Edebiyat Haber sayesinde 23.02.2019 tarihinde Latife Tekin’le Mülkiyeliler Birliği’nde “Edebiyat Buluşmaları”nda idik. Güzel, hoş bir söyleşi oldu. Latife Tekin herkese dokundu adeta… Tüm soruları güleryüzle ve içtenlikle cevaplandırdı. “Sevgili Arsız Ölüm”den sonra bir kez daha büyülendim galiba…Notlarımı gözden geçirip bir yazı yazmak istediğimi söylediğimde de içtenlikle kabul etti.
Söyleşi sadece yeni romanları “Manves City” ve “Sürüklenme” ile sınırlı kalmadı, diğer eserlerinden, yazma rutininden, ne zaman yazmaya başladığına ve en son okuduğu romana kadar pek çok konudan bahsetti yazar.
Moderatör Özge Özkoç’a göre “Sürüklenme”de cinsiyetsiz kahramanın yaşamında adeta sürüklenirken yeni Latife Tekin edebiyatında dolaşıyoruz. Manves City ise mevcut ekonomik ve toplumsal koşullarda prekarya sürecini yaşayan yoksullarla eski Latife Tekin yazınının bir devamı gibi. Her iki romanı aynı andan çıkararak adeta iki denklemi birleştirmiş olduğu görüşünde ve iki romanla birlikte çıkmak bir yenilik. Bu bağlamda ilk soru Moderatörden: “ Bu iki romanla adeta çatallaşmış iki yolunu ya da iki farklı yazını birleştirmiş mi oluyor?”
Bu soru üzerine yazar iki yazın damarı olduğunu teyit etti. Önce Sürüklenme romanına başladığını belirtti. Gençlik yıllarında fabrika işçileri ile ilgili bir roman yazmayı hayal ettiğini ama bunu gerçekleştiremediğini söyledi. Sonra, “Şehirde gecekondularda yaşamış büyümüş çocuklardan birinin fabrikayı yazacağını ümit ettiğini ama kimsenin çıkmadığını” ekledi.
Roman yazmaya bu kadar ara vermesinin nedenine ilişkin çok soru sorulduğunu, bazen bu cevapları kendi kendilerine verdiklerini; bunlardan birinin örneğin, “artık düşünmeden yazmıyormuş, düşünerek yazıyormuş” olduğunu sitemle belirtti. “Yoksulları yazan yazarların sanki düşünmeden yazıyorlarmış” şeklindeki bu algıdan rahatsızlığını vurguladı. Oysa o ta“Sevgili Arsız Ölüm”de başlamış düşünmeye…
Yazacağı insanların roman kahramanı değil toplu davranış gösteren yoksullar olduğunu ve onları klasik roman tekniği ile anlatamayacağı için en başta “klasik bir roman yazmayacağını” söylediğini de vurguladı. Çünkü “o bir masalın içine doğdu: bir Ortaçağ masalı bu”. İçine doğduğu bu masal “ona verilmiş bir şey”. O yüzdendir ki onun anlatımı “büyülü gerçekçilik”tir.
Yoksulları yazıyor, gecekonduları, gecekondudaki yoksul kadınları yazıyor, onların diliyle yazıyor ve yazdıklarının onların pek de umurunda olmadığını düşünüyor, ama yine de yazıyor: “Hakkında yazdığım yoksul insanların umurunda değil bu. Okumuyorlar da. Belki benim onlar hakkında yazdığımı da bilmiyorlar. Bilseler beni bir kaşık suda boğabilirler”. Bu ifade bana “Berci Kristin Çöp Masalları”ndaki kadınları hatırlattı.
