Ele alınır alınmaz bırakılmış, nice tasarılardan sonra, 19 Mart l873’te Tolstoy, Anna Karenina’yı yazmaya başlar. Romanın en önemli yanı, Anna’nın tragedyası ve l860 yılına doğru, Rus toplumunun değişik tablolarıyla birlikte, -salonlar, subay kulüpleri balolar, tiyatrolar, yarışlar, -özyaşamöyküsel niteliğidir. Konstantin Levin, Tolstoy’u canlandıran kahramanların başında gelir. Görünürde roman oldukça bağımsız bir çizgide ilerlerse de romanda paralel bir çizgide ilerleyen Levin ve Kitti’nin öyküsü yer alır. Tolstoy, romana Levin karakterini yaratırken kendi düşüncelerini katar. Levin, Tolstoy gibi ahlaki idealleri olan, vicdan sahibi biridir. Çevresindeki dünyayı aklıyla kavramakla yükümlü olduğunu düşünen bir adamdır. Bu nedenle, Levin sürekli sorgulayan ve sorguladıkça düşüncelerinde evrim geçiren bireyin canlandırılmasıdır. Levin roman boyunca tinsel olarak gelişir. Tıpkı Tolstoy’un o tarihlerde kendi kendisi için geliştirdiği, olgunlaştırdığı dini ideallere doğru yönelir.
Tolstoy Levin karakterine yalnız tutucu, demokratçı düşüncelerini, aydınları küçümseyen beyzadelerin liberalizm düşmanlığını vermekle kalmaz, kendi yaşamını da verir.* Örneğin Levin’in kardeşinin ölümü, Tolstoy’un kardeşi Dimitri’nin ölümünün acı bir canlandırılışıdır. Levin ile Kitti’nin aşkları, ilk evlilik yılları da kendi aile anılarının aktarılışıdır. Kitabın sonuna yaklaşırken o günkü Rus toplumunun bir eleştirisi olarak çıkar karşımıza Tolstoy. Yalana, bütün yalanlara savaş açmıştır. Hem kötü hem de erdemli yalanlara, istediği gibi hareket eden, davranışlarında herhangi bir koşula bağlı olmayan insanların gevezeliklerine, kibar çevrenin yardımseverliğine, salon dinine, bütün gerçek duyguları yolundan çıkaran, ruhun yüce duygularını dizginleyen kibar çevreye savaş açar.
Her ne kadar romana adını veren Anna Karenina olsa da, Levin romanın eş-başkahramanıdır, bizzat Anna kadar hikâyenin merkezinde yer alır. Birçok eleştirmen Levin’i yazarın örtülü bir öz-portresi olarak okur; Levin’in adı Tolstoy’un ilk ismini içerir (Lev) ve Kitty ile flörtünün pek çok ayrıntısı –düğündeki kayıp gömlek de dâhil– doğrudan Tolstoy’un yaşamından alınmıştır. Özellikle, romanın sonunda Levin’in inanç itirafı Tolstoy’un Anna Karenina’yı yazdıktan sonra dine dönüşüne paraleldir.
Levin kimdir?
Özgür düşünceli ve sosyal anlamda beceriksiz biri olan Levin, Rus toplumunun görünür hiçbir sınıflandırmasına uymaz. Ne erkek kardeşi Nicolai gibi özgür düşünceli bir asi ne de üvey erkek kardeşi Sergei gibi kitap kurdu bir entelektüeldir. Ne Betsy gibi sosyetik, ne Karenin gibi bürokrat ne de Veslovsky gibi hilebazdır. Levin Rusya’nın batılı bir ulus olarak geleceği konusunu çift taraflı ele alır: Rusya’yı Batılılaştırmak isteyen liberallere güvenmez; onların analitik ve soyut yaklaşımlarını reddeder. Öte yandan batı teknolojisinin ve tarım biliminin kullanışlılığını kabul eder. Kısacası Levin kendine özgü bir insandır. Herhangi bir grubun hazır görüşlerini benimsemek yerine karışık ve puslu olsa bile kendi görüşlerine göre hareket eder. Üstelik Levin kendini rahat hissetmeyeceği bir toplumsal düzene uymak yerine yalnızlığı tercih eder. Bu açıdan Levin, kendini-tanımlama ve bireysel mutluluk arayışında benzer bir hikâyesi olan Anna’yı andırır.
