Leylâ olmak | Arzu Eylem

Temmuz 17, 2018

Leylâ olmak | Arzu Eylem

“…Asıl öğrenmemiz gereken şey sevgisiz bir yaşam düzeni mi?”(1)

Başlangıçta ne söz, ne ağaç, ne eylem, belki de, başlangıçta yalnızca sevgi vardı.

Kelimesiz, sessiz, kimsesizken sevgi kendisiydi. Kendisiyken doluydu, saftı, sonsuzdu.

Ne zaman onu anlamlara boğduk, ne zaman kendimizce yorduk, kayboldu sevgi. Bazen çıkıverdi ortaya. Samimi bir gülüşte, açık bir yürekte, dürüst bir dilde gösterdi yüzünü. Riyayı gördüğü, hileyi sezdiği anda saklandı. Ama yine de başlangıca dönemedi, bir daha tamamen kendisi olamadı. Sevgi bir zamanlar sonsuzlukta yaşıyordu şüphesiz. Ondan daha büyüğü daha genişi yoktu. İnsanın azametli bakışı onu görmekten yoksundu. Kimileri yakındı ona. Varlığını kabul eden, hayaletini okşayan, özlemini çekenlerdi onlar. Bazen hırçınlaşıyorlardı yine de. Kendisi gibi sevemeyene sitem ediyor, gittikçe sevgiyi sıfatlaştırıyor, teröre yol açıyorlardı.

“…çünkü kimse içinden çıktığı çirkeften leke almadan gezinemez bu gezegende artık bil bunu.”(2)

“İnsan nevrotik hayvan,” demiş Freud. Hep yaralı hep eksik insan… Ömrü boyunca sevgi dilenmiş. Sevip sevilemediğinde cinayet işlemiş. Belki de bunu en çıplak en sert ilk Leylâ Erbil okurken fark ettim. Yoksa önceleri toplumcuydum, gerçekçiydim. İnsanın bir özü vardı aklımda, o öz hep iyiye dönük, hep temiz, hep sevgi doluydu. Çocuktum çünkü. Dünyaya öylece fırlatıldığımı, yaşama karşı sorumluluklarım olduğunu bilmiyordum. Herkesi iyi biliyor, kimsenin sevmekten başka bir şeye enerji ayıramayacağını düşünüyordum. Büyüyordum maalesef. Büyümek yorulmak, hatta kirlenmekti. Sevgi her gönle eşit dolmamıştı. Üstelik tek duygu değildi sevgi. Kaygı, korku, kıskançlık vardı. Toplum ve toplumun ahlak yasaları vardı. Sınırlar vardı yani. O sınırlar bıçak gibi doğramıştı sevgiyi. Üstüne tanklar sürülmüş, ezilip geçilmişti.

“Yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce…”(3)

İşte ilk kez çarpınca özü olmayan insana, o nevrotik hayvana, içimdeki sevgi acımaya başladı. Kanamaya. Yaralanmıştım. Aslında hep yaralıydım. Buna bir de kadın oluşu ekleyin. Erkek dünyada olamayışı yani. Bir şarkıda dediği gibi “sevmek için yaratılmış” olanın acı çekişini. Bunun adı yara değil de ne? Her yara gibi, yaralanmış gibi içine bir kara çöker. O karanın içinde inançsızlık, kimsesizlik, umutsuzluk, fanilik dolaşır. Düşünün böyle olunca insan insana neler yapar! O zaman sormaz mı insan kendisine gerçek ne diye? Gerçeklik ne? Öz ne töz ne anlam ne özne kim?

