Türkiye’de yaşıyorsan edebiyat üzerine düşünceler bir yerinden daima popüler okumalara ilişkin olur. Elinde değil, Sabahattin Ali‘nin hüzünlü hikayesini yazarsın, belki bir ‘okur’ çıkar diye…
“Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyor. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor. Ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu…”
Sabahattin Ali bu cümleleri yazdığında, Kürk Mantolu Madonna adını verdiği romanın ölümünün üzerinden 70 yıl geçtikten sonra (2 Nisan 2018) ortadan kalkan telif haklarını kutlamak için, büyük bir okuma selinin dalgalarıyla Türkiye’deki tüm kitap evleri tarafından yayımlanacağını düşünmüş müdür? Yoksa böyle kozmik şaka türünden sivri ve gereksiz şeyleri düşünmek sadece benim hasta beynimin bir işi mi? Geçmiş edebi makale sabıkalarım tamamen bana ait olabilir ama, bil ki bu kez işlenen bir cinayetin faili değil olay yeri inceleme uzmanıyım: Maktul yani kurban Maria Puder ile Raif Efendi. Katil ise popüler okuma salgını… Nasıl mı?
Kara ölüm yayılıyor
On dokuzuncu yüzyıla kadar kanalizasyon sistemi şehirleri yönetenler için ütopik olduğundan, insan dışkılarıyla bir beslenme sistemi kuran fareler ‘Kara Ölüm’ denilen veba mikrobunu taşıyan bir dört ayaklı kimyasal silahtı. Başta Avrupa olmak üzere İstanbul dahil onlarca kez yinelenen veba salgınlarında milyonlarca insan, yaralarından akan irinlerle başkalarına bulaştırdığı ölümden duydukları suçlulukla ezilerek, büyük acılarla delik deşik olarak öldü. Bugün Türk edebiyatını yanlış okumaya dair bir okumaya ilişkin veba salgını da, hem bugünün hem geleceğin okurlarını öldürüyor. Üstelik bunu da, Türk edebiyatına sadeliğin ihtişamı formunu Sait Faik Abasıyanık ile beraber getiren ve edebiyatımıza derinlik vasfını kazandıran Sabahattin Ali üzerinden yapıyor. Hem de bilmeden yapıyor.
Eğer tutunamıyorsan…
Bir romanı yanlış okumak, ancak onu okuyanın sorunu olabilir. Ama bir romanı kitleler yanlış okuyor ve bundan doğan bir büyük okuma salgını her önüne geleni kırıp geçiren bir yok edici kimliğine bürünüyorsa, orada durup düşünmek ve yazmak gerekir. Türk edebiyatında yayıncıların bu konudaki tüm inadı ve yanlış seçimlerine karşın nitelikli yeni yazarlar ara sıra kıvılcımlarını çaksa da, bizde edebiyat okurluğu klasikler üzerine bir eyleyiş biçimi. Ve Türkiye’de okurluğun diploması muamelesi yapıldığı için de Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ile Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı kitlesel bir okuma aracı olarak okunuyor. Halbuki Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, isminin anlamı olan tutunamamak eylemiyle ilgili değil, 60’ların sonu 70’lerin başındaki Türk entelektüellerinin hiçbir şey üretmeden sadece maddi ve manevi kaosa koştuğunun eleştirisi. Bugünkü durum Oğuz Atay‘a Tutunamayanlar‘ı yazdırandan farklı mı? Patronunun iki dudağı arasındaki işinden bir ayda kazandığı maaşıyla övünmeci bir ‘Maaş Burjuvazisi’ sınıfı Türkiye’nin büyük kentlerini ‘Her istediğimi yaparım’ züppeliğiyle para ve seks ilişkileriyle sosyolojik olarak kasıp kavururken… Bu sınıfın sadece tüketmeye ayarlı hayatına dokunmak isteyip de TUTUNAMAYAN yahut TUTUNAMAYACAĞINI düşünenler Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını anlamak için mi bu romanı okuyor, yoksa bu türlüsü bir Tutunamayan mağduru olduğu için mi? Cevap sana göre de mi ikinci şık? O zaman Kürk Mantolu Madonna’nın da yanlış okunduğunu düşünüyorsun demektir? İşte ben bu tür okurlara Kürk Mantolu Tutunamayanlar diyorum.
