Söyleşi: Duygu Özsüphandağ Yayman
Şehirlerin kerteriz alınan yerleri vardır. Orada buluşulur. Oradan adres tarifleri verilir. Oraya eş dost için bir şeyler bırakılır, sonra gidilip alınır. Şehirler, kerteriz noktalarıyla anılır. Okuryazar kitle için bu mekanlar elbet, o coğrafyanın geri kalanından farklıdır. Herkes zihnini kendi şehrine dağıtsın şimdi; ben İzmir’den boy vereceğim.
Alsancak’ta Yakın Kitabevi, 20 yıllık tarihiyle bu sıfatı hak eden bir kültür sanat merkezi. Buluşma noktası, emanet mekânı, çocukların oyun alanı… Kitap satın alınıp gidilen bir yer değil sadece. Okurlar da zaten hemen gidemediği için bir kafeteryası var. Okumakla yetinmeyenler, Yakın okuma atölyelerinde konuşuyor. Okur ile yazar, birbirini imza ve söyleşi günlerinde buluyor. İzmirli tüm yazarların yolu burada kesişiyor. Yazı atölyelerinde yeni yazarlar kalemini işletiyor. Sonra o yazarların eserleri kitaplaştırılıyor. Çünkü Yakın Kitabevi aynı zamanda bir yayınevi. Yayımladığı 200 kitap arasında çocuk eserleri ve İzmir yayınları, çoktan Türkiye’nin çok arananlarından oldu. Titiz bir editörlük çalışması sonucu seçilen roman, öykü ve şiirlerle edebiyatta da emin adımlarla ilerliyor. Ankara İmge Kitabevi’nde birlikte yetiştiği Nusret Özbay’la Yakın Kitabevi’ni, İmge ve Dost kitabevlerini örnek alarak 20 yıl önce kuran Levent Salıcı ile kitabevinin kültür merkezine dönüşme hikayesini konuştuk.
Yakın Kitabevi nasıl doğdu? İzmir kararı nasıl verildi ve yola nasıl çıkıldı?
Burayı birlikte kurduğum Nusret Özbay ile İmge’de çalışıyorduk. İmge’nin sahibi bize hep, “30 yaşınıza gelmeden kendi işinizi kurmalısınız yoksa buradan emekli olabilirsiniz” derdi. 30’a yaklaşırken bizde bu heyecan belirdi. Seçenekler arasına İstanbul’u hiç koymadık, orada yeterince yayınevi ve iyi kitapçılar vardı. Eskişehir ve İzmir olabilir, dedik. O yıl Nusret, İmge’nin İzmir şubesini açmıştı. İstenen gibi gitmeyince kapandı. Ben de fuar vesilesiyle İzmir’e geldim. İzmir’de bu işin olabileceğini düşünmüştük. Bundan önce şöyle bir şey oldu; Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi hocalarından Bülent Özkam ile her yıl öğrencilerin okuması için kitaplar seçer, önerirdik. Bir gün dedim ki, “Hocam ben gidiyorum, hem de senin memleketine gidiyorum, bir kitabevi açacağız.” Dedi ki “Dikkat et, İzmirliler arı gibidir. Doğru bir iş yaparsan orayı bal yaparsın ama yanlış bir şey yaparsan da arı gibi sokarlar.” Bu benim kulağımda küpe oldu. Sonra da, “Kitabevinin özellikleri konusunda kafandakileri toparla, İletişim Fakültesinde çocuklardan bir ödev isteyeyim, bakalım ne yapacaklar?” dedi.
Adını, Ankara İletişim Fakültesi öğrencileri buldu
Ne anlattın, kafanda ne vardı?
İki iyi örneğim vardı; İmge ve Dost. İmge, daha sıcak, okuruyla iyi ilişkiler olan kitabevi. Dost, okuruyla çok sıcak ilişkisi olmayan ama her kitabı bulunduran bir kitabeviydi. İkisinin arasında bir şey hayal etmiştim. Tek kelimelik, akılda kalan bir ismi olmalı. Okuruyla iletişim içinde, sıcak bir yer olmalı ve iyi bir kitabevi olmalı diye tarif etmiştim. Yaklaşık 30 isim çıktı. Yakın’ı duyar duymaz, bu olmalı, dedim. Bir de slogan buldular; “Dünyaya bir de Yakın’dan bakın.” 2002 başlarıydı. Nisan’da isim karşımıza çıktı. Ankara’da bir kitabevi kursaydım çok hızlı yol alabilirdim.
