“TARANCI.- Ne iyi çocuktu! … Yırları yarına da kalacak mı? Bugünden kimse kestiremez onu. Kalsın kalmasın, bize, bugün yaşamakta olanlara güzel tatlar sağladı o yırlar, gönlümüzde yankıları var. Öldü Cahit Sıtkı Tarancı, bir kişi değil artık, sayrılar evinde yatan bir kişi değil, yırlarıyla içimizi ışıtan, bize bizi anlatan, kimi tatlı tatlı, kimi de üzünçle gülümseyen bir anı oldu. Uzun sürmese de ‘ölümsüzlük’ budur işte.”
Nurullah Ataç
Şair, yazar veya önemli bir bilim insanını anlatırken öncelikle hayatını bir paranteze sığdırarak anlatmaya başlayan yazılarda bir soğukluk, bir iticilik hissederim nedense? Çünkü insanların duygularına dokunmuş, düşüncelerini uyarmış, çalışmalarını/keşiflerini insanlığın yararına sunmuş insanların hayatlarına herkes gibi bir parantez açılabilir ama eserleri okunduğu, duyarlılıkları paylaşıldığı, fikirleri tartışıldığı, ürettiklerinden faydalanıldığı sürece o kişinin ömür parantezi hiçbir zaman kapanmaz, kapatılamaz. Şiir tahtında oturan ve parantezi kapanmayan şairlerden biri de Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Eğer onun hayatı, kişiliği, dünya görüşü merak ediliyorsa bunların tamamını da şiirlerinin toplamından, içeriklerinden ve elbette ki “Ziya’ya Mektuplar”dan çıkarmak olasıdır.
O “Abbas” şiirinde “Böyle ferman etti Cahit” derken ne kadar doğal, ne kadar içten, ne kadar kendisiyle barış içinde olmuşsa kültürle, çevresiyle ilişkilerinde de benzer duyarlılıkları göstermiş olduğunu hem şiirlerinden hem de dostlarından, hakkında kalem oynatanlardan çıkarabiliyoruz. Yazılanlara göre O, insanları incelikle anlamaya çalışan, duygusal zenginliği ve derinliğiyle çevresine empatiyle yaklaşan, dostlarıyla birlikte güven, bağlılık ve içtenlik üzerine kurulu hayat süren bir insandı. Şiirlerinde ele alınan insani temalar, hayatın gerçeklerini anlamaya çalışan biri olarak onun yeteneklerine dair derin ipuçları verir. Cahit, bu bakımdan sadece şiirleriyle değil, derin ve çok yönlü insani kişiliğinin zenginliği ile de bilinmesi gereken bir şairdir. On dokuz yaşlarında babasına yazdığı mektupta maddi şeylerden haz almadığını, sahtekarlıktan, dolandırıcılıktan, yalancı hedefler için didinmekten zevk almayacağını anladığını yazmış ve “Benim için yaşamak bir saadet değil, devamlı bir emek ve çabadır” demiştir. Bunun için Cahit’i sağlam şair kişiliğinin kapsadığı kültürlü, duyarlı, dost/insan canlısı biri olarak görmek ve incelemek gerekir.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir başka önemli yönü ise onun derin kültürel birikimi ve entelektüel yapısının olmasıyla açıklanabilir. Örneğin Galatasaray Lisesi’ndeki eğitiminden sonra Paris’te yükseköğrenim görmek istemesi, onun bu yöndeki ilgilerini ve özelliklerini de açığa çıkarır. Ama ne yazık ki, bu hayatı yarım kalmıştır. Ancak Paris yılları onun şiirinde ve düşünce dünyasında derin izler bırakmış. Batıya olan edebiyat ilgisi, şiirlerinin modern yapısında kendini gösterir. Bu da onun hem doğu hem de batı kültürlerini geliştirebilen bir sanatçı olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum onun aldığı kültürüne uyumlu olarak şair/sanatçı kişiliğine de yansımış, diğer sanatkarlardan da benzer duruşu beklemiştir. Nitekim Cahit, Edebiyatçılarımız Konuşuyor adındaki kitapta kendisine sorulan bir soruya şöyle cevap vermiş: “Sanatkâr, bu hususiyetini idrak etmeli ve asla uşak dalkavuk derecesine düşmemelidir. En güzel, en ömürlü eserlerin haysiyetli ve şerefli sanatkarlardan çıktığını her zaman görmekteyiz.”