Yalnızlığı seven biri olmasına karşın Levin, bencil değildir ve kendini olağanüstü ya da üstün gördüğüne dair bir belirti yoktur. Tolstoy romanda Levin’i bir kahraman yaptıysa, onun kahramanlığı özgün başarılarında değil, sıradan insan deneyimlerinin tadına varma yetisindedir. Romandaki en unutulmaz deneyimi –âşık olmanın mutluluğu ve karısının doğumundaki korkusu– az bulunur ya da aristokratça değil, milyonlarla paylaşılandır. Herkes bu tür şeyler hissedebilir. Levin’i özel kılan bunları çok daha derin ve açık hissetmesidir. Bu paylaşım ona romanda başka hiçbir karakterin temsil etmediği insancıl bir boyut kazandırır.
Köylüleriyle uyum halinde oluşu ve sosyal gösterişe duyduğu nefret onu sıradan bir insan, aristokrat kökenine rağmen Rus halkından biri olarak karakterize eder. Levin köylüleriyle birlikte bütün bir gün boyunca ekin biçtiğinde halktan insanlara bilerek hayır yapmak için çalıştığını hissetmeyiz. Yaptığı işten zevk aldığında doğal ve içtendir. Tolstoy’un, Levin’in sonunda bir köylüden öğrendiği inancı keşfedişini sunuşu aynı şekilde sıradandır. Bu bağlamda Levin, hayatın basit değerlerini ve Tolstoy’un örnek bir insan görüşünü canlandırır.
Tolstoy ve köy yaşamı
Lev Nikolayeviç Tolstoy (28 Ağustos 1828 – 7 Kasım 1910) zengin bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya-Polyana’da doğar. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybeder, yakınlarının elinde büyür. Öğrenimini Moskova’da yapar. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazanır. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire’i ve J. J. Rousseau’yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetle etkisinde kalmıştır. Yasnaya-Polyana’ya döner, yoksul köylüler arasına katılır. İlk eseri olan “Çocukluk” romanını bu sıralarda yazar.
Bir süre sonra orduya girer. Kafkasya’ya gönderilir. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazar. 1854’te Kırım Savaşı’na subay olarak katılır. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg’a gider. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazar. Gene de içinde aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordur. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıkar. Almanya, Fransa, İsviçre’de dolaşır. Yurduna dönüşünde gene Yasnaya-Polyana’ya yerleşir. Asalet unvanlarından, lüksten sıkılır. Yeni bir kararlılıkla kendisini köylülerle birlikte “gerçek hayatı” yaşama görevine adar. Eski hayatından –kumar, fahişeler, ölçüsüz yeme-içme, zenginliğin utancı ve hayatta gerçek bir iş ya da amaçtan yoksun olmaktan – iğreniyordur. “Halka giden” popülistler gibi yeni bir hayat, köylü emeğine ve insanların kardeşliğine kayalı, ahlaklı, gerçek bir hayat yaşamaya yemin etmiştir. 1859’da köyünde bir okul kurar. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdur. Öğretmenler genelde devrimci görüşleri nedeniyle üniversitelerden atılan öğrencilerdir.
Tolstoy kendi mülkünün hatırı sayılır bir bölümünü köylülere verir. Rusya’nın hiçbir yerinde kararname bu kadar cömertçe uygulanmamıştır. Sanki Tolstoy servetini vermek için yanıp tutuşuyordu. Ayrıcalıklı varlığını terk edip toprakta köylüler gibi yaşamayı hayal ediyordu. Hatta bir süre bunu da dener. 1862’de evlendiği Sonya’yla birlikte Yasnaya Polyana’ya yerleşir. Bütün hizmetkârları çıkarır ve çiftçilik işini kendisi üstlenir. Bu deneyim tam bir başarısızlıkla sonuçlanır. Domuz etini nasıl salamura yapacağını, nasıl ağ yapacağını, tarlayı ne zaman sürüp ne zaman çapalayacağını bilmiyordu ve kısa zamanda bunlardan usanıp Moskova’ya kaçsa da düş yok olmaz. Kısaca düşünceleri zıtlıklarla doludur. Köylü mü olsun soylu mu kalsın bir türlü karar veremez. Bir yandan da aristokrasinin elit kültürünü kucaklarken bir yandan tüm hayatı, elit dünyanın utanç verici ayrıcalıklarını terk etme ve “alnının teriyle” yaşama mücadelesiydi. Sade çalışma hayatını arayış, Tolstoy’un çalışmalarının değişmez teması olur. Anna Karenina’daki köylü sever toprak ağası Levin o kadar Tolstoy’un hayatına ve hayallerine dayanır ki, neredeyse otobiyografik bir karakterdir. Levin’in tarladaki köylü orakçılara katıldığı, kendindi çalışma ve ekip içinde kaybettiği o keyifli anı kim unutabilir?