Tercihini yapmalısın
Sahi, bir aşk romanı nasıl yanlış okunur ki? Bu yanlış, onun bir aşk romanı olduğunu düşünmekle başlar. Kürk Mantolu Madonna, bir aşk romanı değil. Raif Efendi gibi kendi halinde ve mutsuz bir hayata mahkum insanın, o derin suskunluğunun altında yatan hüznün romanı. Kürk Mantolu Madonna’ya aşk romanı demek, romanın başlangıç bölümündeki 1930’lu yıllarda cumhuriyetin kuruluş döneminde torpili olmayanın Ankara’da iş bulamadığı bölümleri es geçmek demek. Bu da hayatının büyük bölümünü düşündükleri ve çoğunlukla da düşünmedikleri yüzünden hapishanede geçiren Sabahattin Ali’ye büyük bir haksızlık olur… Hem Sabahattin Ali’yi seveceksin, hem de onun romanını olmadığı bir sınıfa sokup öyle okuyacaksın. Peki; roman Maria Puder ile Raif aşkını anlattığı için aşk romanı sınıfına sokulsun. O zaman da romana aşk romanı muamelesi yapacaksın. Yani Raif ile Maria Puder’in birbirlerine zarar vermemeye dönük inceliklerini göreceksin… Raif’in Maria Puder ile zorunlu ayrılığı sonrası bir an dahi mutlu olursa, onun hatırasına saygısızlık etmiş olacağı düşüncesini duyacaksın… En önemlisi de bu romanı, aşk romanı diye okuyorsan, bir aşk romanını aşka dair hayattaki en büyük öğretici olduğunu kabul edeceksin. İlişkilerini daha naif yaşayacaksın: İnsanlarının gönlünün Raif Efendi gibi az bulanan kalpten yapıldığını düşüneceksin onu kırmadan evvel. Hayatın hatıralardan ibaret olduğunun farkına varıp, kimsenin hafızasında kendine dair kötü bir anı bırakmamaya çabalayacaksın. Aşkı sadece kendi kazanımların üzerine bir ilişki biçimi olarak görmeyip, karşındakinin kazanımlarını kendi arzularının önüne koyacaksın; sana da öyle davranılmasını zorlamayacaksın; şartları hazırlayıp bekleyeceksin…
Biraz düşün bakalım
Aşk ilişkisine dair bunca ütopik tutum ve davranışın sırf Kürk Mantolu Madonna’nın doğru okunuşu sonrasında hayata geçmesini beklemek, hem hayatı anlamamak hem de tatlı bir diktatör olmak sevdasına dayanır. Ki yazıyla ilişkisi olanın bu tür beklentisi ne olur, ne de başkasının olursa ona yüz verir ve ciddiye alır… Ama sen ister Kürk Mantolu Madonna’yı aşk romanı olarak oku, ister popüler bir ikon olduğu için merak ederek eline al, fotoğrafını çek, sosyal medyaya koy ya da sırf okumak için oku… Eğer bir okuma seline kapılarak romana da yazarına da haksızlık etmeye dönük bir çaban varsa, Raif ile Maria Puder’in naifliğinden utanıp utanmadığını düşün. Kürk Mantolu Madonna’yı okunmazsa seni okur saymayacak bir ikon haline getirmeden, okursan da sana temiz aşkı bir romanda yaşama kolaylığı sağlayacak bir mala dönüştürmeden oku. Hem böyle yaparsan Türk edebiyatının birkaç yazardan ve onun ikon romanlarından ibaret olmadığını görür, klasikleri yeni çıkanlarla harmanlayıp kendi edebi zevkini geliştirerek de okur ve kendini yakmaya niyetliysen yazarsın… Bu yazının boşa yazıldığını düşünüyorsan… Yani Kürk Mandolu Madonna senin için popüler bir aşk romanı ise, onu okuyanların ve temiz aşk duygularını bir romanda yaşayıp kapağını kapattıktan sonra kendi hayatlarına dönenlerin sevmekten gelmeyen ve adına sevişme de denilmeyen seks hayatlarını düşün. Hatta düşünme, yakında çok satan bu romanın sinema filmi olacakmış nasılsa Raif Efendi ile Maria Puder’i bol boş sevişirken göreceksin. Düşünmekle yorulma bir de… Ama Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevi’ndeyken yazdığı şu şiiri düşün. Çünkü kırılmış insanların her sözü, şiirin son dizesine çıkar:
“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma”
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (4 Ocak 2018)