Bana Kuşlar Söyledi, daha ilk öyküsü ile beni etkiledi. Sarstı. Bir süre ikinciyi öyküye geçemedim. Yıllardır medyanın çok farklı alanlarında gördüğümüz, gülüşü hiç eksik olmayan, sempatik, sevimli yüzüyle bize onlarca yüzlerce şey anlatan, ülke ve dünya gündeminin yanı sıra birçok sanat dalına ait haber ve yorumları ile en olumsuz gerçekleri bile aktarırken umut aşılamayı asla elden bırakmayan Yekta Kopan’dan, bu kadar sert bir öykü okumak da sarstı sanırım beni. Üstelik bu nasıl bir üretkenlik. Televizyon programları, sunuculuk, youtube programları, atölye çalışmaları arasında, ne ara bir de hem çocuklar hem yetişkinler için sürekli yazıyor olmasına hayran olmamak elde değil.
E hem bu kadar sevilen ve başarılı işlere imza atmak hem de bu kadar üretken bir insan olmak onca ödülü hak ediyor elbette. Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri adlı kitabı 2002 Sait Faik Hikâye Armağanı’na, Karbon Kopya adlı kitabı 2007 Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü’ne, Bir de Baktım Yoksun adlı kitabı ise 2010 yılında hem Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne hem de Haldun Taner Öykü Ödülü’ne değer bulunuyor. Kitapları birçok dile çevriliyor. Ben henüz bir atölyesine katılamadım ama katılan arkadaşlarımdan hem çok şey öğrendiklerini hem de çok keyif aldıklarını duyuyorum sık sık.
Bana Kuşlar Söyledi, 12 öyküden oluşuyor. Öykülerin büyük bölümünde anlatıcı, kitabın ana kahramanı bir çocuk. Bu öykülerde yetişkinlerin dünyasına bir çocuğun penceresinden bakıyoruz, onun dili ve anlatımı ile dinliyoruz hikayeleri. Bu hikayeler çok tanıdık. Yakın ve uzak çevremizde sık sık tanık olduğumuz, belki bizzat yaşadığımız olaylar. O kadar kanıksadığımız meseleler ki, bu hikayeleri bir yetişkin anlatsa belki bu kadar etkilenmeyeceğiz, olur böyle şeyler, deyip geçeceğiz, yetişkin olma haline yapışmış o kahrolası kabullenmişlikle yolumuza devam edeceğiz. Ama o yaşananları size bir çocuk anlattığında sırtınızı dönüp gitme, yolunuza devam etme şansınız kalmıyor.
Biz yetişkinlere pek güven olmuyor. Her ne yaparsak yapalım arka planda başka hikayeler, başka başka yalanlarla yaşıyor olabiliriz. Ak dediğimiz kara olabilir. Az derken çoğu, çok derken azı saklıyor olabiliriz. Ama çocuklar… Çocuklar öyle değil. Hayatın ağırlığı ve kederini yetişkinlerin omuzlarında görününce daha dayanılır olabilir, ne de olsa hak ediyoruz bu bedeli, yaptıklarımızla, ve yapmadıklarımızla. Ama o ağırlık ve kederi, bir çocuğun omuzlarında görmek asla dayanılır bir şey değil.
Bana Kuşlar Söyledi’nin, yaşamın taşıması çok zor olan o ağırlığını yüklenmiş çocuklarının hayatlarına konuk olurken, gözümün önüne sık sık Nadine Labaki’nin Capharnaüm filminin başrol oyuncusu 12 yaşındaki Zain geldi. Tıpkı bu öykülerdeki gibi, yetişkinlerin dünyasında karşılaştığı her anlamsızlık, her engel, her zorluk karşısındaki yüzü. Özellikle son sahnede, anne babasına ve dünyanın tüm yetişkinlerine isyan ederken bakan gözleri. Bana Kuşlar Söyledi, Capharnaüm’de olduğu gibi, dünyanın tüm Zainlerinin sesini yetişkinlere duyurmaya çabalayan hikayeler anlatıyor.
Birçok öyküde isimler yok, anne var, baba var, kardeş abla var, adamlar var, kadınlar var. İsimlere ihtiyaç yok çünkü, anlatılanlar dünyanın her yerinde var olan Zainler, dünyanın her yerindeki anneler, babalar, yetişkinler…
Yekta Kopan’ın bu öyküleri var eden sözcük ve cümle seçimleri, kurgusu o kadar kusursuz ki, onlardan okura akan duygu o kadar doğrudan ki, yarattığı sarsıntı tarifsiz.
