albümleri kadar sattı. Bunu şükran duyarak söylüyorum. Bir yandan film çizgi romanıyla kapışacak. Filmin çizgi romanından biraz düşük olmasına bile katlanamayız o yüzden çizgi romandan biraz iyi bile olması gerekiyor.
Animasyonda seslendirme de çok önemli.
Animasyon çok parçalı bir iş, çizgi roman öyle değil insan faktörü yok, o yüzden aşık oldum ben bu işe, kimseye hesap vermiyorsun. Bu kalabalık bir proje olduğu için insan faktörü başlıyor. Dublajı, storyboard… Animasyon ancak departmanlaşarak yapılabilir.
Kıyaslanamayacak kadar özgün bir iş yapmak peşindeyiz. Grafik anlayışı, seslendirmede dahil çok bir farklı olacak. Bir de kesinlikle çocuklar için değil. Bizim memleket talihsizliği şu; “animasyonsa çocuklar içindir” diyorlar ve 3 tane çocuklu anne izliyor. Halbuki o çocuklu anne için bir film değil. Onu da kırmak lazım bunu baştan söyleyeyim; bu bir çocuk filmi değil kesinlikle çocukla falan gitmeyin ve bazı animasyonlar yetişkinler içindir. Bu tam onlar için. Bir şeye benzetmek için çıldırıyorum diyenler varsa, bir akrabalık kurulacaksa da South Park olabilir.
Yılmaz Aslantürk’ün “Otisabi” karakteri internet, Galip Tekin’in “Acayip Hikayeler”i TV için yapıldı. ‘Kötü Kedi Şerafettin’in filmi geliyor. Türkiye’de sinema ve TV, Türk çizgi karakterleri mi keşfetmeye başladı?
Tabii bu eskiden beri böyleydi. Gırgır döneminde Yeşilçam Gırgır’dan çok otlanıyordu. Televizyonda komedi programları, skeçler üzerine kurulmuş programlardaki ağabeylerin mizah dergisi ciltleri karıştırdığını herkes bilir. Mizah dergilerinden beslenmek yıllardır vardır. Çünkü mizah dergisi üretkenliği bonkör bir üretkenliktir. Reklam ajansından bir abinin itirafı şudur: Yaratıcılık çalışması olarak mizah dergisindeki bir haftalık çalışma reklam ajansındaki bir aylık çalışmaya denktir. O yüzden oradan beslenilmesi normaldir aslında. Şimdi beslenmek yerine biz bunları yapalım durumuna geçildi. Allah razı olsun yani! Öyle de olsun. Beğendiğin bir şeyi yapanla konuş da iş üsturublu olsun. Öyle bir etik durum geldi. Eskiden olsa Otisabi’ye bile sormadan “Motisabi” diye yaparlardı ki benim başıma bile geldi. Şerafettin’i istemiyorum dediğimde biz onu “Kötü Köpek Yusuf yapalım da gör” diye duymuşluğum var. Otisabi’nin televizyona yapılmaması çok doğru çünkü onu yapan adam işin ruhuna müdahale etmek istiyor. Biz de internet versiyonu yapacağız, orada okurların beklediği gibi çizgi romandaki gibi çok sert. Sinemalardaki gösterimden sonra yapacağız. Belki ileride DVD’de de “+24”, “tek başına izleyiniz” uyarılarıyla daha da sert yapabiliriz.
Şerafettin filmde de çizgi romandaki kadar küfürlü konuşacak mı?
Biz 15 sene yaptık küfürlü mizah kimse bir şey demedi. Problem küfürlü mizahı kötü yapmakla ilgili. Ben küfürlü bir şey çiziyordum ama sayfasına 6 gün bir sanat eseri kadar uğraş veriyordum kimse de ne bu küfürler demedi bize. Şimdi bayat küfürler çıkınca millet rahatsız oluyor. Küfrün rahatsız etmeyen türü bile vardır, iyi edildiği zaman. Bir enflasyonu oluşuyor küfürlü iş tutuyormuş diye sizden sonra kötü kötü örnekler çıkıyor. O yüzden yine buradan küfürlü iş yapan arkadaşlara sesleniyorum; küfürlü iş için artı daha çok çalışman gerekiyor.
Filmden çizgi karaktere, başa dönersek ‘Kötü Kedi Şerafettin’ nasıl doğdu?
