Bir gece öncesine değin düşlerim siyah beyazdı.
Hiç bilmediğim ya da hep yanlış anladığım bir dünyaya terk edilmiştim. Yaşadığım olağanüstü dönüşümle bambaşka biriyim artık. Ne insan ne hayvan ne de bitki… Hem hepsiyim hem hiçbiri.” En Eski Oda, S:14
Berkeley, ünlü ifadesi “esse est percipi”yi açıklarken şöyle der: “Göklerin ve yeryüzündeki cisimlerin meydana getirdiği bu koronun, kısacası dünyanın muazzam yapısının, onları algılayacak veya bilecek bir zihin olmadan hiçbir varlığı yoktur.”
Ne var ki, algılamamızın biçimi oldukça önemlidir. Çünkü algılamak, bir anlamlandırma sürecidir; bu süreç, toplumun genel kabullerinin, iktidar dayatmalarının, yüzyıllardır zihinlerimize kazınmış önyargıların ve bilinçaltına itilmiş korkuların etkisi altındadır. Düşüncelerimiz, “büyük beyaz adam”ın varlık hiyerarşisine göre şekillenir: İnsan hayvandan, hayvan bitkiden, beyazlar renklilerden, erkekler kadınlardan, heteroseksüeller eşcinsellerden üstündür.
İşte tüm bu köklü kalıplara ve dayatmalara direnen bir yazar var: Necla Akdeniz. Onu bir yazar olarak ilk “Gökkuşaksız” romanıyla tanıdım; ardından “Kaotika”, “Tereddüt Çizgisi” ve son kitabı “En Eski Oda” geldi. “Nihayet!” dedim; başka yaşam biçimlerinin mümkün olduğunu ve doğadaki her canlının seçme hakkı bulunduğunu cesurca vurgulayan bir yazarımız var.
Necla Akdeniz’in eserlerinde, derinlemesine karakter analizleri, keskin gözlemler ve ince duygusal tonlamalar öne çıkıyor. Karakterlerin iç dünyası, yaşadıkları gerilimler, çevresel ve toplumsal detaylarla birleşerek metinlerinin atmosferini oluşturuyor.
Akdeniz, dünyaya ve insan davranışlarına, öğrenilmiş normlardan uzak, özgün bir perspektiften bakmayı öneriyor. Onun araladığı bu kapıdan bakmak kolay değil; tüm yaşadıklarımı, şimdiye kadar öğrendiğimiz tüm kalıpları parantez içine alarak bakmayı denemek büyük bir cesaret işi. Necla Akdeniz’in yaptığı tam da bu: Yazdığı her metin, tahakküm eden tüm sınırlamalara ve hümanizmin insan merkezci tavrına karşı bir savaş ilanı, bir direniş.
Akdeniz, metinlerinin satır aralarında “normal”in ve normalliği kuran iktidarın sorgulamasını yapıyor. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, kimlik ve cinsellik üzerine kurulu her tür kategoriye karşı duruş sergiliyor. Bu kategorilerin doğal değil, toplumsal olarak inşa edildiğini savunuyor. Böylece, tüm varlık alanına kuir bir perspektiften bakıyor. Bu duruşuyla, kendi oluşturduğu “Edebiyat Cadıları” serisinin en özgün kalemlerinden biri olmayı hak eden bir yazar. Gelecek kitaplarını merakla bekliyorum.
edebiyathaber.net (13 Kasım 2024)