Bazı öykülerde bir distopya anlatılıyor. Bazılarında gerçek ve gerçeküstü arasında gidip geliyoruz. Oysa öykülerde yer alan her şey var yaşadığımız şu dünyada. Görmek ve duymak istemediğimiz her şey var. Çocukların katıksız saflığı ile yüzleşiyoruz tüm bunlarla. Bazen karşımıza bir kedi, bir çocuk kahraman olarak çıkıveriyor. O tutuyor aynayı yüzümüze. Öykülerde hayvanları konuşturuyor Yekta Kopan. İnsan – hayvan iletişimini o kadar güzel öyküleştiriyor ki, benim gibi en iyi dostları arasında kediler köpekler olan insanlar kendilerinden çok şey bulacaklar bu öykülerde ve şaşıracaklar, yaşarken adını koyamadığımız şeylerin bu öykülerde kusursuzca dile gelişine.
“Geçmişini bilmeyen kediler, geleceğini kuramamış insanları bir bakışla avucunun içine alabiliyormuş.”
Çocuklar bir zeytinle mutlu olabilirler. Çünkü zeytinin “babaların bütün anlamsız laflarını yok edebilen bir tadı vardır.” Çünkü çocuklar “canım zeytin” diyebilirler. Yetişkinler diyebilir mi? Yetişkinlik bir zeytinden mutlu olabilme ihtimalini kaybetmek mi?
Çocuklar bizden çok daha olgunlar. “Neyse ki aile denen şeyin gerçekleri örtbas etme çetesi olduğunu ilkokula başlamadan öğrenmiştim,” diyebilecek kadar olgunlar.
Yekta Kopan, aileden başlayıp, küçüklü büyüklü tüm kurum ve toplumsal oluşumların, bizzat toplumun, kısaca biz yetişkinlerin oluşturduğu her topluluğun örtbas ettiklerinin üstünü bir bir açıyor her öyküde. Görmek ve duymak istemediklerimizi gözümüzün içine sokuyor. Çocuklara, asla hak etmedikleri travmaları miras bırakmanın bedelini sorguluyor.
“İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı bir daha istese de kurtulamıyor ondan.”
En önemlisi, tüm bunları enfes bir mizah diliyle yapıyor.
Öyküleri sevmeme neden olan bir diğer özellikse doğa. Ne insan merkezli dil ne eril dil var öykülerde. Diğer yandan çok sert, katı bir dil var. Evet, çok sert öyküler, bazı yerlerde bayağı sıkı tokatlar yiyorsunuz okurken. Tüm sertliğine rağmen, yapıcı, eşitlikçi bir dil. İnsanı, bir yandan katı biçimde eleştiriyor, diğer yandan onu doğadaki canlı cansız ne varsa onlar kadar doğanın bir parçası olarak gören bir dil.
“Bak bir sürü ağaç var burada. Şu dalların arasında kuşlar var. Arılar var. Çiçekler, böcekler var. Keşke hepsini dinleyebilsen, keşke hepsiyle konuşabilsen. Dünyada hikâyesini anlatmak isteyen kim varsa, dinlesen keşke. Bu kadar çok hikâye varken dinlememek, konuşamamak daha büyük günah.”
“Bana kuşlar söyledi”, yetişkinlerin yalanlarını sevimli göstermek için kullandıkları ifadelerden biri. Kitaba isim olarak çok yakışmış. “Hayvanlar birbirlerine gerçekleri anlatır hep,” diyor hikâye kahramanlarından biri… Başka bir çocuk “Peki çocuklarını kandıran annelerin yalanlarını hangi hayvanlar söyler?” diyor.
Anne babaya layık olmaya çabalamanın ağırlığıyla ezilen çocuklar var bu öykülerde. Kutsal kabul edilen ama bir çocuğu mutlu etmekten aciz aile kurumu, toplum ve devletin kurduğu düzenin altında ezilen çocuklar var. Terör, ekolojik sorunlar, adaletsizlik, zengin fakir uçurumunun ağırlığını yüklenmek zorunda olan çocuklar var.
Bana Kuşlar Söyledi’nin öykülerini okumak kolay olmayacaktır bir yetişkin için. Yetişkinler olarak zaten en başta kendimize karşı ikiyüzlüyüz, dolayısıyla bu ikiyüzlülüğü çocuklara son derece doğallıkla uyguluyoruz. Yekta Kopan yüzümüze ayna tutarken hiç yumuşatmadan, kibarlığa kaçmadan, doğrudan, hatta dedim ya, biraz da sertçe “yüzleşin!” diyor. Öyküler, yetişkinlere karşı ne kadar sert davransa da yetişkinlerin çocuklara bıraktığı acımasız ve sert dünyanın yanında hafif kalıyorlar. Bu öyküleri, bu gerçeği, yaşamdaki en acımasız şeyin yarattığımız şu dünyanın kendisi olduğu gerçeğini unutmadan okumak gerek.