Niye Ankara değil de İzmir ya da Eskişehir’e meylettiniz?
Kitapçılıkta 10 yıl çalışmıştım, öğrendiğimiz; usulen, ustanın dükkânının karşısına dükkân açılmaz. İmge’ye, gideceğimiz tarihi altı ay öncesinden haber verdik. Sahibi demişti ki, “Size kitap desteğinde bulunacağım. Gidin, açın. Çalışmazsa sıkmayın canınızı, kapatır gelirsiniz.” Bu müthiş bir destek oldu. 2002’de İzmir Fuarı’na İmge’nin satışlarını yapmaya geldik. Bu dükkânı gördüm, sözleşmeyi yaptık. Ankara’ya gittik, valizleri topladık geldik. Bir arkadaşımdan bin dolar borç almıştım, bir de son maaşlarımızı aldık. Kitabevini tuttuk, rafları yaptık, para bitti, birkaç gece kartonların üzerinde yattık. Nusret ile Vizontele’deki gibi İstanbul’daki dağıtımcıları arıyoruz; “Biz İmge’deki çocuklarız, İzmir’de kitabevi açtık, kitaba ihtiyacımız var ama satınca parasını ödeyeceğiz.” Elimizde bir miktar kitap vardı ama bulduğumuz yer, hayalimizden büyük. Kitapları koyduk, üç raf doluyor. Burada var 100 raf. Yayıncılar diyor ki, “Biz İzmir’deki kitabevine kitap vermeyiz çünkü çok dilimiz yandı.” İkna ettik. Bir gün geldik ki onlarca koli gelmiş. Neredeyse aradığımız herkes kitap göndermiş.
Bir işletme kurulurken önce fizibilite çalışması yapılır. Lokasyon pazara uygun mu, alıcısı var mı, nasıl bir pazar gibi… Öyle bir çalışma yapmadan dükkânı görüp tuttunuz.
Evet. Açıkçası çok da araştırma yapmadan İzmir’e karar verdik, Ege Ege’dir diye. Başlarda insanlar, burası kütüphane mi kitabevi mi, diye soruyordu. Önce kapıları kapalı tutuyorduk, sonra insanlar içeri girmediği için açtık. Bunu çözmemiz lazım dedim. Gittim her yerden; İZDOB’dan, tiyatrolardan, etkinlik yapılan her yerden afiş topladım. Afiş okuyan içeri de bakar, içeri bakan gezer. O zamanlar çok yoğun olmayan biçimde imza günleri yapılıyormuş. Konak’ta Ercan Kitabevi çok yaparmış. Ankara’dan alışkındık, düzenli imza yapabileceğimizi düşündük. Bir kitabevi, okuruyla mutlaka iletişim içinde olmalı. Kitabı bir nesne gibi görmek doğru değil. Okur ve kitapçı birbirine bir şeyler önerecek. Okur ve yazar arasında bir alan gibi düşünmeliyiz. İmzalar için çeşitli yayınevlerine başvurduk. Can Dündar İmge’nin yazarıydı, rica ettik, seve seve yaparım, dedi. İyi bir sükse oldu. Sonra İdil Biret, Erdal Öz ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden yazarları ağırladık. Okur kitlemiz oluşmaya başladı.
Kızı Derin’in doğumu, çocuk yayıncılığını doğurdu
Sonra çeşidi artıralım, mekânı büyütelim mi dediniz?
Sokak içinde kalmıştık. Kitabevini hep katman katman büyütme taraftarıydım. Plak eklendi, CD ve kaset eklendi, hediyelik eşya girdi, dergiler girdi. Ama daha görünür olmamız, caddeye çıkmamız gerekiyordu. Buraya denk düşen iki dükkândan birinin devretmesi gündeme gelince tuttuk. 2006’da Kıbrısşehitleri Caddesi’ne bakan bir kapımız oldu.
