Dante, 1310’da yazdığı İlahi Komedya’nın hem yazarı hem de başkişisidir. Eserinde Araf’tan başlayarak bir cehennem yolculuğuna çıkan Dante’ye şair Virgilius rehberlik eder ve ona cehennemin derinliklerini gösterir. Cehennemin gerçeği acıdır, ateştir, sonsuz ıstıraptır.
On üçüncü yüzyılda İncil’in söylediklerini yaymak amacıyla yazılan İlahi Komedya’daki cehennem betimlemesi birbirinden ürpertici sahnelerle anlatılır. Dante’nin cehennemini ne Virgilius’un rehberliği ne şiirin arkadaşlığı serinletir ve İlahi Komedya’nın dizeleri görsel bir etkiyle belleğimize yazılır. Ancak Dante’nin cehennemi biraz da semboliktir; insanın kendi cehennemini kendisinin hazırladığını düşündürür bize satır aralarında.
“Cehennem” bütün dillerde ve edebiyatlarda sık işlenen konudur. “Cehennem başkalarıdır” der Sartre. Selim İleri’nin Cehennem Kraliçesi’nde bütün ilişkiler Ölüm İlişkileri’dir. Yazar Gülseren Engin, kanayan bir çağda, yaralı insanlara yuva olan Anadolu’nun görünümünü romanına ad olarak koyar ve onu Cehennemde Bir Ada olarak betimler. Reha Mağden’in Cehennemde Bir Şehit’i toplumsal iletilerle açılır.
Faili Meçhul Öfke ile 2011’de Yunus Nadi Ödülü’nü alan Adnan Gerger, son romanı Bir Adı Cehennem’de yine aynı toprakların benzer bir öyküsünü romanlaştırır. Yine acılı bir dönemi “Bir Adı Cehennem” diyerek cehennem imgesi ile özdeşleştirir. Kitabın ilk sayfasındaki epigraf; doğulu bir düşünürün cehennem tanımıdır ve kulakların sağır, dillerin söylemez olduğu bir ortamı ve zamanı anlatmakta, okuma sürecimize düşünsel bir hedefi işaret etmektedir. Hallac-ı Mansur’un “Cehennem acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığımız yerdir.” derken vurguladığına benzer bir ortamı, Gerger, romanına mekân kılar. Anlatı bize bir yandan ülkenin yakın geçmişini anımsatırken bir yandan da sanal bir gerçeklik duygusu ile gelişir. Son otuz yıldır ülkemizde olup biteni bir gazeteci olarak yaşayan Gerger, iyi bildiği realiteyi alır, kurgunun içinde eritir, karıştırır; reel olandan romansal olanı yaratır. Gerçeği alır; duyduğu bildiği, belki geçmişte haberini yaptığı olayları sanal birer roman gerçeğine dönüştürür. Gazete haberi olarak bildiğimiz bir “olayı” bir roman olayı olarak yazarken dili de imgelerle yüklü bir edebiyat dili olarak kullanır. Anlatıyı, zaman zaman bir destanın, bir söylencenin esatiri unsurlarını taşıyan şiirli bir Türkçe ile oluşturur. Ancak yine de romanın başkişisi gerçeğin peşinde koşan yaman bir kadın gazetecidir. İlk roman Faili Meçhul Öfke’den tanıdığımız Leyla Çağlar, bu kez “Gündemin Sesi” gazetesinin muhabiridir ve Gerger’in romanının temel karakteridir. Gazeteci Leyla, Delale’ye verdiği sözü tutacak ve Ankara bürokrasisinin dar koridorlarında bir arayışa başlayacaktır. O, artık hem haber peşinde bir gazetecidir hem de sevgilisinin ölümünün arkasındaki sırrı arayan yaslı bir kadındır.
