Ursula K. Le Guin okurları için verimli bir dönemde olduğumuzu söyleyebiliriz. Yazarın Türkçede metinleri her geçen gün artarken, takipçileri ve sevenleri ona daha yakından temas edip, düşüncelerine, yazma edimine ve kişisel dünyasına yakından bakma fırsatı buluyor. Geçtiğimiz günlerde Arwen Curry’nin yazar hakkında yaptığı belgeselin ilk fragmanını da izledik ve yazarın sesinin duymanın heyecanını yaşadık. “Bir şeyi hakkıyla yapmayı öğrenmek bir ömür boyu sürebilir” diyor belgeselin fragmanında yazar, onun ömür boyu sürdürdüğü “hakkıyla yapma” çabası, ömrünün ötesine geçerek, bizlere bir şeyler anlatmaya devam ediyor. Le Guin’e dair ne kadar çok metne temas edersek, onun dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayanlara uzattığı dost elini hep üzerimizde hissedeceğiz diye düşünüyorum.
Le Guin’in konuşmalarından ve makalelerinden derlenen “Dünyanın Kıyısında Dans: Kelimeler, Kadınlar, Mekânlar Üzerine Düşünceler” adlı kitap, İthaki Yayınları tarafından basıldı. Yazarın, yazıya, bilim kurgu edebiyatına, şiire, yaşama, kadın olmaya ve kitaplara dair yazılarına ulaşabildiğimiz metin, bizi Le Guin’i anlamaya biraz daha yaklaştırıyor. Le Guin kitapta, kendi deyimiyle “kimseyi incitmeden yıkmaya” çabalıyor, rahatsız ediyor, yıkıyor kendi fikirleriyle yeniden yapıyor, sözünü esirgemiyor ama alışık olduğumuz bilgece inceliğini de koruyor.
Kitapta yer alan Le Guin’in “Uzaylı Kocakarı” adlı metniyle başlayalım. Le Guin, bu yazıda bizi kadın bedenindeki değişimlerin toplumsal anlamları üzerine düşündürüyor. Regl, doğum, menopoz, bekâret gibi kadın bedeninin oluşunda bulunan durumların, toplumsal gözün kontrolünde ne tür anlamlar barındırdığına odaklanan yazar, asıl olarak menopoz üzerinde duruyor. Le Guin, menopozu kadının ikinci kez gerçekleştirdiği doğum olarak değerlendiriyor ve diğerinden farklı olarak menopozun yalnız gerçekleştirilen bir eylem olarak karşımıza çıktığından bahsediyor. Diğer doğumda doktorlar, ebeler, hemşireler, eşler yerini alırken, bu doğum kadının kendi kendini yalnız doğurması anlamına geliyor çünkü. Kadına dair bekaret, doğum, regl gibi konular daha çok ön plandadır üzerine düşündüğümüzde ve toplumsal gözetim ve denetim bu durumlar üzerinde daha çok durur. Le Guin menopozla erişilen “kocakarılık” durumuna dikkat çekip bunu olumlarken, günümüzde bunun da bir çaba gerektirdiğinden bahsediyor. “Vücut menopoz kadar çarpıcı bir değişim sinyali verirken değişmeme genç kalma çabası cesurca elbette, gelgelelim kişinin kendi kendini kurban ettiği, kır beş-elli yaşındaki bir kadından çok yirmi yaşındaki bir oğlan çocuğuna yaraşır, aptalca bir cesaret bu.” Yazar aslında yaşlılığın bir şekilde estetik ameliyatlar, kozmetik piyasası gibi etkenlerle yok olmasına dikkat çekiyor burada. Devamlı olarak ideal bir bedende yaşamaya zorlanmamız çünkü bu biraz. Hep genç kalıp, kırışmayan bir bedende, yaşamın izlerini taşımayan vücutla var olma çabası, bedenimiz üzerinde doğanın ve kendi sözümüzün hükmünü yitirmesi anlamını da taşıyor. Oysa yazarın ifade ettiği gibi; “Bırakalım da kadınlar yaşlı ölsün, şeref payeleri beyaz saçları, madalyaları insan kalpleri olsun.”
Le Guin bu yazısında kocakarı olmanın sandığımız kadar veya bize gösterildiği gibi olumsuz olmadığını hatırlatırken, başka bir gezegenden insan türünü tanımak için bir örnek istense gönderilecek olanın; “yakışıklı, zeki, cesur, iyi eğitim almış, formunun zirvesinde bir genç adam” olarak önerileceğinden oldukça emin. Ona kalırsa gitmesi gereken, “sıradan” yaşam sürmüş bir kocakarı, çünkü o “kendini doğurmayı başarmış olan” bu nedenle yazarın cümleleriyle: “Haydi nine doğruca uzay gemisine.”