Cahit Sıtkı Tarancı’nın “kültürlü ve duyarlı bir insan” olması vasfını daha somut örneklerle ele alınacak olunursa, çok sayıda evresinde hem bilgi çıkışıyla hem de insanlara karşı derin anlayışıyla bunu sergilediğini görebiliyoruz. Onun kültürel derinliği, eğitim süreci, dünya görüşü, edebiyatla olan ilişkisi ve yaşadığı tarihsel toplumsal olaylara karşı gösterdiği tavırlar Şair Cahit’in aydın olarak gelişmişlik düzeyini de gösterir.
Cahit Sıtkı Tarancı, Galatasaray Lisesi’nde çalışırken, hem Fransızca öğrenmiş hem de Fransız edebiyatıyla tanışmıştır. Bu, onun Batı ilişkilerine olan ilgisini derinleştirmiştir. Özellikle Baudelaire, Rimbaud ve Verlaine gibi Fransız sembolist şairlerin etkisi, onun şiirlerinde hissedilir. Batı edebiyatını Türk şiiriyle harmanlama becerisi, onun kültürel zenginliğini gösteren önemli bir örnektir. O dönemin birçok aydını gibi, Cahit Sıtkı da modernleşme çabalarının etkisi altında kalmış ve Batı ile Doğu arasında bir köprü şeklinde ilerlemeyi başarmıştır. Paris’te sürdürdüğü eğitimine, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle ara vermek zorunda kalsa da, orada kısa bir süre yaşaması, onun dünya görüşü ve şiirsel bakış açısını büyük ölçüde şekillendirmiştir. Paris’teki bu yıllar ona sadece akademik bilgi sağlamamış, aynı zamanda kültürel ve teknolojik birikim kazandırmıştır. Fransız kültürü, sanatı ve edebiyatıyla iç içe yaşadığı bu süreç, onun hem bir sanatçı olarak hem de bir insan olarak gelişiminde etkili olmuştur. Cahit Sıtkı, yaşamı boyunca sanatın birleştirici ve iyileştirici gücüne inanmış, farklı kültürleri anlamaya ve takdir etmeye çalışmıştır. O dönemde yazdığı mektuplar ve anıları, Paris’in sanat ve kültür ortamında yaşadığı zamanlar onun üzerinde etkili de olmuştur.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın en belirgin özelliklerinden biri, geniş edebi bilgi ve bu bilgileri şiirlerinde ustalıkla kullanma yeteneğidir. Yalnızca Türk edebiyatının klasikleriyle değil, dünya edebiyatıyla da iç içe olan Tarancı, bu bilgi birikimini şiirlerine yansıtmayı başarmıştır. Onun şiirlerinde, divan edebiyatından modern Türk şiirine, edebiyatın Batısından sembolist akımlara kadar birçok etkene rastlamak mümkündür. Tarancı, hem kendi kültürel kökenine bağlı yaşamış hem de dünya edebiyatını takip eden, entelektüel bir şair olmuştur.
Onun bu kültürel yaklaşımı/birikimi, şiirlerine ve yazılarına derin bir insani özellik olarak yansımıştır. Örneğin, “Desem ki” adlı şiirinde, insanın iç değişimi ve duygusal zenginliğine dair çok derin bir anlayış sergiler. Bu şiir, bir yandan büyük bir edebi zevkin ürünü olarak dikkat çekerken, diğer yandan insanın ruhunun inceliklerine dair varoluşsal sorgulamaları yaptığı da anlaşılır.
Cahit, hep içini titreten sesleri dinleyen ve bu sesleri şiirlerine yansıtan bir şair olarak kalmamış şiirleriyle biz okurların da duyarlılığına dokunmuş, düşündüren bir şairdir. Şiirlerinde insanın varoluşunu, yaşamını, ölümünü doğal ifadelerle ama zengin dokunuşlarla şiirlerinde işlemiştir. Çevresinde birçok arkadaşı, sanatçılar, şairler olmasına rağmen o yine de yalnızdır, daha çok yalnızlık duyguları hayatına hakimdir. Belki de böyle bir hisse kapılması, çevresinin kalabalık olmasına rağmen bu çevreden duygusal desteği bulamamış olmasına bağlanabilir. Yani onun hep yalnızlıkla mücadele eden bir insan haline gelmesi yalnızlık duygularının kuvvetli olması, duyarlı ve hassas bir ruha sahip olmasıyla da izah edilebilir. Ancak anlaşılıyor ki onun yaşadığı bu yalnızlık duygusu, insanlara karşı sevgisini ve empatisini artırmıştır.