Bütün bunları sormaya başlayınca toplumsal cinsiyetçiliğin çizdiği ideal kadının gerçek olmadığını anladım. Naiflik bir yüktü. Ahlaka batmış görev türü iyilik faşistti üstelik. İyi eden, kabul eden, uyuşturan, uzlaştıran, ses çıkarmayan, isyan etmeyen kadın yalan. Kadın sevemediğinde içinde soğuk rüzgârlar eser. Belki kalbi buz tutar. Kadın sevemiyorsa erkek de üşür. Ama kimse bunu yüksek sesle söyleyemez. Bilsek sevemediğimizi, sevgisiz bir düzende yaşarken öldüğümüzü, ekonomiyi düzeltince her şeyin düzelmeyeceğini, yaramızı nasıl saracağımızı bilsek, bir adım daha atardık kendimiz sandığımız birinden kendimize. Tüm bunları Leylâ Erbil öğretti bana. Üstelik öğretmek değildi derdi. Dili delirmişti sadece. Süzgeçsizdi sözleri. Böylesine açık olunca kalbi yazarın fark etmemek mümkün değildi beni/seni/onu.

Tuhaf Bir Kadın Nermin. “İnsanları seviyorum, sözünde bir utanmazlık, hatta bir küstahlık seziyorum ben ama ne olduğunu çıkaramıyorum?” der ve tuhaflığının gereğini yapar. Dünyanın kötülüğünü kendinden başka her yerde arayanlar için irkiltici bir cümle bu. Çünkü kimse sevmiyorum demez, seviyorum der herkes. Peki, öyleyse neden mutsuzsunuz? Neden mutsuzuz? Erbil, bu soruların cevabını arıyordu. Hem Freud’dan hem Marx’tan güç alıyordu. Sartre, Kierkegaard, Lacan, Heidegger, Lautreamont da eşlik ediyordu ona. Tam da bu yüzden bazılarına göre kötülük saçıyordu Leylâ, karamsarlık büyütüyordu.

Eee tabii, yaşam biraz da anlam demek. Anlamın yittiği yerde yaşam da kalmıyor. Belki de bu yüzden “ile” bağlacıyla bağlanmış aşklar masal. Aşksa hayal. Ve Leylâ olmak zor.

Bir de Leylâ Erbil olmak var. Leylâ Erbil olmak çift kalpliliği reddetmek demek. Eylemle söylemin bir olması demek.

Daha ilk kitabı Hallaç’ta Sait Faik’e yanıt vermişti Erbil. Sait Faik, “Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor,” demişti Alemdağ’da Var Bir Yılan’da. Leylâ dostuna karşılık vermişti.

“Onlar birbirlerini sevmiyorlardı, ben de sevmiyordum? Kimse kimseyi sevmiyordu.”(4)

Şimdi böyle bir dünyada insan ne için yazar? Bilge Karasunun dediği gibi “sevmeyi öğrenmek için” mi?

Yazmak anlamaya çalışmak dünyayı. İyi okumak ve yeni baştan kurmak biraz da. İnsan anlamadığı bir şeyi sever mi?

Yazmak öğrenmek. Yazmak yüzleşmek. Yazmak okurun karşısına çıkmamış bir eylem. Tek kişilik bir direniş. İnsanın kendi varlığını kendine duyurma arzusu. Yazmak yaşamak. Karşısına bir okur yerleştiren, ona göre yazan yazar doğmadan ölüyor bu yüzden. Sonsuz olma şansı tanımıyor kendisine. Çiftkalpli çünkü. Yazıyı yaşam için araç kılmış. Çoksatan yazar olmuş da hiçyazarlığı tatmamış. Hiç yazar. Cüce’de böyle demişti kendisine Zenime. Demişti de ölümsüz olmuştu. Çünkü kendine kendisinden değil piyasanın gözünden bakıp yakıştırmıştı bu sıfatı. İçten içe de biliyordu, hiç sonsuzluğu sever. Zenime, onca engele rağmen bildiğini yazmayı sürdürmüştü. Yasak elmayı yemiş, ilk günahı işlemiş insanlık adına kalemini sivriltmişti. Gerçeklikten kaçan, kendini ve başkasını avutmak için kalemine sarılan, Leylâ olmadan aşk hikâyeleri yazanlar çok satıp çabuk tükenirken o bekleyişin süslü tahtında güçlü bir direnişle dikiliyordu.

