Şu bir gerçek ki, Türkiye’de sağ hep iktidar olsa da; kültürel egemenlik kuramamıştır. Üstelik solun egemenliği altında ezilmiştir.
Bugün bile, 14 yıllık AKP iktidarı döneminde, onca nemalanmalarına karşın, ortaya çıkarabildikleri hiçbir şey yoktur.
Baş tacı ettikleri romancıları İskender Pala’nın yazıp ettikleri ortada. Şair olarak hâlâ Mehmet Akif, Necip Fazıl’la beslenmektedirler. Sarılmaya çalıştıkları Sezai Karakoç hiç de iktidarlar(ın)a prim vermez. Usta öykücü Mustafa Kutlu desen, hiçbir dönem iktidar seçkinlerinin safında yer almamıştır.
Bir dönem cemaatle kanatlanmaya çalışsalar da, onların da nefesleri yetersiz kaldı. Ama hemen nemalananlar çark edip saf tuttular.
Öyle ki; daha dün, cemaatin gazetesinin kitap ekine göz atıp, yazılan ve tanıtımı yapılan kitaplara bakınca; ekin üçte ikisinin soldan gelen yazarların ürünleriyle dolu olduğunu gözlüyorsunuz.
Bugün medyaya baktığınızda da gözlediğimiz şudur: vasatlar iş başında. Çıkarılan gazeteler, televizyon programları ortada. Ayakların nasıl baş olduğunu tanımlamaya gerek yok. Hayatın ilkesi şudur: Göç geri dönünce, topallar önde gider.
Bu manzara bize şunu göstermektedir: kültürsüzleşme sığlığı getiriyor. Ama hayatın her alanında. Biat etme zihniyeti bir kez egemenliğini kurarsa, toplumsal yozlaşma kaçınılmaz.
Televizyonlardaki tartışma programlarına bakıyorsunuz, okumayan, düşünmeyen bir güruhla karşı karşıyayız.
Yayın dünyasında da benzer sığlık söz konusu. Küresel kapitalizmin neo-liberal politikaları, bir ülkenin kılcal damarlarının nereden nasıl kesilebileceğini, desteklediği siyasal iktidarlara öğretiyor. Ki, asıl başlama noktasıdır eğitim/kültür.
Kabuğunu kırmak isteyenler, dünyayı okumak çabasında olanlar birtakım yeniliklere yöneliyor. Gelenekle modernliği bir arada tutmaya, var etmeye çalışıyorlar.
Gene de bir şey var ki, bu alanlarda çok eksikler.
Batı aydınlanmasını ellerinin tersiyle itenler, şimdilerde dönüp nelerin olup bittiğini anlayıp öğrenmeye çalışıyorlar.
Bunun başlama noktalarından biri eğitimse, diğeri de yayın dünyasıdır. Orada kendine yer açan; gitmeyi, kendini ifade edebilmeyi de seçiyor.
Sol nerede?
Bugün kendini “sol”da tanımlayan birçok gazetecinin Tuluhan Tekelioğlu’nun yeni kitabında (“Ya Bizdensin Ya da…”) timsah gözyaşı dökmesini okurken edebiyat ortamımızın durumunu düşündüm ister istemez. Burada da iktidardan nemalananları, kendilerine orada yer açmaya çalışanları…
Marjinalleşmeden kendin olabilmek, muhalif kimliğini ödünsüzce korumak bir vicdan meselesi.
Kültürün iktidarsızlığı
AKP’nin 5. olağan kongresinden görüntüleri izler, konuşmaları dinlerken 2001’den bugüne ülkeyi yöneten bir partinin öne çıkardığı söylemlerin birileri için ne kadar inandırıcı olup olmadığını düşündüm.
Şu kadar yol, bina, vb. sıralamaları hatırlayınca; kültürel/sanatsal açıdan nelerin yapıldığını düşünmeden alamadım kendimi.
Kamusal işler güçler bile “sanat eseri” denilerek (örneğin, düğün salonu, kreş, hastane, vb.) “açılış”lara neden oluyor. Ama bugüne kadar iz bırakacak bir kültürel/sanatsal yatırım söz konusu değil.
Öteden beri ülkemizde sağ kesim hep siyasal iktidara gelmesine karşın, kültürel anlamda bir türlü iktidar olamıyor. Bu alandaki yetersizliklerini örtmek için başvurulan yol/yordam ise sonuç vermiyor ne yazık ki.
Eleştiriden geçmek
Eleştiri bir sınırdır. Hem araştırmayı hem de çözümleyip yorumlamayı içerir. Asla bir sorgu değildir.
Düşünülmeyeni düşündürdüğü kesin. Ama buradaki konusu YAPIT’tır, çıkış noktası ise yapıtı oluşturan KONU/BİÇİM’dir.
Eleştiri/eleştirmen orada her şeyi bulur. Yazarın düşünemediğini de ortaya çıkarır, yansıtır.
Evet, çıkış noktasında YAPIT/YAZAR olduğu kadar, bunların neyi nasıl söylediği de yatar.
Eleştirel düşünceden uzak durdukça kültürel alanda kendin olmak güçtür. Öğrenmenin, kendine bakmanın yolu buradan geçiyor çünkü.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (24 Kasım 2015)