“Sırrı hakikatımız vardır bizim”
Bir sırrı aramak için yola çıkmak, yolcuyu başka sırların kapısına getirir ve alacakaranlığın içinde bırakır. Gazeteci Leyla; Adana, Tunceli, Ankara yollarında sevgilisi Mazlum’un izini takip ederken yazar da okuru, Türkiye’deki gazeteci-polis-bürokrat ilişkileri ve bu ilişkilerin gizli yanları üzerinde düşünmeye davet eder. Telekulak olayı, çete yapılanmaları, teşvik kredileri gibi manşetlerde kalan ve Türkiye’nin günlük hayatında pek de yankı bulmayan yıllar önceki olaylara kaleminin ışığını tutar. Romanın başkişisi Leyla, Dersim olayları sırasında ailesini kaybeden iki kız kardeşin peşine düşer; iç içe geçmiş, birbirine düğümlenmiş ve kaybolmuş insan hikâyelerinden çıkan çarpıcı gerçeklerle yüzleşir. Bu sırlarla dolu toprağın hangisi gerçek hangisi hayal bilinmez öyküleriyle buluşur. Üst üste birikmiş değişik kültürlerin hâlhamur olduğu bir Türkiye manzarasının ve görünenin altındaki görünmeyenin sınırlarını arar. Kim Türk, kim Kürt, nerede, nasıl, ne zaman bilinmez bir iklimde birbirine kaynamış, bazen kopmuş ve kaybolmuş bir puzzle’ın parçalarını roman gerçeğiyle yeniden şekillendirmeye çalışır.
Bir aynanın arkasına sürülen sırrı kazır gibi açıkça ve şeffaf görmek ister olup biteni. Sır kazındıkça ortaya çıkan çıplak gerçek ise bir gazetenin ve gazetecinin ne yapması gerektiği sorusuyla açıklanacaktır. Bilinenler yazılacak mıdır, yoksa bir kenarda saklanıp zamanı gelince mi kullanılacaktır. Mehmet Eroğlu’nun geçenlerde bir röportajda Lily Hellman’ı hatırlatarak söylediği gibi, “Kalemini günün modasına uyarak kullanmayacak” mıdır?
Gazete ve gazetecilik üstüne
Yazar, romanın sonunda öldürülecek olan Yeni Gündem gazetesinin temsilcisi Orhan Durucan’ın kimliğinde gazetecinin görevini ve mesleğin Türkiye’de, 1990’lardaki durumunu sorgular ve yine onun ağzından basının gerçekte ne olması gerektiğini tartışır: “Temiz bir toplum için her şeyden önce medyanın temiz olması gerekir. Hâlâ dürüst, namuslu bir medyanın var olduğunun kanıtlanması gerek Şiarımızı bundan sonra da değiştirmeyeceğiz. Haberleri yine özgürce yazacağız. Bizim işimiz habercilik. Mesele işte bu. Halkın özgür haber alma ve bu ülkede olup bitenleri öğrenme hakkını sonuna kadar savunacağız. Asla haberleri çarpıtmayacağız. Sonuna kadar yayın politikamızı sürdüreceğiz. Bizim üzerimize daha da gelmelerini bekliyoruz. Hepsini göğüslemeye hazırız. Medyayı ancak medya kurtarır” (s. 161).
Bir Adı Cehennem’i çağdaşı romanlardan farklı ve özgün kılan yönlerinden biri, bu aşamada görülebilir. Yazar Adnan Gerger, romanında halen aktif olarak sürdürdüğü gazeteciliğin çerçevesini çizmekte ve son dönemdeki duruma eleştiriler yöneltmektedir. Örnek gazeteci tipini romanda şöyle çizmektedir. “Orhan Bey eşine ender rastlanan gazetecilerden biriydi. Artık medyada böyle davranan idareciler kalmamıştı. Gazetecilikten gelmeyen, holding yöneticiliğinden atanan iş adamı temsilcileri gibi, kendi koltuğu uğruna emrinde çalışan personelini bir çırpıda satan, onları hor gören, kendi hatalarını onların üstüne yıkmaya çalışan biri değildi. Çalışanlarına asla insafsızca yaklaşmazdı. İnsanlığını yitirmemişti. Gazetecilik mesleği de motivasyon ve moral mesleğiydi. Sonradan olma ve yeni yetme medya patronları ve idarecileri, holding sahibi oldukları için bu farkı bir türlü kavrayamamıştı” (s. 105).
