Bu kısa yazının özeti şu cümlede saklı: Ekonomik krizler, kitap satışlarının azaldığı, ama okuma sürelerinin arttığı dönemlerdir.
Maalesef ciddi bir krize girmiş bulunuyoruz. Muhtemelen ülkenin dış borcunu, milli gelirdeki azalmayla neticelenecek kemer sıkma politikalarıyla, büyük oranda biz çalışanlar ödeyeceğiz. Bu, ne kadar sürer bilemiyorum. Ancak kendimden ve çevremden biliyorum ki; böyle dönemlerde eve kapanılır; daha çok film izlenir, müzik dinlenir ve kitap okunur. Yani kültürel ürünlerle haşır neşir olma süreleri artar.
Peki ama, ekonomik krizlerde, kültürel ürünlerin satışında ciddi bir azalma yaşanırken, “tüketilmelerinde” görülen bu artış çelişkili değil midir? Kültürel ürünleri diğer ürünlerden ayıran önemli bir özelliği belirterek soruya, “Hayır,” yanıtı verebiliriz pekala: O da, kültürel ürünlerin satın alınması ile tüketilmesi arasındaki sürenin diğerleriyle kıyas götüremeyecek kadar uzun olması gerçeği.
Kültürel bir ürün olan kitap üzerine iktisadi olarak konuşarak konuyu belirginleştirmeye çalışalım: Bilindiği gibi, bir kitap satıldığı zaman değil, ancak okunduğu zaman “tüketilebiliyor”… Kitabın satışı ve tüketilmesi (okunması) arasındaki fark, ‘ertelenmiş talebi’ doğrudan etkileyen bir unsur olmakta. Bu bağlamda, diğer belirleyicileri kuliste bırakıp sadece başroldekileri sahneye davet ederek, şu iktisadi doğruyu yineleyebiliriz: Satış çoksa, ertelenmiş talep azdır; tüketim çoksa (kitabın okunması) ertelenmiş talep fazladır.
Özetlersek, evde –zaruri ve bilinen nedenlerden ötürü- daha çok zaman geçirdiğimiz böyle günlerde, eldeki kitapları sindire sindire eritip, yeniden “eski güzel günlere” dönmek için farkında olmadan hazırlık yaparız. Demem o ki enseyi karartmamaya mümkün olduğunca gayret edelim. Bilelim ki hayatta, “Çabalama kaptan ben gidemem!” demekten kolayı yoktur. Bu kötü günler geçer, ama kitaplar hep yaşar.
Emrah Polat – edebiyathaber.net (15 Ağustos 2018)