Yayıncılık, Türkiye koşullarında cesur bir karar. Nasıl aldınız yayıncılık kararını?
İmge’nin yayıncılığını biliyorum, Dost Yayınları var. 2006’ya gelmişiz, artık yayının eklenmesi gerekiyor. Kitapçılık işinde sen de karşı tarafa bir şey satarsan kâr marjın artıyor. Yayıncılık kararı aldık. Rahmetli Üner Birkan’ın önerdiği “Dinleyicinin Kitabı”nı bastık. Bu arada Bülent Özkam hocanın söylediği gibi arılar bal yapmaya başladı. Kitapçılıkta olabilecek en yetkin insanlarla tanışıyorsun, ortak alanın kitap olunca daha kolay dostluk kuruluyor.
Ne basacağınıza karar vererek mi girişmiştiniz yayıncılığa?
Arıyorduk. Üner Bey’in kitabı daha önce basıldığı ve satıldığı için buradan yol alabiliriz dedik. Bir de klasik müzikle ilgili hoş bir kitap… Başlangıç için iyi bir seçim olacağını düşündük. Büyük kızım Derin, 2008’de doğdu. Eşim Ayça ile “Çocuk kitabı da basabiliriz” fikri belirdi. Ayça’nın da önayak olmasıyla İzmir’deki bazı yazarların, çocuk kitaplarının telif haklarını aldık. Çocuk kitabı en uzun süre devam ettiğimiz alan oldu. Süreç içinde yeni fikirler çıkıyor. Bu kentten hem zihnen hem fiziken besleniyoruz, kente borcumuz birikiyor, bu kente de bir şeyler verelim dedik. Yaşar Ürük ile tanıştık, “Adım Adım İzmir Rehberi” kitabını hazırladık. Ondan önce onun “İğne Deliğinden İzmir” kitabını bastık. Her yıl İzmir ile ilgili birkaç kitap basarak kent kültürüne katkıda bulunmayı amaçladık. Geldiğimiz noktada 200 kitap basmışız. Roman, öykü, İzmir, çocuk ve araştırma inceleme kitapları.
Roman ve öykü, Handan Gökçek kitapları ile başladı
Yetişkin edebiyatı nasıl dâhil oldu?
Çocuk yayınlarında yol aldık. Temeldeki fikrimiz, çocuklar için iyi yayıncılık yapmak, iyi yazarları takip etmekti. Çocuk bakımıyla, çocuğun düşünsel dünyasıyla ilgili kitaplar da ekledik. Bu arada Handan Gökçek’in çocuk kitaplarını bastık, yetişkin kitapları da vardı. Handan, kitabevimizin önemli yazarlarından olduğu için tüm edebiyat eserlerinin bünyemizde olması gerektiğini düşündüm. Böylece edebiyat kitapları da basmaya karar verdik. Temelde uzak durmaya çalışıyordum çünkü bu alanda çok iyi yayınevleri var. Handan Gökçek’in “Ah Mana Mu” romanı ile ilk başladık. “Elenika”, “Ve Yokmuş” ve diğer kitaplarını bastık. Bu arada İzmir kitaplarını yaparken Bülent Şenocak’ın “Levantın Yıldızı İzmir” kitabını basmıştık. Bülent Bey’in diğer edebiyat kitaplarını basmaya karar verdik.
Nasıl bir külliyatı var Yakın’ın?
Çocuk yayınlarında çok iyi bir yere geldik. Okullarda tavsiye edilen bir yayınevi olduk. Türkiye çapında ses getiren önemli yazarlarımız var. İzmir’in çeşitli bölgelerinde, çeperlerinde öğretmenlerle tanıştık. Çocuklarını kitapla buluşturmak için çok çabalıyorlardı, yeterince kütüphaneleri ve paraları yok. Buralara bağış yapmak isteyenlerle o öğretmenleri tanıştırdık. Bunun yanında bütün kitaplarımız çeşitli okullarda okutuldu.
Yazarlarla çocukları buluşturduğunuz için de etkileşim oldu galiba.
