Zülfü Livaneli adıyla bilinen Ömer Zülfü Livaneli 20 Haziran 1946’da Konya’da dünyaya geldi. Yazarlığının yanı sıra müzisyen, politikacı, senarist ve yönetmendir. 1972 yılında siyasi görüşü ve sakıncalı olarak değerlendirilen fikirleri nedeniyle hüküm giydiği bilinen Livaneli, “Ülkemiz olağanüstü dönemlerde aydınlarını ve büyük insanlarını üzmüştür. 12 Mart 1971 muhtırasında 3 defa askeri cezaevinde tutuklu kaldım. ‘Duvarları kuşatın da tutuklayın hepsini/ Ne böyle gurbet olsun ne böyle ayrılıklar/ kaldırın duvarları yıkın gitsin hepsini/ Ne böyle zulüm olsun ne de böyle şarkılar…’ mısralarını cezaevinde kaldığımda yazmıştım. Ülkemi ve insanımızı çok seviyorum. Onun için haksız yere cezaevinde kaldığım için hiç kimseye kırgın ve dargın değilim.” dedi ve mahkûmiyeti dışında 11 yıl sürgünde yaşadı.
Romanları 40 dilde yayımlanan Zülfü Livaneli Harvard ve Princeton gibi önde gelen üniversitelerde çeşitli konferanslar verdi ve dünyanın birçok yerinden övgüler aldı. Çalıştığı alanlarda (müzik, edebiyat, sinema) ulusal ve uluslararası olmak üzere toplamda 30’u aşkın ödül aldı. Dünya barışına verdiği katkılardan dolayı 1996’da UNESCO tarafından Büyükelçilikle ödüllendirildi Genel Direktör danışmanlığına ataması yapıldı. Mevcut görevinden istifası sonrasında ise 2002 yılında milletvekili olarak TBMM’ne girdi.
Zülfü Livaneli’nin ilk olarak 2017 yılında yayımlanan Huzursuzluk adlı romanında; İstanbul’da sıradan bir hayatı olan gazeteci İbrahim, çocukluk arkadaşının ölüm haberini almasıyla birlikte cenazesi için arkadaşının memleketi Mardin’e gider. Çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölümünde şüpheli olaylar olduğunu sezen İbrahim, arkadaşının ölümünü incelemek için bir süre Mardin’de kalmaya karar verir. Mardin’de kaldıktan sonra öğrendikleri ve yaşadıkları İbrahim’i geri dönüşü olmayan bir yola sokar. Arkadaşının şüpheli ölümünü düşünmeden edemez, bu ölümün arkasındaki esrarengiz olayları açığa çıkarmak için Hüseyin’in ailesi ve Mardin sakinleri ile bu ölüm üzerine konuşur, araştırmalar yapar ve bu araştırmalar onu Meleknaz adında bir Ezidi kızına götürür. Hüseyin’in Meleknaz’a olan sevdası ve tutkusunu öğrenir. Meleknaz’a ulaşıp olayı çözmek isteyen İbrahim, Hüseyin’in ailesine Ezidi kızı Meleknaz’ı sorar, fakat ne yapsa izini bulamaz.
Bir göçmen olan Meleknaz’ı bulmak için göçmenlerin toplu halde yaşadığı alana gider ve çadırlarda yaşayan bu insanlara Ezidi kızı Meleknaz’ı sorar. Onu daha önce gören ve tanıyan birilerine rastlar. Uzun uğraşlar sonucu Meleknaz’ın nerede olduğunu bulur. Fakat Meleknaz’dan merak ettiği şeyleri öğrenmesi hiç kolay olmaz, kolay olmadığı gibi de, oldukça sancılı bir süreç haline gelir. Meleknaz’a ulaşması ve Mardin yerlilerinden aldığı bilgiler sonucunda arkadaşının şüpheli ölümünü çözer İbrahim.
IŞİD ve Ortadoğu’da yer alan örgüt ve toplumların zulümlerine değinen Zülfü Livaneli; Huzursuzluk adlı romanında bize, Ortadoğu’da yaşanan güncel olayları çarpıcı şekilde aktarır. Ortadoğu’nun sorunlarına değinmekle birlikte Mardin’e gitmemiş birçok kişiye Mardin’i yaşatır âdeta. Romanda kullandığı yöreye ait kullanım ve sözcükler ile okur üzerinde etkileyici bir hava bırakır. Bu etkili anlatıma sahip olmasında pay sahibi olduğunu düşünen Livaneli, romanın önüne şöyle bir not düşer: ‘’Mardin konusunda beni zenginleştiren Necati Yağcı dostuma teşekkürlerimle.’’
Zülfü Livaneli ülkenin güncel sorunlarına değinen ve aslında hepimizin göz ardı ettiği mevcut sıkıntılarımızı önümüze seren Huzursuzluk adlı romanı ile bizlere mutlak dersler verir. Zülfü Livaneli Huzursuzluk kitabında okurlarına, Ortadoğu’nun çektiği ve toplumun ekseriyetinin göz ardı ettiği zulümleri kendi üslubu ve yorumuyla başarılı şekilde aktarır.
“Zülfü Livaneli bu ülkenin aydınlık yüzüdür!’’ der ve Livaneli’nin Huzursuzluk romanından bir kesit ile baş başa bırakırım sizi. “Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım. Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.’’
Mehmet Ali Uysal – edebiyathaber.net (31 Temmuz 2019)