Benim gerçek kedim “Şerafettin” öldü, askere gittim ve hep onu düşündüm, döndüm ne yapayım derken onu çizdim. Karikatürlerde zaten görünmüştü daha önce. Şerafettin tarzı kedi tipi, testosteron yoğunluğu olan bir kedi türü, kafası normalden büyük, tüyleri çok kısa, kaldırdığınızda çok ağır “içine cıva mı doldurmuşlar” diyorsun. Tüyleri kısa ve yağsız olduğu için kasları da görünüyor, güçlü, refleksleri zayıf çünkü ihtiyacı yok. “Pıst” filan deyince hemen bakmıyor, sonra bakıyor sanki “ne var” diyor. Ben biraz onunla büyüdüm. Çocuktum, ergen oldum hep benim büyüğüm, ağabeyimdi. Bayramlarda elini öptüğüm, saygı duyduğum… Sonra çizgiye yansıdı. Lider, alfa tip, olayları, sokaktaki kedileri çekip çeviriyor, haremi filan var. Etkileniyorsun tabii özgüveninden, ruhundan, tavrından. Hayranlık duyuyordum o kediye o ölünce onun boşluğunu çizerek doldurdum. Teknik çıkışı da “Abi iki sayfa boş bir şey çizsene” derler çizersin, insanlar beğenir sen devam edersin. Ama iki sayfaya çizdiğin ne kadar senin ciğerinden, ne kadar sana aitse insanların hoşuna gidiyor. Demek ki ben de içimde yaşayan şeyi refleksle oraya dökmüşüm ki devam etti. Gerçek Şerafettin 14 sene yaşadı Kötü Kedi Şerafettin’de 14 sene yaşadı çizgi romanda. Şimdi tekrar başlayacağım ama bu “Kötü Kedi Şerafettin”in anısına olacak.
‘Kötü Kedi Şerafettin’ 1996’da Lemanyak’ta başladı. Dergide birçok karakter vardı ama en sevilen karakter o oldu. Neden insanlar çok sevdi Şero’yu?
Şöyle bir sıralaması var. Şerafettin çıktı, okunmaya başladı, tuttu. Sağlam bir havuz göründü ve en sağlamından oradan devam etti, bir formül üretti. Bir tür çizgi roman mizah karakteri üretti. Daha önce Oğuz Aral’ın “Utanmaz Adam” örneği vardır o stil uykuya yattı. “Kötü Kedi Şerafettin”in arkasından “Robinson Cruise ve Cuma”, “Kunteper Canavarı”, “Lemanyak Şehitleri”, arkasından dergiler de geldi ve ne mutlu bana ki Şerafettin kaldı. Bir furya oluşturdu.
‘Kötü Kedi Şerafettin’ o kadar popülerleşti ki şarkılar da bile anılır oldu, tişörtleri herkesin üzerinde…
Nil Karaibrahimgil şarkısı vardı. Yıllar sonra kitaplarının yeniden basılıyor olması, filmini yapıyor olmam, zamana dayanıklı olması beni çok mutlu ediyor. Habire ona cila çekip, zamanın etkilerinden kurtaran kırışıklıkları önleyici kremlerle uğraşmamam çok lezzetli. En mutlu olduğum taraf o. Amerikan kahramanları gibi Superman, Zagor, Batman gibi kalıcılığa göz kırpıp, oraya kendini atması beni çok mutlu ediyor. Dedem öldüğünden beri ölüm fikri benim canımı çok sıktığı için Şero hikayelerinde de ölüme takma çok fazla var. Serafettin’in ölümle ilişkisi benim biraz ölüm takıntımla ilgili dünyada dayanıklı şey ne sanatsal olarak dünyada bana bir Dostoyevski, Rus Edebiyatı’nın kalıcılığı geliyor bir de çizgi karakterler… Asteriks, Red Kit, Tenten gibi karakterler insanlık oldukça varolacak karakterler. Onlara çok özendim 10 yaşında bile hayal ederdim onlar gibi kalıcı karakterim olsun diye, o hayalim de gerçek oldu; keşke daha fazla şey hayal etseydim.
Garfield’ı boğazladığı poster de klasikleşti. Garfield’a öfkesi niye, neden boğazlıyor?
O dönemle ilgili aslında. Leman zirveydi o zaman ve Leman’ın siyaseti Gırgır, Hıbır gibi değildi daha sertti. Hem de çok net antiemperyalist tavır vardı. Hep yabancı karakterlerle büyüdük “biz de yapsak ya şu memleketin hayvan karakterini, konuşan hayvan karakter” diyorduk. Antiemperyalist tavrın bu kadar net gösterilmesi bir de altta ‘Made in Turkey’ yazışı onun en üst ifadesiydi.
“Üstün Bıradırs”da çocukluğunuzu anlattınız. Yaramaz ve hareketli bir çocukluk yaşamışsınız, yaratıcılığınız nasıl etkiledi?