Cahit Sıtkı, dostluklara hayatı boyunca büyük önem veren biridir. Edebiyat dünyasındaki arkadaşlıkları onun yalnızca edebi katkısının bulunmasıyla kalmamış, aynı zamanda insan olarak birbirleriyle ilişkilerine de yardımcı olmuştur. Özellikle Ziya Osman Saba ile olan dostluğu, Türk edebiyatında bir efsane olarak anılacak kadar derindir. Cahit’in dostluğu, sadece edebi bir paylaşım değil, aynı zamanda insani bir bağlılığın da göstergesiydi. Bu iki şair, sanatın ve hayatın birçok yönünü birlikte keşfetmiş, birbirlerine destek olmuşlardır. Tarancı’nın Ziya Osman’a yazdığı mektuplar, dostluğun ne kadar güçlü ve hayatını nasıl zenginleştiren bir bağ olduğunu en güzel şekilde gözlerin önünde serer. Tarancı, dostlarına karşı her zaman içten, anlayışlı ve sadık olmuştur.
Örneğin, Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplarda sık sık ona hayatta karşılaştığı bazı durumları aktarmış, önemli gördüklerini tartışmış, ona tavsiyelerde bulunmuştur. Bu mektuplar, Cahit Sıtkı’nın insanların ne kadar önemsediğini ve onların hayatlarına değer kattığını somut bir şekilde ortaya koyuyor. Tarancı, hayatın akışına rağmen dostlarıyla paylaştığı samimi ve sıcak bağlantılar sayesinde, sadece bir şair olarak değil, bir insan olarak da çevreye ilham vermiş bir kişiliktir. Ziya’ya Mektuplar’ın birinde “İstiyorum ki bizim nesil mensuplarında insan ve sanatkâr at başı yürümesini, birbirini desteklemesini bilsin. İnşallah sütü bozuk birisi çıkmaz da Türk edebiyatında en efendi nesil olmak payesini elde ederiz” derken, bütün içtenliği ile Cahit’in çevresindeki/dönemindeki sanatçı kişiliklere nasıl baktığını da çıkarılabilir.
Tarancı’nın dostlarıyla olan derin ilişkileri, insanlara karşı genel yaklaşımını da şekillendirmiştir. Bu da onun şiirlerine büyük bir insani sıcaklık ve derinlik katmış. Tarancı’nın şiirlerini okuyanlar bu şiirlerde, soyut bir estetik çabanın zorlama ürünü değil, insan ruhunun en derinlerine inen bir yolculuğun izlerine rastlayacaklardır.
Sonuç olarak, Cahit Sıtkı Tarancı’yı sadece bir şair olarak değil, yaşamın her alanında insanoğlunun ne anlama geldiğini sorgulayan, insanlara karşı derin bir sevgi ve anlayışı besleyen, yaşamla ölüm arasında sıkışmış bir ruh olarak düşünmek gerekir. Onun şiirleri, sadece edebi birer eser değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine inen birer yolculuktur. Tarancı’nın dostlarına olan bağlılığı, insanlara karşı sergilediği şefkat ve yaşam sevdası, onun edebiyat dünyasındaki yerini sağlamlaştırmış ve onu Türk şiirinin en önemli isimlerinden biri haline getirmiş
Cahit Sıtkı Tarancı, henüz genç sayılabilecek bir yaşta, 46 yaşında hayatını kaybetti. Özellikle son yıllarda yakalandığı hastalık, hem fiziksel hem de psikolojik açıdan onu zorladı. Ancak bu süreçte bile şiirlerinden ve yazmaktan vazgeçmedi. Onun için şiiri, yaşamla kurduğu en güçlü bağ ve bu bağı son nefesine kadar hayatta kalmıştır. Ölümü kabullenmekte zorlanan, ölecek adam olmadığını şiirlerine yansıtan Cahit, bu duyguyu en çok “Desem ki” şiirinde dile getirir. Şair, ölümü bir son olarak görse de, yaşamı ve sevdiklerini yüceltmeye devam eder.
Cahit için Ekim ayı, doğumla -4 Ekim 1910- bir muştuyu, ölümle -13 Ekim 1956- kaçınılmaz sonu hatırlatan bir ay. Ölümden bir şeyler umarak ölen şairin o dünyasından artık hiçbir haber yok ama onu hep şiirleriyle anıyor, arıyor soruyoruz. Çünkü her şiir seven, şiir gönüllüler onun kimsesi oluyor. Şiirleri severek okunurken O ölecek adam değil. O kimsesiz değil.
edebiyathaber.net (4 Ekim 2024)