Yazarın gazetecilik hakkındaki bu değerlendirmesi romanın omurgasını oluşturur. Ancak anlatıyı diğer taraftan da Leyla karakteri ayakta tutmaktadır. Leyla’nın romanda tanık oldukları, yaşananların bir özeti gibidir. Şiddetle bastırılan kitlesel eylemler, toplumsal çalkantılar içinde kaybolan insanlar, yitirilen sevgililer, insanın insana eziyeti. Leyla, bütün bu karmaşa içinde karnındaki bebeğe ve verdiği söze sahip çıkmaya çalışırken yazar, Türkiye’de yakın tarihin bazı olaylarına onun gözleriyle bakar ve onun değerlendirmelerine okuru ortak eder.
Tarihsel olay, romanın odağında
Bir Adı Cehennem, yakın geçmişin tarihsel olaylarını konu alan bir romandır. Olay anlatır. Peki ama “olay” nedir?
Edebiyatın olduğu gibi, bir tarih metninin de bir haber metninin de objesi olaydır. Tarih de olay anlatır haber de. Ancak kim anlatırsa anlatsın, konu alanı ne olursa olsun bir olay, tek başına ortaya konamaz, olaylar zamandaş olarak ortaya çıkar. Bunlardan biri merkeze alınarak “olaylaştırılır”. Olayı ortaya koymak, sınırlarını çizmek, olaya bakana (ya da yazana) kalır. Bir yargıcın işi de olaylaştırmadır, (olayı görmesidir) tarihçinin işi de olaylaştırmadır (yorumlamadır). Yargıç, olay hakkında değil, kişi hakkında karar verir. Olay hakkında karar verilemez, üstelik olay olaylaştırılmamışsa ortada bir olay yoktur. Bir olay nasıl tarihsel olay haline gelir? Bir olay; başka bir olaydaki oluşturucu koşullardan biri haline gelirse, bir neden, bir bağ haline gelirse ancak o zaman tarihsel bir olaydır. Bir olay bir ilişkiler bütünüdür, hazır bir şey değildir. “Tarih tarihçi ve olgular arasında bir etkileşim, şimdi ile geçmiş arasında bitmez tükenmez bir diyalogdur” der Carr, Tarih Nedir’de.
1934 Nobel Ödülü’nün sahibi öykü yazarı Pirendello “Bir olay bir çuvala benzer, ancak içini doldurursanız ayakta durur” diye ekler. Adnan Gerger, Türkiye’nin çalkantılı bir sürecinin kimi olaylarını Bir Adı Cehennem’in odağına koyarken, bu tarihsel olaylara belli bir tarih bilinci ile bakmayı, olayları açıklarken bir belirleyici öğeyi göz önünde bulundurmayı ihmal etmez. Yazarın belirlenmiş özel tarih bilinci, roman boyunca bütün anlatıyı sarıp sarmalar ve ona yön verir.
Adnan Gerger, yakın tarihin içinden çekip çıkardığı ve içini doldurarak birer roman motifi haline getirdiği kimi olayları, mitolojik imgelerle, söylencelerle destekleyerek anlatır. Anlatılan bu kanlı, acılı, kırıcı dönemin sertliğini sanki şiirin inceliği ile sarar, teselli eder, romanda ortak bir dil arar. “Bu kitapta aşk meftundu / Bu kitapta mühür seslendi… Sabır seslendi / Bu kitapta göze mil çekildi… Gölge gizlendi / Dil efsunlandı… Söz bozguna uğradı / Fasıklar isyankâr oldu / Bu kitapta aslında /Zebellalar ve Zebaniler sınandı / İfritlere yüz sürüldü…/ Kadim tılsım azap çekti… / Ve Bir Adı Cehennemdi.”
Çiğdem Ülker – edebiyathaber.net (21 Aralık 2012)