Öyle iki kitap düşünün ki gündelik yaşamın sıradanlığı, varoluşun anlamsızlığı, gelmeyecek bir şeye tutunuşla harcanan bir ömür iki ayrı kurguda anlatılıyor. Biri Buzzati’nin Tatar Çölü diğeri de Kobo Abe’nin Kumların Kadını adlı eseri.
Her iki kitap da, umuda tutunuşun, bir sarmalda geçen tekdüze hayatın ve alışkanlıkların asıl engeller olduğu hayatların romanı. Sis ve çöl ile kum ve dağlar iki kitapta da mekanımızı oluşturuyor, sarı renk ve boğucu atmosfer her ikisinde de kendini yoğun bir biçimde hissettiriyor.
Drogo Bastiani Kalesi’ne çıkmak için yükseklere tırmanıyor Kumların Kadınındaki Adam burada ondan J. diye bahsedeceğim kumdan bir çukura iniyor. Kalede insanı hapseden yüksek sarı duvarlar, ardı arkası gelmeyen bürokratik meseleler ile kurallar iken çıkışı olmayan, kapısı olmayan kumdan çukur, devamlı bir akışta olan sonsuz kum ve susuz kalma tehditi Kumların Kadınında J.’yi hapsediyor.
Kalede ast üst ilişkilerindeki ego tatmini, her gün aynısı tekrarlanan tatbikatlar, küçük sohbetler, aynı insanlarla kurulan dostluğun güvenli sığınağı ile leziz yemekler alışkanlıkların gizli sarmalına sokuyor Drogo’yu. Çukurda ise J. kumların fiziksel zorluğuna dayanırken, beraber yaşadığı kadının dişil cazibesine kapılıp, kadının anaç tavırları ile sarmalanmayı, kumların yol açtığı fiziksel yorgunluk sonrası dalınan uykuları ve bilinenin huzuruna sarılmayı seçiyor.
Drogo kaleden bürokratik engeller sonucu ayrılamıyor; tayin isteme günü geldiğinde gerekli başvuruları yapmamış oluyor…Alışkanlıkların huzuruna erdiğinde de kendi seçiyor kalmayı. Çukurda ise J.’yi gerçekten fiziki engeller içeride tutuyor. J. kumların oluşturduğu duvarı bir türlü aşamıyor, aştığında ise de yine başka bir fiziksel engel olan bataklığa saplanıyor ve yakalanıyor.
Drogo düşmanla karşılaşma, gerçekleşmesi muhtemel bir Tatar saldırısında askeri becerilerini sergileyebilme umudu ile yaşıyor, J. ise bir gün çukurdan kaçabilme kum engeli ile baş edebilme umuduna tutunuyor.
Günler günleri takip ederken gündelik alışkanlıklar Drogo’yu da J.’yi de rahatlarını bozmama hususunda varoluş şekillerine razı kıldırıyor. Her bir çaba yeni bir yıkım getirdiğinden uğraşmak ve düşmek yerine anda kalmayı seçiyor kahramanlarımız.
J. kaçma fırsatını bulduğunda kendi kendine erteliyor aynı Drogo’nun birkaç kez kendi seçimi ile kaleden ayrılmaktan vazgeçmesi gibi. J. dönüyor çukuruna, bir daha yeni fırsatlar çıkacak karşısına diye umarak aynı Drogo’nun bu sefer olmazsa ileride tayin isterim diye planlaması gibi. Belirsiz vadeli bir iyilik uğruna güvenli küçük sevinçlerden vazgeçmiş olmaları kafalarını karıştırırken, istedikleri zaman gitme fırsatı bulabileceklerine ilişkin bir avuntu beliriyor ikisinin de içinde.
Drogo’nun atalete kapılarak ömrünü tüketmesini ve hastalanarak umut ettiği şeye bile kavuşamamasını, yıllarca beklediği savaşı hasta odasından takip edişini okurken, Kumların Kadını finalinde okuyucuya bırakıyor gelecekte neler olacağını hayal etmeyi. Tatar Çölü’nü okuma seyri insanda büyük bir hüzün ve kendi hayatını sorgulama ile değiştirme isteği yaratırken, Kumların Kadınındaki J. “Belki de böyle bir varoluşta daha mutlu olabilir!” umudunu doğuruyor okuyucuda. “Çırpınıp durmasam da kabul mu etsem halimi, an’da kalmayı bilerek varoluş şeklimle barışmalı mıyım?” diyor okur kendi kendine. Tatar Çölü’nde ise “Ben neyi kaybettim, nerelerde zaman harcadım, başka türlü olabilir miydi, ya bir şeyleri yanlış yaptımsa?” diye soruyor okuyucu kendine. İkisi de varoluşu sorguluyor, ikisi de zekice imgeliyor hayatı ve kendi kendine tekrar eden zaman ile onunla akıp giden insanın aczini…
Biri ona “Yaşadığın sürece bu hep böyle olacak sonuna kadar hep aynı şey demiş olsaydı, o da kendine gelirdi. “Olamaz” derdi, “Muhakkak farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki, insan “artık sonuna gelmiş olsam bile beklemeye değmiş” diyebilmeli”… (Tatar Çölü)
edebiyathaber.net (15 Ekim 2024)