“Hepsi biliyor hâlbuki, hepsi susuyor. (..) Biliyor. Susuyor. Sustukça kaçıyor.”
Her gün şiddetin envaiçeşidiyle kuşatılmış, havsalaya sığmayacak adaletsizlikler, cinsel şiddet ve istismar vakaları, hak gaspları arasında kendimize yaşanabilir yollar açmaya çalışırken bizi hayata ve birbirimize bağlayan en önemli şeylerden biri belki de gerektiğinde birbirimizin sesi olmak. Haksızlık ve şiddet karşısında ses çıkarmak, mağdurları onarır ve güçlendirirken, failler karşısında bir dayanışma alanı açar ve dahası, gelecekteki vakalara karşı kalkan olup güvenli bir saha inşa eder. Öte yandan, tanıklık edilen bir şiddet ya da istismar karşısındaki suskunluk faille bir ortaklaşmayı beraberinde getirir, bu seyircilik hâli bir tür iştirak anlamına gelir. Şiddet ve hak ihlallerinde bitaraf olmak, faile alan açmaktır; yani bir bakıma tarafını failden yana seçmektir.
Dilek Özhan Koçak’ın İthaki Yayınları’ndan çıkan ikinci romanı Kurşun Kalem, bir ailenin, on yıllara yayılan hesaplaşmasıyla bedelin masumlarca da ödendiği bir susma hikâyesini okurla paylaşıyor. Sessizlikle üzeri örtülen bir cinsel istismarın, mağdurunu da failini de aşan sonuçları, hikâye ilerledikçe gözümüzün önünde peyderpey şekilleniyor. Görüp de söylememenin, bilip de müdahale etmemenin bir aileyi çürütmekle kalmayıp yıllar içinde başka hayatlara da mal oluşunu okurken, intikamın hatırlatıcısı bir defter ve sökülen bir benliği bir arada tutmakla görevli bir çorap bize rehberlik ediyor. Kurşun Kalem, gözümüzün önünde yaşananlara sessiz kalmanın olası bedelleriyle bizi karşı karşıya bırakırken, yaşananları, adeta hayatı intikamla takas etmiş bir karakterin sarsak belleğinden aktarıyor.
Peki “adaletin tecelli etmediği bu dünyada”, detaylıca planlanmış ve neredeyse bir ömre yayılan kişisel intikam projesiyle adaleti sağladığını düşünen roman karakteri, adalete gerçekte ne ölçüde katkı sağlıyor? Yoksa aslında, o da mevcut adaletsizliği kendi intikam projesiyle daha da mı derinleştiriyor? Hayata dair ne varsa boşaltıp yerini salt kinle, katıksız bir intikam arzusuyla doldurmak, faillerin cezalandırılıp adaletin bir nebze olsun tecelli etmesine giden bir yolu sahiden açabilir mi? En önemlisi de, hedefi baştan çarpıtılan bir intikam projesi, orijindeki suçtan daha lekesiz kalabilir mi? Başka bir deyişle, faili muhatap almakla yetinmeyen, öç uğruna başka her şeyi/herkesi adeta zayiat belleyen bir intikam uygulayıcısını baştaki failden daha hakkaniyetli görmek mümkün olabilir mi? Yoksa artık onu da başka bir hikâyenin (ya da hikâyelerin) faili olarak düşünmemiz gerekmez mi?
Kurşun Kalem’i okurken bu soruları dağarcığımızda bulundurmak, romanda işlenen intikam-adalet ilişkisini sağduyulu bir zeminde değerlendirmek açısından önemli duruyor. Eril metotlara sıkışmış hesaplaşmaların, amacı ve motivasyonu ne olursa olsun, dönüp dolaşıp yine kadın bireyleri mağdur etme potansiyeli taşıdığını ise unutmamakta -ve hatırlatmakta- daima fayda var.
edebiyathaber.net (10 Kasım 2023)