Özellikle bu yabanıllıktan beslendiğini de belirtti söyleşinin ilerleyen zamanında… “Ormanda Ölüm Yokmuş” adlı eserinde yoksullarla doğa arasında bir ilişki kurduğunu söylemesi de dikkate değerdi:”Yoksulların da doğaya ait olduğu vurgusu”…Bir arkadaşıyla 2 yıl boyunca Belgrad Ormanları’nda yürüyüş yapmış, gözlemlerde bulunmuş ve buradan yola çıkarak “Ormanda Ölüm Yokmuş” adlı eserini kaleme almış.Orman yabanıl yoksullarda yabanıl: “orman tüm yabanıllığıyla gücü ve özgürlüğü temsil ediyor ve özgürlüğü yabanıllıkla ilişkilendiriyor” ona göre. Devamında şöyle dedi yazar: “doğayı düzenleme gayreti ile karşımıza almışız onu ve kendimizin dışında konumlandırmışız. Yoksullarla kadınlara da böyle bakıyoruz”.
Bir kuşağın onu “Ormanda Ölüm Yokmuş”la sevmesinden oldukça mutlu. Çünkü “Sevgili Arsız Ölüm” ve “Berci Kristin Çöp Masalları” gibi eserleri artık çoğaltamayacağını ve o yüzden bu eseriyle bir kuşağı etkilemiş olmaktan mutlu olduğunu söylüyor. Ona göre “bu kuşak bambaşka bir kuşak ve bu kuşak onu geleceğe taşıyacak”.
Bu fikirler etrafında artık fabrika içini yazmasına yaşının elvermeyeceğini söylerken yeni romanı Manves City’de yine onu yoksulları yazarken bulduk. Yoksullar şehrin dışına atılıp görünmez olmuşken onların çığlıkları tekrar Latife Tekin’in kulağına gelir. Öyle ki tam yeni, farklı bir romana “Sürüklenme”ye başlamışken onu bırakıp tekrar yoksulları yazmaya karar verir.Bu amaçla sanayi bölgelerinde dolaşmaya, ”ne olmuş, ne bitmiş? ne değişmiş?” bakmaya, araştırmaya başlar. Böyle böyle cümleler birikmeye başlar ve “Manves City” ortaya çıkar. Sonuçta iki roman da tamamlanıp aynı anda yayınlanır. Bu sayede ben ve benim gibi “neden artık roman yayınlamıyor” merakı içindekilerin beklentisi gerçekleşir.
Bu arada “ Sürüklenme” deki anlatıcı kahraman cinsiyetsiz… Moderatör onu bir kadınmış gibi okumuş. Doğrusu ben de onu bir kadın olarak algılamıştım. Latife Tekin bir erkekmiş gibi algılayanların da olduğunu, ama bunun önemli olmadığını vurguladı. Bence bu kısa cevap örtük kaldı. Acaba burada çağımızın kimlik sorun ve bunalımlarına bir gönderme mi var?
Peki “Latife Tekin’in yazma deneyimleri nasıl, acı verici mi? Kolay mı? Bir yazar olarak ne okur?Kimi takip eder?Ya en son okuduğu kitap? Çağın sömürülerine karşı ümidini nasıl koruyor? Edilgenlik yazma sürecini nasıl etkiliyor?”…
yazarın yazma rutini yokmuş anlaşılan. Ama bir masa örtüsüne taktığını ve onu her yere götürdüğünü belirtti. Sonra masa örtüsü eskimiş ve bu takıntısından kurtulmuş. Artık genelde yatakta yazdığını, yatak odasında her yerden kalem ve kağıt çıktığını belirtti. Özellikle uyku ile uyanıklık arasındaki o ara zamanın onun için önemli ve verimli olduğunu, o ara zamanda aklına gelen her şeyi not aldığını söyledi ki son romanlarında bunun izlerini, bilinç akışını görebildiğimizi düşünüyorum.
Bu arada en son okuduğu kitap Metis Yayınlarından çıkan Byung-Chul Han’ın “Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme” adlı eseri…
Çağın sömürülerine karşı ümidini yazarak koruduğunu belirtiyor. Bir yazardan farklı bir cevap beklemek de saçma olurdu zaten.
Özellikle edebiyatçılara seslenerek “kaleminizi elinize alın ve kalkın” diyor… “Ayaktayız, yaşıyoruz ve yazmaya devam edeceğiz.Direnmenin bir yolu bu…Yazarak… Akıl sağlığımızı da korumak için”…
Yoksullar da edilgen değil. Görünmezlikten ne kastedildiğine bağlı. Ona göre konuşmuyor değiller ve yazarın “yoksulların sesi olmak gibi bir iddiası” yok. O yoksulların içinde kalarak edebiyat yapmak istiyor ve onların arasında kalabilmek için yazıyor: “Ben onlardan biriyim. Onların yanında olmak istiyorum. Eğer kabul ederlerse. Ama onların sesi olmak gibi iddialı cümleler kurmak istemiyorum.”