Le Guin “Dünya Yaratmak” adlı metninde sanatçının dünya yaratmasını “dünyayı kendi dünyasına çevirmek, kendi dünyasından dünya yaratmak” olarak değerlendirirken, onun dünyanın parçalarını seçerek bunu yaptığına dikkat çekiyor. Bu önemli bir konu çünkü seçmek demek dünyadan seçmek anlamına geldiğinde gökkuşağı gibi renkli ve ahenkli bir evren ortaya çıkıyor. “Dünyanın eşiğinde dans etmek” için sanırım yine yazarın deneyiminden yola çıkmamız gerekiyor. “Yalnızca bir gelecek yaratabilmek için bir geçmişimizin olması gerektiği bilgisiyle kendi atalarımın ve analarımın Avrupa temelli kültüründen alabildiğimi aldım. Pek çoğumuz gibi, kullanabildiğim kadarını kullanmayı, Çin’den bir fikir araklamayı, Hindistan’dan bir tanrı çalmayı ve elimden gelen en iyi şekilde bu parçalardan bir dünya yaratmayı öğrendim.” Le Guin geçmişe dönük kültürel ögeleri es geçmeyip, dünyayı tekil bir yer olarak düşünmeyip, farklı parçaları bir arada yoğurmaktan bahsediyor. Bu dünya insanının beceremediğini, yazıyla ortaya koymak anlamına geliyor. Farklı olanı eşit şekilde bir arada kullanmak ve dünyayı bütün renkleriyle yazmak.
Son olarak “Kadınların Yazıdaki Olanakları” adlı metinden bahsedelim. Le Guin, kadınlara edebiyat dünyasının Woolf, Dickinson, Eliot, Austen gibi yazarların açtığından söz ederken, yine de erkek egemen bir yazı ortamından kurtulamadığımızdan bahsediyor. Kadınlar her ne kadar yazdıklarını bir şekilde bastırabilme imkânına eskisinden daha kolay sahip olsalar da onaylanmaları için bazı kriterler gerekli diyor. Örneğin ona göre; yazıları ne kadar etkili olursa olsun birçok kadın yazar ölünce listelerden siliniyor. Özellikle de çocuk sahibi olmaya cüret ederse silinmesi daha kolay oluyor. Yazılarınızın ciddiye alınmasını istiyorsanız, “evlenmeyin, çocuk sahibi olmayın ve hepsinden önemlisi ölmeyin. Ama ille de ölecekseniz intihar edin. Bunu onaylıyorlar” diye ekliyor. Bunları ilk duyunca saçma diyenler olacaktır ve elbette her zaman böyle değildir ancak Le Guin bu metni 1986 yılında yazdığında, inanıyorum ki tecrübesiyle konuşuyordu. Çünkü yazar olmanın kriterlerini de belirleyen birileri var ki genellikle erkeklerin hâkim olduğu bir dünyadan bahsediyor yazar, toplum tarafından kabul görmüş evlenme ve doğurma gibi durumların bile yazarlığının kabul görmesinde olumsuz etkileri olabildiğini hatırlatıyor bize. Çünkü bu sefer bunun üzerinden bir “farklılaştırma” ortaya çıkıyor ve her şekilde birileri tarafından belirlenmek gibi bir sorun var. Ölürseniz unutuluyorsunuz ama intihar ederseniz unutulmaz oluyorsunuz ki bunun örneklerine edebiyat dünyasında çok sık rastladığımız doğrudur.
Le Guin ayrıca bu yazısında “bir kadının muhakemesinden hareketle, kadının hayat deneyimine dayanarak yazmasından daha düzen bozan bir hareket yoktur” diyor. Buna da katılabiliriz çünkü kadının kendi deneyimini yazması, benliğini ortaya koyması, içeriden kendi gözüyle yaşamına bakması anlamını içerir. Bu da hem kendi dünyasına hem de kadınların dünyasına başka bir gözle bakmayı, toplumsal cinsiyetin verili anlamlarını görmeyi sağlar. Ayrıca insan en çok kendi kişisel tarihinden öğrenir, özellikle de verili rollerle yüzleşmek için yaşamındaki ayrıntıların anlamını çözmeye başladığında fark ettikleri, özgürleşmenin başladığı yerdir bana göre. Ki Le Guin’in de bahsettiği gibi Woolf bunu yapıyordu ve döneminin yazarlarını kendilerini ortaya koymayıp biçimlerde kayboldukları için eleştiriyordu.[1]
“Dünyanın Kıyısında Dans ‘Kelimeler, Kadınlar, Mekânlar Üzerine Düşünceler” adlı kitap, Le Guin’in çok farklı konularda, kendi deneyiminden de beslenerek ele aldığı yazılardan, çeşitli konferanslarda sunduğu metinlerden, kitaplara dair yazılarından oluşuyor. Kadına yer veren bir ahlâkın oluşmasından, bilimkurgu nedir, ilginç fikirler akla nasıl gelir sorusuna, kürtaj meselesine, kadınlığa, erkekliğe, kadın ve yaban arasında kurulan ilişkiye, “Rüyanın Öte Yakası”nın film olma serüvenine, yüzleştiklerimize ve yüzleşemediklerimize dair bir okuma deneyimi sunuyor. Her metnin kendince özel bir anlatısı ve bize söylediği bir şeyler var. Bu nedenle yazarken hangi metinden bahsedeceğim kısmı beni epey zorladı çünkü seçmek zordu. Şu söylenebilir ki Le Guin bize dost elini uzatmaya devam ediyor, eli üzerimizden eksik olmasın.
Emek Erez – edebiyathaber.net (21 Mayıs 2018)
[1] Meraklı okur için yazarın bu konuyu derinlemesine tartıştığı kitap: Woolf, V. (2017), “Benlik Üzerine Denemeler”, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.