Biraz yalnızlık bahçesinde geliştiriliyor özel yetenekler, yatkınlığın vardır çizmeye ya da başka bir şeye onu iyi bir hale getirebilmek için biraz yalnızlık lazım. O yalnızlığı da biraz hafif dışlanmayla elde edebiliyorsun. Yaramaz çocuksundur “yaramaz lan bu” derler yalnız kalırsın. Orada yeteneklerini keşfedersin. O açıdan yaratıcılığımıza yaramazlığımızın faydası oldu. Bir tür dışlanma ya da bir tür yalnız kalmak zorunda olmak senin yeteneğini parlatmanı sağlıyor. O yeteneği de insanların önüne çıkartıyorsun ve bir şekilde o yalnızlığın acısını çıkartıyorsun. Ama o yalnızlık şart…
Bu arada da aileniz uslanmanız için sizi İmam Hatip Lisesi’ne yazdırmış…
Benim yaramazlığım tehlikeli durum arz eden bir yaramazlıkt; çok sevimli yaramazlıklar değil. “15 yaşında biz bu çocuğa Bayrampaşa Cezaevi’ne temiz çamaşır göndermeye başlarız” triplerine girdiler çünkü yaşadığım yer de Gaziosmanpaşa biraz öyle bir yerdi. Arkadaşlarımın çoğu hapishaneye düştüler. Hem ortam fena hem çocukta o mevzulara eğilim var. Öyle bir dönemim oldu. İnsanı mizah yapmaya iten şeylerden biri çok çelişkilerle olmak. İmam Hatip Lisesi’ne gidiyorsun oradan akşam köprü altına arkadaşlarınla punk dinlemeye, içki içmeye gidiyorsun; bu tezat ve uyumsuzluk duygusu sen de komiği oluşturuyor. İmam Hatip’i de tam bitirmedim orta 3’ten düz liseye geçtim.
İmam Hatip’te okurken karikatür çiziyor muydunuz? Nasıl karşılanıyordu?
Çiziyordum ve yaşıtlarımda öyle bir bağnazlık, muhafazakarlık gibi bir durum yoktu herkesin kafası süper açıktı. Belki bir erkek lisesi olması yüzünden herkesin zihni çok açıktı, çok seviyordum arkadaşlarımı. Sadece öğretmenlerden onlar da yaşları gereği bağnazlığa kapılmış olsa gerekler karikatür için şöyle deniyordu: Allah’ın en güzel yarattığı yer insan suretidir. Hatta hadislerde denir ki: çocuğunuz yaramazlık yaparsa onun yüzüne vurmayın, poposundan dövün. Sen bu kadar önemli bir şeyi patlıcan burun yapınca günaha girersin, gel sen şu insan suretlerini bu kadar çirkinleştirme dendiğini biliyorum ama o da yapma falan diye değil, tavsiye olarak…
Ama beni eğlendiriyor ne kadar yasak görürse bir genç o kadar mutlu olur. Karikatür çizmem yasaklandığı için karikatüre hevesliyim, zaten aileden destek görmedik. Bazı arkadaşlarım var, kursa göndermiş aileleri böyle yapılabilir bu iş de, benim anladığım bu işler yasaktı. Eğer babam bana “Git, karikatürist ol” deseydi kafadan olmazdım. Çünkü bu, babaya karşı topluma karşı bir isyan türü. Ben bu işin yasak oluşunu seviyorum, inşallah yasak yasak da devam eder. Ailem bana neyi gösterse yapmazdım, o yüzden çocuklarının çizer olmasını isteyen aileler varsa onun bütün kalemlerini kırsın, kağıtlarını yaksın. Öyle olur bu işler.
Sizi hep yeni dergilerde gördük HBR Maymun , Penguen, Fermuar, Uykusuz. Hatta Fermuar’ı siz kurdunuz.
Fermuar bir sene sürdü, yürüyordu da biz bu işleri serserice yapıyorduk, ben hala serserice yapıyorum. Serserice yaptığımız işler bir gün işin başına geçince gazımızı alır mı diye tırstım. Gün gelip bu işin patronu olunca hakkaten tahmin ettiğim gibi oldu. Çok mutsuz oldum. Bu işin serseriliğini yürüten adamlar var ben orada işin sorumlusu, muhabbete katılamayan, hatta “işler nerede” diyen adam oldum ve “Allah’ım ben bu zihniyet içinde yaşayamayacağım” deyip devretmek istedim. İstekli çıkmadı, kapattık. Ben çocuk ruhlu bir çizgi romancı olarak hayatımı devam ettirmek istiyorum.
‘Kötü Kedi Şerafettin’i tekrar dergi sayfalarında görebilecek miyiz?
Çizdiğim hazır iki hikaye var. Eski Lombak’a çizdiğim 6 sayfa gibi bir yere çizmek zorunda olmam gerekmiyor; çizmek istedim, çizdim. Şerafettin 64’te tekrar başlayabilir gibi bir durum var.
Uykusuz’da “Gittin Gideli Bebek”i çizdim. Şerafettin’i çizince “Bu Şero gibi adam, bununla konuşulmaz” diye yalnız kaldım. Agresif, psikopat zannetti beni herkes. Ben de insanlar benimle konuşabilsin, kızlar bana “merhaba diyebilsin” diye “Gittin Gideli Bebek”i çizdim. Terkedilmiş bir çocuk bakın, kız terk etti ve ağlıyorum ben diye, kızlar da “merhaba” dedi. “Gittin Gideli Bebek” kitabını hazırlıyorum, onun kitabı çıkacak.
Söyleşiyi gerçekleştiren: Göksel Durutuna – ntvmsnbc.com
edebiyathaber.net (29 Mayıs 2012)