Tabii. Yazarlar okullara gidip etkinlikler yapıyor. Çocuk, yazarla buluşuyor, yazar da beslenmiş oluyor. Tahminimden hızlı büyüdü çocuk yayıncılığı.
Okurlar Yakın Yayınları’na nasıl ulaşabiliyor?
Önceden şöyleydi. Kitap İstanbul’da ana dağıtımcılara giderdi, onlar Türkiye’deki bütün kitapçılara dağıtırdı. Ancak internetle birlikte okurlarımız indirimli olduğu için internetten alışveriş yapmaya başladı. Kitabevlerinin indirim yapma gücü bellidir. Okurun da nereden uygun bulursa oradan alması gerekiyor. Kitabevlerinde kitaplarımız daha az bulunur oldu. Bu bütün yayıncıların sorunu oldu. Kitabevleri internet pazarının büyümesiyle yavaş yavaş kapandı. Var olanlar da bilmediği yayınevinin kitabını alıp rafına koyamaz oldu.
Yani Yakın Yayınları’na internetten ulaşabiliyorlar. Talep eden kitabevleri de sizden alıp rafına koyuyor, değil mi?
Evet. Çocuk yayınlarında okullarla iletişim kuruyoruz, okulların yakınlarındaki kırtasiyelere bırakıyoruz. Diğer kitaplarımızda hangi kitap çok soruluyorsa satıyorsa kitapçı ya bize ya toptancıya ulaşarak onu buluyor. İnternetin bizim için avantajı ise okur, ülkenin en uzak yerinden ya da yurt dışından bile kitabı edinebiliyor.
“Edebiyatta ‘Yakın bizi yeni bir yazarla tanıştırdı’ denecek.”
Türkiye’de çok fazla kitap basılıyor, artık daha fazla yazar var. Bu rekabetin içinde görünür hale gelmek zor oluyor mu, edebiyat yayınlarınız için? O rekabeti nasıl yönetiyorsunuz?
Yazarın çevresiyle yayınevinin gücünün birleşmesi oluyor. Çok büyük bir yayınevinden bir yazar, hiç imza söyleşi yapmazdı. Bir gün bizde imza yapmaya karar verdik. Yazara sordum, ne oldu da buna karar verdiniz? Dedi ki “Yazarın artık kitabını yazmakla, yayınevine vermekle görevi bitmiyor. Zaman değişti, çok yazar var. Öne çıkmanız, sizden söz edilmesi, kitabınızın çıktığını okurlarınızın bilmesi için söyleşiler yapmanız gerekiyor.” Yayınevinin de reklam yapması gerekiyor. Eskiden gazetelerin kitap eklerine reklamlar verilirdi, artık sosyal medyadan çok daha fazla okura ulaşılabiliyor. Bastığınız eserin, öncekini tamamlayacak ya da onun üzerine bir şey koyacak nitelikte olması gerekiyor. Zamanla okur kitleniz oluşuyor, bastıklarınızı takip ediyorlar. Çocuk kitapları için “Yakın Yayınları iyi kitaplar basıyor” deniyorsa, “İzmir ile ilgili Yakın ne bastı?” denir hale geldiyse edebiyatta da “Yakın bizi yeni bir yazarla tanıştırdı” denecek. Benim bildiğim formül bu; her seferinde bir şeyin üzerine yeni bir şey koyarak devam etmek.
Okurdan geri dönüşler nasıl?
Çocuk kitaplarımız çizimleri, içerikleri ve basım kaliteleriyle çok beğeniliyor. İzmir kitaplarında bir boşluğu doldurduk, 50’ye yakın İzmir kitabımız oldu. Edebiyatta da Handan Gökçek’in “Ah Mana Mu” adlı eseri neredeyse bir klasik oldu Türkiye’de.
Yayıncılık Avrupa’da kafeteryalarda başlıyor, ilk dergiler, gazeteler, kitaplar, ilk fikirler oradan çıkıyor. Buradan bakınca Yakın Kitabevi ve kafeterya birlikteliği için ne söylersin?
