Bir kadın bir ülkeyi terk ediyor ve başka bir ülkeye sadece merak duygusuyla gitmiyorsa, arkasında dinlenecek ya da okunacak ağrılı bir hikayesi vardır.
Romanın baş karakteri önce on yaşında anne kaybı, sonra babanın hastalığı ve ona bakma zorunluluğu ile yıllarca erkek kardeşine analık babalık yapar. Annenin kaybının ardından yaşadığı kardeş tecavüzü, karakterin tüm hayatını etkiler. Hem kurban hem suçludur. Ses çıkaramaz başına gelene. Romanda olay akışı sondan başa doğrudur ve diğer hiçbir bölümde aile fertlerinin ve diğer karakterlerin adı geçmez. Romanın ilk bölümünde rastlayacağımız başka dünyanın insanları arasından sadece onunla evlenmek isteyen Miguel’in adı geçer. Adanmış bir hayat yaşayan karakterin adı kitapta geçmez. Fiziki özellikleri nedeniyle sıska, çevresindeki erkeklerden de uzun, saf, beğenilmeyen yönleriyle dışarıdakilerce evlenmediği için Kuru Kız lakabı ile çağrılan karakter ailesinin tüm fertleri öldüğünde kendine bambaşka bir yol çizer. Acısı o kadar derine gömülmüş ve dilsizdir ki unutmak için dünyanın en uç köşesi denebilecek Ushuaia’ya Arjantin’in en güneyine buzulları gören, tıpkı donuklaşan acısı gibi buzulları karşılayan şehre gider.
Romanda şaşırtıcı olan bir kadının özgürleşme hikayesini okuyacağımızı bilmemize rağmen ardından geleceklerin ve anlatılanların ağırlığını tahmin edemeyişimiz. Bizim kültürümüzde ve pek çok kültürde, toplumsal cinsiyet farklılıklarına bakıldığında kadının medeni durumuna değer atfedilir. Aile kurup kurmadığı, çocuk sahibi olup olmadığı kadınlığı yerine getirmenin ön koşulu gibidir. Oysa erkekler için önemsenen medeni hali değil, hangi mesleği yaptığı ve kazancıdır, başarılarıdır. Evlilik durumu, çocuklarının olup olmadığı ikinci, üçüncü sıradadır. Burada erkek kardeş elektrikçi, kadın karakter kız kurusu olarak tanımlanır. Kahramanın tüm aile bireyleri ölünce fedakârlık yapmasını gerektirecek kimse kalmamıştır. Toplumca kabul edilen standart aile yaşamı içinde bulunmak için unutmayı seçen ve her gece Tanrısına dua eden karakter, çok dar bir alanda yaşamını sürdürür. Yaşadığı çevre içinde aklı durgun sanılır önceleri, belki de onlardan uzaklaşmak için buna uygun davranışlar geliştirir. Kuru Kız, aile ve mahalle içinde baskıyı ve sosyal dışlanmayı yaşar.
Artık kendilik algısını değiştirmek isteyen Kuru Kız’ın dünya hakkındaki tek bilgi kaynağı elindeki telefondur. İnternet, akıllı telefon, baskılanmış hayatın dört duvarından dünyaya açılan pencereleridir. Mahalleliler bile inanamaz o kadar pahalı telefonu nasıl satın alabildiğine. Üstelik kardeşinin ölümüyle oturdukları evi sattırmak isteyen, ellerinden almak isteyen komşularının adaletsizliği, merhamet adı altında gösterdikleri ikiyüzlü ahlâkları ile karşılaşır. Komşularından birinin fiziksel saldırısına maruz kalan Kuru Kız’ın ses çıkarma eylemi kendini korumak şeklinde olur. Anlaşılır ki demirciyi bıçaklayan kız hiç de aklı durgun biri değildir, sonrasında mahalleli mesafeli davranır. Bu boğuntulu ortamdan gidebilmesi kırk yaşını bulur.
Yazarın sorguladığı konular toplumsal cinsiyet farklılıkları, aile kurumunun kutsallaştırılması, kadının yaşadığı aile içinde ve dışındaki baskı, fiziksel şiddet, taciz, tecavüz, ensest, toplumun iki yüzlü ahlakı, “kötülüğün sıradanlaştırılması”* ve yeni benlik için umut edebilme gücünün önemi. Yazar, kitabın sonuna doğru, uzunca bir bölümle Hulki Aktunç’un argo sözlüğünden faydalanarak oluşturduğu hırsızlık ve sahtekarlıkla ilgili sözcükler derlemesine yer veriyor. Kelimeler, onu üreten toplumdan ve de o kültürde var olan ahlak anlayışından çıkıyor. Yazarın vurgusu burada karakterin yaşadığı toplumun ahlaksızlık ve adaletsizliğine. Kırk yaşında başına gelen tüm olaylara, dışlanmaya, baskıya rağmen kendini dönüştürme gücünü bulan büyük bir eylemliliği öneren romanla kadınların nasıl ezildiğini, yok sayıldığını, “erkekler rahat etsin diye kadınların çoğu zaman susması gerektiği” anlayışıyla büyütülen kız çocuklarının yazgısının farkına varalım diye yazıyor Ayfer Tunç. Kuru Kız, feminist edebiyat içinde hep konuşulacak bir kitap.
*Bu ifade Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” adlı kitabından alıntıdır.
**Bu ifade Rebecca Solnit’in “Bu Kimin Hikayesi” adlı kitabından alıntıdır.
edebiyathaber.net (17 Nisan 2023)