Velhasıl yazar “tüm amacının yoksullara dair bir duyarlılık geliştirmek” olduğunu belirterek bu keyifli söyleşiyi bitirdi. Geride bir sürü soru kaldı ama olsun bir sonraki sefere artık…
Ama bitirmeden Manves City’den inciler de ekleyeyim şuraya:
– “Tutunmak, ayakta kalmak üzerine bir hayattı onlarınki, kaderlerinde avutmayan sözü dinlemek yoktu.-Acıyı sızıyı dindirmeyen söz kulağa işlemez, savrulup gider.-“ (sy. 12)
– Çadırlarda söylendiği gibi ucuz ömrün kahkahasına gözyaşına kıymet biçilmez.” (sy. 13)
– “-Erice’de herkes herkesin üveyidir- kendine bir düzen kurana kadar başlarının üstünde yeri vardı- bir mahalleye girseniz silme akraba, hepsi üvey.” (sy.27.)
– “Bohçasını kiraz ağacının altında açanla, betona serip yayan bir olur mu?” (sy. 33)
– “Kadın sadece evladına, sevdiğine emek veren biri değil, bir hayattır, ömürdür.Söylemeni bekliyorum şimdi, kaytarmaca yok. Kadına yaşamak istediği ayrıcalıkları çok görmen doğru mu?” (sy.45)
– “Zaman kanatlanmış, nereye demişler,yeniye demiş.” (sy. 47)
– “Fakirlerin evi olmaz, yuvası olur” (sy. 62)
– “ölümüzü bile havai fişeklegömeceğimiz bilinçsiz günler yakındır, başımı ellerimin arasına alıp hepimiz adına düşündüm bu defa da.
Haniev, hani yuva?” (sy. 71)
– “Okul sadece acı yaşamayı ertelemek için kullanılan bir şey” demişti, “bizim gibilerin sonunu getirme imkanı yok” (sy. 88)
– “… beklemenin iyi tarafı o kişilerin yeni oyunlar keşfetmesine yaraması, biz sınıftan üç arkadaş bilgisayar oyunu yazmaya karar verdik,üçümüz çok samimiyiz, kan kardeş olduk sene başında, ölene kadar ayrılmayacağımıza söz verdik, annelerimiz çalışıyor, babalarımız uzakta, onları küçükken çok bekledik, aramızda konuştuk hepsini, beklemeyi bırakacağız artık, kafamıza göre takılacağız, yazacağımız oyunda zaman çabuk geçecek, bir saat bir dakikaya inecek.” (sy 143)
– “İçimde kımıldanan duyguyu nasıl anlatacağımı bilebilsem keşke, yıllar uçup geçerken zaman sanki ikimizi aklında tutup yazacakmış gibi sonsuzca- kendini rüzgara saklamış bir oluşuma güvenmek hata olur.
Diyorum ki zaman yırtılmasın orta yerinden, kırılmasın cam sürahisi, dökülmesin yılların kara suyu üstümüze.” (sy.145)
– “Hızla değişiyorsun Erice’m, her gün yeni bir kılığa bürünürken, ölüm haberleri düşürürken kulaklarımıza duymuyorsun çığlıklarını kimsesizlerin, söylemedin deme bana, baharın leylaklarını yazın sarı güllerini şahit tutup haklı çıkarım.” (sy. 148)
İyi ki var, iyi ki yazıyor ve iyi ki geldi Latife Tekin. Böylece benim bir hayalim gerçek oldu. Latife Tekin’in imzaladığı birçok kitabım var ve Latife Tekin bana dokundu. Bu hoş buluşmayı sağladığı için Mülkiyeliler Birliği’ne de içten teşekkürler!
edebiyathaber.net (27 Şubat 2019)