Avrupa’da bir kafeye gidiyorsun; Victor Hugo’un, Balzac’ın birer masası var… Kafelerde ya da kitapçıların içindeki kafelerde oturup vakit geçirmişler. Senin de kitabının kapağında ifade ettiğin gibi çay, birçok sohbetin başlangıç aracıdır. İki insanın birbirinin ağusunu almasıdır. O dönemki iş ortağım Nusret ile de şunu gözlüyordum. Okurlar kitaplarını alıyor, başka yerde oturup karıştırıyor. Kitabevinin fiziki imkânları uygundu, kafe yapmamız lazımdı, 2012’de başladık. Egeli okur kapalı mekânı sevmiyor, sokağı seviyor. Kafeyi kitabevinin en dibine değil, önüne almamız lazım dedik. Sokağa bakan kısımda 4 – 5 raf kaldırarak öne aldık, oradaki rafları üst kata taşıdık, bir kafemiz oldu.
“Türkiye’nin en çok etkinlik düzenleyen kitabeviyiz.”
Kafeteryanın nasıl bir atmosferi var? Neler gözlüyorsun?
Kafe büyümek istiyor, okura yetmiyor. Çoğu zaman oturacak yer olmadığını, insanların kışın geri döndüğünü gördüm. Birçok kafe var, başka yerlere de oturabilirler ama kitaplı bir ortamda oturup sohbet etmek hoşlarına gidiyor. Kafenin kitabın önüne geçmemesi, kitapçının kafeteryası olması insanlara etkileyici geliyor. Bazı kahvaltı salonlarında, kafelerde kitaplık görür oldum. Çünkü kitap hoş bir sohbetin baş aracı. Yakın, bir kitabevi olarak başlayıp aşama aşama bir kültür merkezine dönüştü, adım adım büyüdü.
Yakın atölyelerinin de payı var bunda. Bir eğitim merkezine de dönüştü, o nasıl oldu?
Türkiye’nin açık ara en çok etkinlik, imza düzenleyen kitabeviyiz. Her hafta sonu dolu, hafta içinde etkinlikleri olan, akşam söyleşiler yapan… Yogadan siyasete, ekolojiden felsefeye, sosyolojiye her alanda okuma ve yazma atölyeleri; felsefe, müzik, yazı atölyeleri yapıldı. Yazarlarla etkileşim içinde olmak, onlarla başka işler yapma gereği doğurdu. Nasıl yazdığını anlatmak isteyen, okurun “Nasıl yazıyorsunuz?” dediği, “Felsefeyi anlatır mısın?” denen, “Müzik nasıl bir şey?” sorusuna cevap veren yazarlar ile okurları buluşturduk. Çeşitli okuma kulüpleriyle ve derneklerle iş birlikleri yaptık. Üst kat bir dönem sanat galerisi oldu. Kitabevinde aynı gün 4 – 5 etkinliğin yapıldığı oluyor. Çocuk bölümünde bir etkinlik, üst katta bir söyleşi, aşağıda bir imza günü… Okur kitabı internetten alabiliyor ama etkileşime ihtiyacı var. “Okuduğumu paylaşmam gerekiyor” dendiği noktada okuma atölyeleri devreye girdi.
“Yazı atölyelerimiz, dünyanın dertleriyle dertleniyor.”
Yakın’ın hep kendinden yeni bir şey doğurması gibi yazı atölyesi de, Yakın Yayınları ile birlikte kitaplar üretti…
2013’ten beri her yaz sonunda başlar, yaza kadar sürer. Handan Gökçek yürütücülüğünde yapılan yazı atölyelerimiz, dünyanın dertleriyle dertlenir oldu. Mülteci kriziyle birlikte Handan Gökçek atölyesinden, “Ortak bir sorun üzerine yazsak…” fikri doğdu. İzmir civarından geçen ve dünyaya dağılan mülteci dramının tanığıydık. 2018’de “Yakından Geçen Mülteci Öyküler” adlı ortak kitap çıktı. Temel problemler üzerine odaklanıyor yazı atölyesi. Bu sene de “Yakından Geçen Şiddet Öyküleri”ni yayımladık, 100. kitabımızdı. Toplumsal bir yara üzerine yapılmış kitaplar olması, Yakın’a yüklediğim misyonla bütünleşti. Şimdi hazırladığımız Öteki Öyküler var. Toplumun kafa yorduğu meseleler üzerinden yürüyecek ve biz böyle gideceğiz.