“…Levin kendi adamlarından birkaçını tanıdı. Uzun beyaz gömleğiyle ihtiyar Yermil oradaydı. Öne iyice eğilmiş, tırpanı öyle sallıyordu. Daha önce Levin’in yanında arabacılık etmiş genç, cana yakın Vaksa da oradaydı. Öteki işçilerden daha hızlı sallıyordu tırpanı. Levin’e ot biçmesini öğreten Tit de vardı. Ufat tefek, zayıf bir köylüydü. En öndeydi, eğilmeden, oyuncak gibi sallıyordu tırpanı. En geniş sıra onunkiydi.
Levin attan indi, yolun kenarında ağaca bağladı atını. Tit, çalıların arasından aldığı tırpanı ona uzatırken gülümseyerek:
– Tırpanınız hazır efendim, dedi. Jilet gibi oldu, dokunur dokunmaz kesiyor…”
Levin de tıpkı Tolstoy gibi kitap yazar. Kitabı için gerekli notları, bilgileri toplamak için kent kütüphanesine gidip gelir Moskova’da bulunduğu müddet zarfında. İşçinin toprakla ilişkisinde içinde bulunduğu koşulları anlatan bir kitap yazmaktadır. Başlangıçta asıl amacı bir tarım kitabı yazmaktır. Ama tarımın en önemli unsurunu, işçiyi ele almakla girişmiştir konuya.
Çavdar ve yulafı biçmek, arabalarla taşımak, çayırları biçmek, nadasa bırakılmış tarlaları yeniden sürmek, harman dövmek, kışlık buğdayı ekmek… Bütün bunlar basit, sıradan işler gibi görünse de köylünün üç dört haftasını aldığını, yaşlısıyla genciyle bütün köyün hep birlikte soğan ve kara çavdar ekmeğinden başka bir şey yemeden ekin demetlerini geceleri taşıyarak, harman döverek, günden ancak iki üç saat uyuyarak, günlük çalışmalarının üç katına çıkarak çalıştıklarını yakından görür. Ömrünün büyük bölümünü köyde, köylülerle sıkı ilişki içinde geçiren Levin iş mevsiminde, halkın bu heyecanının ona da geçtiğini hisseder. Saba erkenden atına atlayıp ilk çavdarın biçilmesini, yulafın arabalarla taşınıp yığın yapılmasını görmeye gider. Tıpkı Tolstoy gibi Levin de çiftlik işleri dışında onu meşgul eden tek şeyi düşünür; her şeyde aynı sorulara yanıt arar: “Neyim ben? Neredeydim? Niçin buradayım?” (s.952)
Son sayfalarda Levin’in sorgulamalarıyla biter Anna Karenina. Kafasını karıştıran sorulara yanıt bulmaya çalışır. Kuşkularının yanıtının ruhunda olduğunu hisseder. Ve şöyle bir hükme varır: “Evet, Tanrı’nın varlığının en kesin, en sağlam delili, dünyaya, insanlara bağışlanmış iyiliğin yasalarıdır. İçimde hissediyorum bu yasaları. Onları benimsemekle kilise denen inanmışlar topluluğunun insanlarıyla yalnızca birleşmiyorum, ister istemez onlardan biri oluyorum,” diyerek düşüncelere dalar.
Tolstoy Anna Karenina’yı Levin’in şu cümleleriyle bitir:
“Gene kızacağım arabacı İvan’a. Gene tartışmalara gireceğim. Yerli yersiz atacağım ortaya düşüncelerimi. Ruhumun en gizli köşesiyle başka insanların –hatta karımın- arasında bir duvar olacak gene. Korktuğu için gen azarlayacağım karımı. Sonra pişman olacağım bu yaptığıma. Gene, niçin dua ettiğimi aklımla anlayamadan dua edeceğim… Ama artık yaşamım, bütün yaşamım –bana ne olursa olsun- yaşamımın her dakikası eskisi gibi anlamsız olmak bir yana, ruhuma bilinçli olarak yerleştirebileceğim, kuşku edilemeyecek iyilik kavramıyla dolu olacak!”.***
Kaynakça
* Romain Rolland, Tolstoy’un Yaşamı, Yapı ve Kredi Yayınları, 1995
** Orlando Figes, Nataşa’nın Dansı, Rusya’nın Kültürel Tarihi, İnkılap yayınları, 2002
*** Lev Tolstoy, Anna Karenina, İletişim yayınları, 2012
Raşel Rakella Asal – edebiyathaber.net (5 Nisan 2018)