Öğrencilik yıllarından beri dost oldukları bilinen Levinas ve Blanchot, sadece dost değiller aynı zamanda düşünsel anlamda da yakınlık içerisindeydiler. Birbirini iyi tanıyan iki yazardan, birinin diğeri üzerine yazması, onun aynası olması ve onun anlatmak istediğini anlatmasına yardımcı olması anlamına da gelir. Bu anlamda Kudret Aras çevirisiyle, Monokl yayınları tarafından basılan “Maurice Blanchot Üstüne” adlı kitap, hem Levinas’ın kendi fikirlerini hem de Blanchot’nun edebiyat, sanat yapıtı, varlık, yokluk, etik, dünya gibi farklı konulardaki düşüncesini anlamamıza yardımcı oluyor.
Levinas’a göre Blanchot; sanat ve edebiyat konusunda çok tutkulu düşüncelere sahiptir. O düşüncesini felsefi bir dille, edebi bir şekilde anlatır. Çünkü ona göre felsefe insanı en üst olanağa taşımaz. Blanchot bu olanağı, bizzat olanağın kendisinde, insani olanın sınırı olan; “yapabilirim”de görür. Ona göre; bu çağ herkes için felsefenin sonu olacaktır. Dünyayı sadece anlamak isteyenler için değil, değiştirmek yeni bir dünya inşa etmek isteyenler içinde bir sondur bu. Belki de Blanchot düşüncesi için bu son içindeki “yapabilirim” bireyler üzerine bir imkȃnlılık durumu sağlar. Çağdaş düşünce içinde, bizlere hümanist olmayan bir ateizm saklar; tanrılar ya ölmüş ya da dünyadan elini eteğini çekmişlerdir. İtaat ve sadakat biçim değiştirmiştir. Akıl sahibi insan evrenin dışındadır artık ve bu durum sakin şekilde durmayan tekil bir boşluk yaratır, hiçleştirir. Blanchot belki de bu hiçliğin sesizliğini “yapabilirim” in imkȃnıyla söze büründürür.
Levinas, Blanchot düşüncesinin evrildiği noktalardan bahsederken, “gelişigüzel” konumlandırılmayan bir Hegel düşüncesinin olduğundan bahseder. Ayrıca ona göre; özellikle de Heidegger vardır. Blanchot yazınsal uzamında “olmak” sözcüğünün dile getirilişini Heideggerci bir anlamda söze dökmüştür der; Levinas, ancak Blanchot düşüncesinin farklı yönleri olduğunu da es geçmez. Ona göre; Heidegger için sanat, her estetik anlamın ötesinde, “varlığın hakikatini” aydınlatıyordu; fakat sanat buna varoluşun diğer biçimleriyle sahipti. Blanchot içinse sanatın çağrısı eşsizdi. Ama daha da önemlisi, yazmak varlığın hakikatine götürmüyordu. Onun daha çok varlığın yanılgısına, başıboş mekȃnı olarak varlığa yani mesken tutulmaz olana götürdüğü söylenebilirdi. Yani Blanchot için edebiyat varlığın hakikatine götüren bir uğraş değildi, çünkü oraya ulaşmak imkȃnsızdı. Heidegger varlık ve hiçliğin nöbetleşe olarak yer değiştirmesini varlığın hakikati içerisinde meydana geldiğini düşünüyordu. Oysa Blanchot bunun tam tersine bir hakikat olmadığını düşünüyordu.