Kendini doğuran projelerden biri de Yakın’ın yeni kitapçılar doğurması oldu.
Ben nasıl ki bir kitabevinden ayrılıp burayı kurduysam kitapla ilgili kişiler, kitabın civarından ayrılamaz. Süreç içinde bizimle çalışan bir sürü insan oldu, bir kısmı farklı kitapçılar açtı. Yakın markası varsa çalışan her insanın da soluğuyla oluştu. Ne ben ne Nusret buranın sahibiyiz diye ön plana çıktık. Kabuk ve Yel Değirmeni kitabevleri, çeşitli kitabevlerinde çalışanlar, Yakın’dan yolu geçenler oldu. Bir sürü kitabevini kuran insanlar yetiştirmiş olduk. Bunlar, Yakın’ı da büyüten insanlardı. Her birinin esirgenmez ve unutulmayacak emekleri var, teşekkür ediyorum. Onların okurla olan diyaloğu olmasaydı kesinlikle olmazdı.
Eski ortağın Nusret Özbay da Varyant Yayınlarını kurdu…
Çocukluk arkadaşım ve Yakın’ı birlikte kurduğumuz iş ortağım Nusret Özbay ile 2020 yılında pandemiden hemen önce aldığımız bir kararla işlerimizi ayırdık ancak birbirimize olan desteğimiz bugün olduğu gibi bundan sonra da eskisi gibi devam edecek. Yakın için harcadığı emeği hiçbir zaman unutamayız.
Okurlarla iletişim nasıl?
Bir gün koltuk değnekli bir okurumuz, Yakın torbasıyla otobüse biniyor. Ortalara kadar kimse yer göstermiyor. Biraz ilerleyince bir beyefendi kalkıyor. “Güzel olan yanı, benim de elimde Yakın torbası vardı, yer verenin de” demişti. Pandemide her şeyin tepetaklak gittiği zamanlarda üç telefon aldık. “Bir miktar param var, şu an ihtiyacım yok, istediğin kadar alıp kullanabilirsin, gerekiyorsa ödemeyebilirsin de…” dediler. İhtiyacımız olmadı ama o kadar büyük bir destekti ki bizi var eden güçlerdendi. İhtiyacı olmamasına rağmen kitap alan bir sürü okur oldu. Baştan kurguladığınız fikrin boşa gitmediğini, size benzeyen insanlarla birlikte yol aldığınızı görüyorsunuz. Üniversiteye başlayan, üniversiteyi bitirip işe başlayan bir sürü okurumuz var. Bir yerde işim olduğunda, Yakın Kitabevi’ndenim, dediğimde beni bilmiyorlar ama Yakın markası sempati oluşuyor. Yol arkadaşlığı, bir anlamda. Kimi gün okurun kitaba ihtiyacı vardı, alamadı; “Alın, olduğunda getirirsiniz” dedim. O okur kimi zaman da ihtiyacı olmayan kitabı aldı, “Bugün sizin desteğe ihtiyacınız var, o gün de benim vardı” dedi. Bir yandan da mahalle bakkalı gibi… “Kahraman bakkal süpermarkete karşı.” Süreç içinde şöyle de bir şey oldu. Bir türlü buluşamayan iki okurdan biri diyor ki “Yarın sabah Yakın’a uğrayacağım.” Diğeri, “Öğleden sonra gelirim, oraya bırak, alayım.” Anahtarlarını, kitaplarını birbirine iletenler, “Bir ödemem var, filanca gelip alacak” diyenler… Yazar kitabını imzaladı, okur gelip aldı… Bir dönem burası mahalle çocuklarının oyun alanıydı. Kitap okuyorlar, oyun oynuyorlar, çizim yapıyorlar… Esnaf sorumluluğun oluyor, bu çok hoşuma gidiyor. Kıbrısşehitleri’ne bakan kısımda iki lamba var, biri Mahmure biri Mustafa. Mahmure teyze ile Mustafa amca komşumuzdu. Geçen sene pandemide vefat ettiler, çocuklarından kitabevimizde yaşasın diye bir şey istedik, lambalarını aldık. O iki lamba kitabevimizin girişinde yeni okurları karşılıyor.