“Yazarlık ha­yatın ta kendisi, neyin üstte neyin altta olduğunu pek bilemeyeceğimiz katman­lar içeriyor; duygusal tarihini, köklerini, yıldızlarını kestiremediğimiz…” (5)

“Elbette gerçek bir devrimci değilsen sözünde ve eyleminde tekleşen, böyle çift kalbin olur, başını ağrıtır durursun insanların(…)”(6)

Büyük bir koro, ahkam kesiyor kitaplar ve yazarları hakkında. Bu olmuş bu olmamış. Bu iyi bu kötü. Edebiyat kuramıyla dans eden koro sürekli partnerinin ayağına basıyor. Ağlatıyor sonunda kuramı. Alkışlar ve elbette reklamlar. Sponsor piyasa ödüller yağdırıyor koronun sevdiklerine.

Zaten hayat zor. Anlam nazlı. Hal böyle olunca Leylâlar yorgun oluyor.

Neyse ki Leylâ’ların Erbil’i var. Yazdığına inanan, sanata aşkla sarılanları yıldıran ne varsa Leylâ da yaşadı. Dünyanın, insanlığın uygarlığının seslerinden başka her şeyi susturan, bir ve bütün kalbini dinleyen bir yazar. O da koronun hışmına uğradı, o da ödüllerle terbiye edilmeye çalışıldı, o da okur okumaz sözlerinin üstünde tepindi… Onun da kitapları yayınevi depolarına tıkıldı. Ondan da insanın yarasını kanatması, öfkesini dindirmesi, oyalaması beklendi. Leylâ’ların Erbil’i tek ve yüzeysel gerçekçiliğe başkaldırdı, dili delirtti. İmlayı deldi, öfkeyi kabarttı, isyanı harladı, hakikatin peşine düştü. O her şeyden önce erkeklerin dünyasında kadınlığın altını çizdi. Çift çizgiyle hem de. Çünkü “Hiçbir şey hiçten daha gerçek değildir.”(7)

“Ya o ya bu” arasında tercih yapmak zorunda kalan Zenime, Nermin’in aynasını kırınca Lahzen hakikati çocukluğunu da içine alan tarihin sayfalarında aradı. Hakikat aşığı Leylâ doğası gereği gerçeği gizleyen dilin sınırlarını kabul etmedi. Yazdıkça kemirdi grameri.

“Anlaşılıyor ki ‘kendi olma’, ‘kendi için varlık’ kavramını herkes ‘kendince’ algılıyor.”(8)

Sevgisizliği anlatıp sevgiye bir yol aradı. Bu dünyadan Leylâ geçti… Onun sayesinde soyunuk baktık aynalara.

“başka sırlarım da vardı o zaman
ak mermer döşeli taşlıktaki sarnıcın
ego’larla dolu olduğu
ego’nun tanrı ve biz karışımı bir gaz olduğu sırrı”(9)
 

Şimdiye dek dört yazı yazmışım Leylâ Erbil hakkında.

Nedense ikisini “sevgiyle” diye bitirmişim. Bu yazıda böyle bitsin. Kalanlar’ın Kalan’ı Leylâ’sız kalalı beş yıl olmuş. Gerçekten ölmek için doğmak ve gerçekten yaşamak gerekir. İyi ki yaşadı ve yazdı Leylâ Erbil.

İyi ki…

Sevgiyle…

  1. Mektup Aşkları, Leylâ Erbil
  2. Cüce, Leylâ Erbil
  3. Cüce, Leylâ Erbil
  4. “Bilinçli Eğinim I”, Hallaç, Leylâ Erbil
  5. Leylâ Erbil’le Söyleşi, Düşler Öyküler Dergisi, Mayıs 1997, Yılmaz Varol
  6. Cüce, Leylâ Erbil
  7. Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett
  8. Zihin Kuşları, Leylâ Erbil
  9. Kalan, Leylâ Erbil

Arzu Eylem – edebiyathaber.net (17 Temmuz 2018)

Yorum yapın