Erzurum’da dokuz ayı kar altında kalan bir köyde üç yıl öğretmenlik yapınca ‘’Kuru Otlar Üstüne’’ filmi beni heyecanlandırdı. Hemen sinemaya gidip uzun filme başladım. Film, NBC’nin klasik durağan sahneleriyle başlayınca sıkılacağımı düşünerek homurdansam da bir süre sonra yapbozun parçaları zihnimde oturmaya başladı.
Filmde dikkatimi çeken ilk ayrıntı, sosyal medyada da dolaşan parfüm sahnesi oldu. Çok basit sıradan bir sahne gibi devam eden birkaç replik bize bir insan karakteri çizmeye yetti. Kadın öğretmen ısrarla aldığı parfümün çakma olmadığına etrafındaki öğretmenleri ikna etmeye çalışıyor ve kar altında kalem yazmaz acılarla bir coğrafyada peşine düştüğü inadın boşluğu bana öğretmenin içinde yaşadığı denizi bilmeyen balık olduğunu düşündürttü. Önemsiz bir karakter olarak yönetmen tarafından elenmiş olacak ki bir daha herhangi bir sahnede görülmüyor bile. Burada her şeyin en özelini kendine layık gören bencil ruhun ısrarını ve küçük dünyasındaki çırpınışını süslemeden veriyor. Hayatın bu tür karakterlere biçtiği rol de keşke bu kadar olsa dedirtti.
Samet Öğretmen, tipik Anadolu aydını temsil etme noktasında kendisinde bir misyon görse de çürümüş ve eylemsiz kalan bireyin bohem tavrıyla nihilizme kaçan bir tavır içindedir. Yani her şeyi eleştiren ama hiçbir şey üretmeyen bu aydın tavrı, günümüz aydınına sert bir tokattır. İşin kötü tarafı N. Bilge Ceylan, bu eylemsizliği öyle güzel veriyor ki öğretmeni saatlerce izlediğimiz halde bu öğretmenin kafasındaki tek hedefin kapağı İstanbul’a atmak olduğuna filmin sonunda ikna oluyoruz. Filmde neredeyse herhangi bir olay olmamasına rağmen yüzlerce başlıkta inceleyeceğimiz küçürek hikayelerle bize çokça mesaj verilmesi üzerine kurgulanmış politik bir senaryoyla karşı karşıya kalıyoruz. Köye gelen yardım kolisinden kendisine bot seçen öğrencinin seçtiği küçük bota bakıp bundan şüphelenmeyen ilgisiz başrol oyuncumuz, filmin sonunda bu küçük botu alan çocuğun kardeşi için aldığını karlar içinde sürünen ayaklardan görebiliyoruz. Yüzümüze çarparak ve bağırarak verilmeyen yüzlerce sahnenin altında gizlenen çokça hikayenin olduğunu görebiliyoruz. Film adeta ‘’Bende binlerce sahne var. Her izlediğin sahneden sen de kendine göre devam ettirip bambaşka bir hikayeye çıkabilirsin.’’ demek istemiş. Hikayeden kastım da gerçeğin tüm çıplaklığıyla üşüten yanları demek daha doğru olacaktır.
N. Bilge Ceylan, yemek masasından bize nutuk çekmeyi burada da ihmal etmeyerek filmin en önemli mesajını burada Nuray Öğretmen ile diyaloglarla başarılı bir şekilde vermiş. Anlamayanlar için adeta tekrara düşerek verdiği mesajları farklı yorumlamak mümkün ama özetle bireyin toplumsal eylemlere karşı ilgisizliğini ve sorumsuzluğunu ifşa ediyor. Samet Öğretmen, İŞİD’in canlı bombayla yüzlerce insanı öldürdüğü patlamada ayaklarını kaybeden örgütlü Nuray Öğretmen karşısında laf kalabalığı yapıp umuttan yana yorgun olduğunu anlatırken Nuray öğretmen, öğretmenin kaçamak ve sorumsuz ruhunu yerden yere vurur. ‘’Kendini nasıl tanımlarsın ve ne ürettin?’’ sorularıyla bireyi, içinde yaşadığı topluma karşı konumlandırma ihtiyacını gösterir. Oysa karşısındaki Samet Öğretmen, sistem içinde erimiş ve tembelliğine yorgunluk kılıfını dikmeye çalışmaktadır.
