İçinde yaşadığımız dünyanın daracık bir oda kıvamında olduğunu kimler söyledi, bilmiyorum. Bunu bir şiire dökmek, bir şiirin diline bırakmak Lokman’a da kalmış. Bu bir dillendirme derdinden ileri gelmiyor. Bu, içinde yaşadığı kuyunun farkında olma duygusundan, hissettiğini, gördüğünü dillendirmek zorunluluğundan geliyor. Şiire, acıya bulaşan kişinin olmazsa olmaz mecburiyetidir bu.
Bir odanın içinden sesleniyor bize Lokman. Bütün bir oda içinde, oradan oraya gidip gelen, varoluş sıkıntısını iliklerine kadar yaşayan, bu süreçte kendisine delirmekten başka bir köşe bırakılmadığını bilen, bu bilinçten beslenen hüzünler taşıyan şiirler kuruyor bizim için.
Her şeyi yoran; ama yorulmayan bir yalnızlığı içine dolduran bir odadan şiirlerle bize sesleneceğinin ipucunu, kitabın ilk şiiri olan Odada adlı şiirin son dizesiyle veriyor: yorulmadı yalnızlığım.
Evet; Lokman acılardan, hüzünlerden, kendisiyle olduğu kadar bütün diğer etmenlerle olan savaşından kendisine yenilen, o yüzden kendini yiyen bir düşün içinden yaşadıklarımızın delirten hatlarını hem hatırlatıyor hem de hatırlatırken bir saçı örmenin inceliğiyle bize tel tel, dize dize, bir şiirin kuruluşunu görselleştiriyor. Bu görsellik bir filmin kareleri değil; bu bir şiirin meridyenleri. Bütünü ve parçaları anlamanın izleri.
Her hayatın bir şiir olduğunu düşlüyor Lokman. Eski o şiirler içinde kalan insanların, örnek olarak Ruhi Beyler’in, eskilerden kaldığını, artık kimsenin onları sevmeye bile vakti kalmadığını ilk başta kendisine, daha sonra bizlere anlatarak, karanlıklardan başka yaşanılacak bir yanın kalmadığını “bu karanlık / en iyisi” dizelerinde seslendiriyor.
Genç şairlerden Lokman Kurucu’nun Düşülke Yayınları etiketiyle çıkan “Sürekli Portakal Kabukları” adlı kitabında toplam 32 şiir yer alıyor. Kitap bir odada’n konuşmaya başlıyor. Odada ne mi var? Yatak. Yatakta’n başlıyor En İyisi’nin karanlık olduğunu vurgulamaya. Rüyada’n seslenmeden önce elbette her şeyin ahlaksızlık olduğunu Ahlaksız Teklif’e demlenmeye bırakması gerekiyordu; öyle de yapmış Kurucu.
“artık insanlar üç günde unutuyor ölülerini” diyen Kurucu, sonsuza kadar sürecek olan yalnızlığın, yorgunluğun, aşklarda ya da başka bir şeyde öyle çabucak gitmediğinin aynasını tutuyor yüzümüze. Bu aynada uyumuş, uyanmış herkeslerin “bir duvarı duvar olduğunu unutmadan geçmenin” bir yolu olmadığını bu yüzden yalnızlığımızla, kirimizle sonsuz bir acı gibi gideceğimiz her yerde rahatsızlık vereceğimizi biliyor.
Lokman acıyı da hüznü de yalnızlığı da diken diken işliyor. Batırıyor duygularımıza.
O bu şiirlerinde imgenin tadını kaçırmadan bir ölçü içinde bize sunuyor. Ne fazla imge ne de az. Her şiirde olması gerektiği kadar, her yemekte olması gereken tuz gibi özenle, tartarak koyuyor. Sadeliğin ölçüsünü de öyle… Bütün bunlar, bize bir Lokman Kurucu şiiri tanımı yapma gücü kazandırıyor.
Takyedin Çiftsüren – edebiyathaber.net (4 Mart 2015)