Her bir çocuk farklı bir birey. Her biri farklı özelliklere sahip. Kendimize soruyor muyuz: Onları bizim kurallarımıza, değer yargılarımıza uymaya, onları tek tipleştirmeye hakkımız var mı?
Kendisi ile yapılan bir söyleşide Yekta Kopan şunları söylüyor:
“Çocuklar artık ‘bana kuşlar söyledi’ yalanına kanmıyorlar. Onlara dünyayı ne hale getirdiğimizi dürüstçe anlatmamız gerekiyor. Dürüstçe anlatmalı ve onların derdini ve sevincini de anlamaya çalışmalıyız.”
Yekta Kopan bu öykülerle, çocukları rahat bıraksak, mor güneş, kırmızı at, kırmızı kedi çizmelerine, bizim mantık çerçevesine oturtmaya çalıştığımız gerçeküstü hayallerine izin versek, diyor. Çocukları dinlesek, bıkmadan, usanmadan, sıkılmadan dinlesek, o muhteşem meraklarına, heyecanlarına ortak olsak, diyor.
Yıllar önce, zihinsel engelli çocukların yer aldığı bir gösteriyi izlemiştim. Gösterinin sonunda öğretmenlerden biri o çocuklardan birine dair bir olay anlattı. Çocuk, yaptığı resimlerde hep iki tane güneş çiziyormuş ve dünyanın iki güneşi olduğunu söylüyormuş. Uzun süre öğretmenler ona “doğruyu!” öğretmeye çalışmışlar. Dünyanın bir güneşi olduğu gerçeğini! O ise ısrarla hayır, diyormuş, hayır, dünyanın iki güneşi var. Sonunda öğretmenler pes etmişler ve evet demişler, belki de senin dediğin doğrudur, dünyanın iki güneşi vardır, neden olmasın? O gösteriden beri ben de dünyanın iki güneşi olduğuna inanıyorum… Bir çocuğun düşüne ortak olmanın kime ne zararı var ki…
Aslına bakarsanız kuşlar çok şey söylüyor. Ağaçlar da, balıklar da, deniz de, rüzgar da, inekler ve kuzular da, filler ve dağ gorilleri de… Doğa ve içindeki her canlı çok şey söylüyor. Bir tek şey söylemiyorlar: hiçbiri yalan söylemiyor. Biz sussak… dinlesek… Bence çocuklar bu nedenle çocuklar. Doğa ve hayvanların söylediklerini dinledikleri için…
Çocuklar, sevdikleri kuzu ile tabaklarındaki kuzunun aynı olduğu gerçeğini ilk görüşte biliyorlar, yetişkinlerin bu gerçeği unutturma çabaları ile yetişkinliğe doğru adım adım yol alıyorlar.
Bana Kuşlar Söyledi, yetişkinleri eleştiriyor ama diğer yandan bu öykülerde, bir çocuğun gözyaşına, insanın hırs ve kibri için kesilen bir ağaca ağlayan yetişkinler de var. Yani o kadar da umutsuz değil durumumuz. Bana Kuşlar Söyledi, gerçekleri yüzümüze vururken, o umudu yeşerten ve taze tutan bir kitap aynı zamanda. “Çocuklar varsa, umut var,” diyor Yekta Kopan.
Can Yayınları’ndan bir kitap okuyup da Utku Lomlu’yu anmamak imkânsız artık. Yine kitabın içeriğine yakışan, içerikle ortak duygular uyandıran etkileyici bir kapak tasarlamış. Eline gönlüne sağlık.
Bana Kuşlar Söyledi, bence o kadar başarılı, o kadar sağlam, çıtası o kadar yüksek bir öykü kitabı ki Yekta Kopan bundan sonra ne yazacak gerçekten çok merak ediyorum…
Kitabın ilk baskısı 20.000 adet yapılmış. Yok olmaya yüz tutan insanlığımızı, sahiciliğimizi, içtenliğimizi hatırlatan, yanlışlarımızla ve yalanlarımızla yüzleştirdiği kadar, hem verdiği umutla hem de incelikli ironisi ve mizah diliyle iyi hissettiren harika öykülerle dolu bir kitabın, bu kadar çok insana ulaşacağını, okurken hissettiklerimde binlerce insanla ortak olduğumu bilmek de umut veriyor, iyi hissettiriyor.
edebiyathaber.net (23 Kasım 2021)