“Erdal Öz’ün sözü, kulağıma küpe oldu.”
Hedefte neler var?
Yayıncılığı büyüteceğiz. Kitabevimizi gidebildiği kadar ileri taşımak istiyoruz. İzmir yayınlarını büyüteceğiz. Foça kitabı hazırlayacağız, Çiğli, Urla, Alaçatı kitapları hazırladık. Ege Bölgesi’ne dönük kitaplar yapmak istiyoruz. Çocuk yayıncılığında doğru yazarlar ve çizerlerle, doğru hikayelerle devam edeceğiz. Edebiyat alanında çok iyi kitaplarımız oluyor. Doğru insanlarla çalışıyoruz, iyi editörlerimiz var, seçerek devam ediyoruz. Toplumun sıkıntılarını edebiyatla paylaşalım istiyorum. “Dulhane”yi boşuna basmadık. “Mülteci Öyküler”i, “Şiddet Öyküleri”ni, ötekilerin hikayelerini, “Ah Mana Mu”yu, “Elenika”yı, “Ve Yokmuş”u… “Ve Yokmuş”, 12 Eylül hikayesi. “Elenika”, 6 – 7 Eylül hikayesi, “Ah Mana Mu”, mübadele hikayesi. “Dulhane”, kanayan bir yara. Çocuk kitaplarında da toplumsal sorunlara çok eğiliriz.
Konuk yazarlarla ne anılarınız vardır…
İdil Biret, imzasını nota yazarak atıyordu. Erdal Öz’e imza yapıyorduk, okur geldi, bir şey konuştular. Dedi ki, “Yayıncı olmanın da şöyle bir yanı var. Çok arkadaşın oluyor, arkadaşların yazdıklarını sana getiriyor, onun dünyanın en iyi kitabı olduğunu sanıyor ve basmazsan çok kızıyor.” Kulağıma küpe oldu bu söz. Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş, Can Dündar ile birlikte imza yaptı. Türkiye’de toplumsal ve yazınsal anlamda çok etkili yazarlara imza yaptık. Can Dündar, Ece Temelkuran, Erdal Öz, Hasan Ali Toptaş, Latife Tekin, Murathan Mungan, Buket Uzuner, Mine Söğüt, Ahmet Ümit… Bir gün İhsan Oktay Anar’a, bir gün tarım yazarı gazeteci Ali Ekber Yıldırım’a burada rastlayabilirsin. Sadece kitap satsaydık böyle olmazdı. Sadece okurla iyi geçinseydik bu kadar olmazdı.
Bunu belki başta sormalıydım ama kapatırken başa dönmüş olalım. Kitapçılığa nasıl başladın?
Adıyaman Besni’de doğdum. 18 yaşına kadar oradaydım. Üniversite sınavlarına girmek için Ankara’ya geldim. Tarih okumak istemiştim, ilk yıl kazanamadım. İmge Yayınlarının sahibi Refik Tabakçı kuzenimdir. Ablam Ankara’da okurken bana kitap getirirdi, kitaplarla doğal bir bağım oluşmuştu. Ankara’da kuzenimin yanına gidip geliyordum. Sınavı kazanamayınca moralimin çok bozuktu. “Gel, benimle çalış” dedi. Zaten çok istediğim bir teklifti. Kitabevinin bütün temizliğinden sorumlu olarak kitabın tozunu alarak rafını silerek başladım. Kitabın tozunu iyi yuttum, ciğerlerime işledi. 1991’den beri, 31 yıldır kitabın içindeyiz. Beni arayıp “Önerdiğin kitaplar sayesinde kitapsever oldum” diyen çok okurum var. Yaptığım işi hep çok sevdim. Yeniden başlasam yine kitapçılık yapardım.
İçinde kitap olan her kareyi çok sevdim. Onun için kitabevinin neresine baksam mutlu oluyorum.
edebiyathaber.net (29 Haziran 2022)