Filmin eğitim yönünden de bir sistem eleştiri olduğu gözlemlenebilir. Toplumun şamar oğlanına dönen öğretmenin görev ve sorumlulukları artarken yetkisi de azaltıldıkça azalmaktadır. Eli kolu bağlanan öğretmen, toplum içinde ne yapacağını bilemez halde eylemsiz kalmaktadır. Öğrencisiyle oturup onun sorununa çözüm aradığı anda içinde yaşadığı toplumun geleneksel kalıplarıyla çarpışmaktadır. Film, bir çocuk istismarına mı gidiyor, derken izleyici bile insani ilişkiler içinde gerilmeye başlıyor. Nitekim bu samimi dostluktan dolayı resmi uyarıyı alan öğretmenler bir daha öğrenciyle aynı odada bile kalmayacaktır korkudan. Öyle de oluyor. İftiranın beyandan daha güçlü olduğu Ortadoğu toplumu bu anlamda ilişkilenmek ve samimiyet geliştirmek zor olacaktır. Bu çelişkiler içerisindeki eğitimci, gerçeği söylediğinde dokuz köyden kovulacağını bilerek hayal satmak zorunda bırakılıyor. Oysa hayal satmak N. Bilge Ceylan’ın en nefret ettiği duygudur ve burada Nietzschevari bir tarzla umudun yarattığı işkenceden kaçan öğretmen karakterini ön plana çıkarır. Burada yaratılan karakterle Yılmaz Güney karakterleri arasında paralellik kurarak onları gerçekçi bir zeminde vermeyi tercih eder. Öğretmen Samet’in köydeki genç arkadaşı, radikal düşünceleri tarafından jandarma komutanı tarafından dışlanmış bir karakterdir. Samet Öğretmen, bu gencin sakıncalı olduğu yönünde uyarılır. Hatta ikisinin arkadaşlığı jandarma komutanı tarafından kabul edilmez. Böylece yarı aydın ile genç köylü teması burada kesilmek istenir. Tıpkı, öğrencisine hediye alan öğretmenin hediyesinin başına bela edilmesi gibi iletişim kurmak da dayanışmak da sakıncalı bulunmaktadır. En politik filmi denilen bu filmde yönetmen, sorunu bir kimlik sorunu olmaktan çok işsizlik sorununa evirdiği yine öznel bir görüştür. Kimlik mi yoksa işsizlik mi? çatışması sonrasında karakter ortadan kaybolur ve nereye gittiği verilmez. Bu belirsizlik taraf tutmayan yönetmeni bertaraf edecektir. Her iki tez sahibi de ortada bırakılan bu tutumdan dolayı filmi olumsuz eleştirecektir.
Film, uzun bir taşra romanı olacak kadar detayı barındırırken bizleri adeta eksik bıraktığı hikayeleri tamamlamamızı ister. En güçlü metafor olarak üzerinde durulan ‘’kuru otlar’’ ile bireyin hiçleşmesi veya anlamsızlığı üzerinde durulan filmde aylarca kar altında kalan otun karın erimesiyle yeşermeden hemen solduğunu anlatırken aynı zamanda Kürd’e reva görülen baharsızlığı da gizlediği düşünülebilir. Baharı doya doya yaşamayan ot ile çocukluğunu gençliğini yaşamayan arasında metaforik bir gezinme, yorum açıktır. Ya zemheride üşüyecek ya da güneşte kuruyacak bir bireyin insani duygularıyla yaşam sürmesi beklenemez, mesajı ustaca gizlenmiştir. Filmin en güçlü karakterleri arasındaki öğrenci Sevim üzerinden bu tez daha detaylıca genişletilmiştir. Ömrünün baharına girmeye hazır haldeki ortaokul öğrencisi Sevim, ne kadar insana dair hisler taşısa da bu coğrafyada bu duygulara yer olmadığını yakında fark edecektir. Bu gerçeklik, kadının kendine bir şans aradığı bu çağda süslü sözcüklerin karşısında ataerkil sistemin halen ne kadar güçlü olduğunu da deşifre etmektedir. Adeta kadın sorusuna ‘’Kurduğunuz hayaller güzel ama gerçekliğin ne kadar güçlü olduğunun farkında mısınız?’’ mesajını iletir. Nice Sevimler kuruyup solmaktadır bu coğrafyada ve ataerkil sistem, halen çok büyük bir baskıyla vardır.’’ demek istemektedir.