Blanchot için sanat; “Dünyayı aydınlatmak şöyle dursun, dünyanın altında her ışığa kapalı, üzgün yer altını gözler önüne serer ve ikametimize sürgünlük özünü ve mimarimizin harikalarına da çöldeki kulübe işlevlerini verir.” Bu anlamda Heidegger ile ortaklaşır çünkü ikisi de klasik estetiğin aksine bizi dünyanın ardındaki bir dünyaya, gerçek dünyanın ardındaki ideal dünyaya götürmez. O gerektiğinde genelin “mimari harika” olarak değerlendirdiğine “çöldeki bir kulübe” işlevini yükleyebilir. Levinas, Heidegger ve Blanchot’nun her ne kadar klasik estetik konusunda ortaklaşsalar da aralarında şöyle bir fark olduğunu ortaya koyar. Heidegger dünyayı yaratan, yeri temellendiren yukarıdan gelen bir ışığa inanır. Blanchot düşüncesinde ise bu ışık karanlıktır, aşağıdan gelen gecedir; dünyayı alt üst eder, zira onun kaynağına, yinelenip durmalara, mırıltılara, ardı arkası kesilmeyen çalkantılara, “asla yeterli olmayan derin birçok eski zamanlara” götürür.
Levinas, Blanchot düşüncesinde sanat yapıtının, şiirin Gün’ün krallığının dışında yer aldığından bahsediyor. Blanchot’ya göre; Sanatın etkisinin en çok tarihte önemsiz görülmesinin sebebi; afiş, gazete makaleleri ve bilimsel incelemelerin, tarihe şiirden daha çok yarar sağlamış olması. Ancak ona göre böyle bir sanat fikri dayanaksız. Çünkü bu sanat fikri dünyadan ve tarihten ayrı bir sanat edimi ortaya çıkarıyor. Blanchot’nun anlatmaya çalıştığı şudur belki de, yararlı olan yüceltilir çünkü “yarar olan” bir şeylere hizmet eder. Bu hizmet ise daha çok yazılmak istenen bir tarih ya da ulaşılması istenen bilimsel bir amaç, dünya için olan bir şeydir. Bu nedenle de belki sanat yapıtı Blanchot’nun deyimiyle, tarihte önemsiz bir yer tutar.
Levinas, Blanchot’nun çözümlemelerinin, onun şiir dilinin ayrıcalığının bizi bilgiden daha ileri götürmesinden ibaret olmadığını düşünür. Ona göre; bu metinler, telepatik değildir, dışsal olanda uzak değildir. Benzersiz biçimde belirendir, her gerçek yatsınmış olduğunda, gerçeklik dışının gerçekleşmesidir. Blanchot dünyanın imkȃnsızına bakan, kendisini dünyalar halinde kurmaktan, aciz imkȃnsızlıkların, ıssız ve üzüntülü alanındaki yalnızlığını, edebiyat bir noktaya getirecektir diye düşünür. Ve böylece yazmak, kelimelerdeki şeyleri bertaraf etmekten ve varlıkta yankı oluşturmaktan ibaret olan asli dile geri dönmek olacaktır. Şeylerin varlığı yapıtta adlandırılmasa da söylenebilir, şeylerin yokluğu kelimeler ile kesişir. Varlık artık konuşmanın muhatabını kaybetmiştir. Bu kişisiz konuşmadır. Sen olmaksızın konuşmadır. Tıpkı tanrıların gidişi gibi kişilerin de gidişinin ardından duyulan mırıltıdır ve Blanchot metinleri bu mırıltının dile dökülüşüdür.
Levinas’ın; “Maurice Blanchot Üstüne” kitabı, Blanchot meraklısı okur için önemli bir yerde duruyor. Levinas, kitapta onun yapıtları üzerine fikirlerini anlatırken, bizi Blanchot düşüncesine daha çok yaklaştırıyor. Metinde ayrıca Andre Dalmas ile bir söyleşiye yer verilirken, son günlerde üzerinde sıklıkla durulan, Blanchot’nun; “Bekleyiş Unutuş” kitabından da bahsettiğini ekleyelim. Kitabı kısaca bir cümle ile özetlemek gerekirse; kitap, Blanchot’nun sessiz metinlerine ses olmuş denilebilir.
Emek Erez – edebiyathaber.net (14 Ocak 2015)