Film, yönetmenin klasikleşen öğretisini tekrar eden birçok alt hikayeden oluşmaktadır. Bunlardan bir tanesinin bağırarak verir: ‘’İneğini tedavi ettiğim adam, köpeğimi öldürdü. Niye? İnsan olduğu için.’’ Sözüyle insanın kötücül yanına dikkat çeker. Yönetmen, burada umudu değil umutsuzluğu yüceltir adeta. Umut, işkenceyi uzatıyor yönetmene göre.
Filmin gözden kaçırılan en önemli ve iyi gizlenmiş yönü, Samet karakterindeki eril zihindir. Bu ataerkil zihnin kim olursa olsun bilinçaltında temizlenmemiş bir erilliği olduğu gerçeğini ifşa etmektedir. Köyün öğretmeni, toplumun aydını bilinen öğretmen, gizliden gizliye öğrencisinin kendisine aşık olduğunu düşünüp öğrencisine bir ahlak dersi vermeye hazırlarken içten içe yılışık bir gülmeyle bundan memnuniyetini de iyice gizler. Burada yüzde beliren gururu gören gözler, bunu tanır. Daha sonra bu aşkın kendisine değil de başkasına yönelik olduğunu anladığında içine girdiği faşizan ve barbar tavırlar, karakterini de ele verir. İnceltilmiş eril zihnin iyi gizlenmesiyle gözden kaçırılmaması gereken bir erkekle karşı karşıya kalıyoruz. Burada yine en büyük suçu öğrencisi Sevim’e karşı işleyen öğretmenimiz, gücü yettiği öğrencisini kovup ruhunu tartaklarken arkadaşı donanımlı Nuray öğretmen karşısında ise kendi ruhunun derinliklerindeki kirli Samet ile yüzleşir. Yönetmen, burada yine güçlü kadının adım adım kendini nasıl var ettiğini ve nasıl koruyacağını da göstermektedir. Karşısındaki maskeli sahte bilinci nasıl kazıyıp gerçeği nasıl ortaya çıkaracağını da göstermektedir. Hatta Nuray Öğretmen, içinden çıktığı bu ataerkil toplumun tüm bağnaz yanlarını sarsarak birlikte olduğu erkekle sosyal arkadaşı diğer erkeği yan yana getirerek kendisine dikilen rolü, kefeni, kimliği ret ederek yeni bir yaşam ve tez sunmaktadır. İki erkek de bu güçlü ve dobra kadın karşısında çaresiz ve sessiz kalmak dışında bir seçeneği kalmamaktadır. Böylece sert ve net bir söylemin herkesi hizaya getireceği gerçeği kurguda basit bir örnekle verilerek izleyiciye örnek bir tavır sunulmakta. Elbette bu yönetmende iyi veya kötü karakter yoktur ama Nuray Öğretmen’in buradaki zor olana cüret etmesi en başta kendisini özgürleştirmeye yetmiştir. Kadına verilen kaçak rolü ret edip iki erkeği gerçeğe yani doğal olan alana çekmesine her iki erkek de çap açısından hazır değildir.
Hülasa film, bir hikaye anlatmayıp yüzlerce hikayeyi barındıran kült filmlerden biri olacaktır. Salt kötü ve iyi olmayan insanın derin dehlizlerinden çarpık ve kaçak güreşmeye hazır ruhu iyi vermektedir. Bir karakter önermeyen yönetmen, yüzlerce karaktersizlik örneği göstererek seyirciye bir karakterin ve olayın peşinden gitmek yerine önce dönüp karakterli olmanın neresinden durduğunu sorar seyirciye. Çünkü N. Bilge Ceylan, insanı Dostoyevski gibi inceleyip insana insanı filmle göstermektedir. Perdede görüp iğrendiğimiz kişi, biziz!
edebiyathaber.net (28 Ekim 2023)