Edebiyatın doğrudan şimdiki zamanla ilgilenmesinin kendi adına bir açmaz barındırdığı bir gerçek. Bu açmazın en büyük handikaplarından biri zamanın ruhunun çoğu zaman aldatıcı olmasıdır. İnsanlar, hayatlar, olaylar çoğu zaman şimdiki zamana sabitlenmez orada büyük değişimler olabilir. Dolayısıyla aslında bir yerde yazardan belli mesafe beklenir. Yazar illa ki bir tarihçi gibi olayların nihayete ermesini beklemez. Bazen zamanın kendisi bizzat anlaşılmak ister. Özellikle günümüz gibi çalkantılı, karmaşık ve gelecek adına belirsiz bir dönemde yaşıyorsanız. İşte o zaman “şimdi burada ne oluyor?” sorusunun edebiyatçı tarafından sorulması abes değildir. Belki de zaruridir. Netice itibariyle edebiyat, hayat denen muamanın nasıl bir şey olacağına bir cevap arar durur. Her ne kadar yanıt bulamasa da çünkü bu sonsuz bir arayıştır.
Keith Ridgway’in geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Şok adlı romanı, gündelik hayatın ‘sıradan’ gibi görünen olaylarla günümüz dünyasının ahvaline odaklanan çarpıcı bir roman. Şok’ta Londra’nın kenar mahallerinde yalnızlık, depresyon ve ekonomik krizle boğuşan farklı sınıftan ve kültürden insanların hikayelerine odaklanıyoruz. Roman, eşinin kaybından sonra hayatın içinden yavaş yavaş kaybolan ve neredeyse bir birey olarak toplum içinde görülmez olan bir kadının hikayesiyle başlıyor. Rutin bir sessizliğe bürünmüş kapısı yeni komşuları tarafından çalınıyor. İki genç adam karşısına dikiliyor. Bugün bir parti vereceklerini gürültüden rahatsız olmamalarını söylüyorlar ona. Kadının yalnızlığına ve hayatın dışına doğru itildiğini gösteren sembolik bir uyarı aslında. Fotoğraf öyküsü eski dostluklar, sınıfsallık ve ırkçılık üzerine. Fıkra’da ise Maria ve Stan’in hikayesine odaklanıyoruz. Biri karada diğeri denizde dalgaların onu yavaş yavaş uzağa götürdüğü bir çiftin öyküsü bu. Aralarındaki mesafe açık. Uzaklık yakınlık olur mu? Bilinmez. Oturdukları ev, bir sıçanın davetsiz misafirliğiyle daha da çekilmez durumda.
Sıradan olanın çarpıcılığı
Ödüllü İrlandalı yazar Keith Ridgway, Şok’ta her biri farklı istikametlerden ilerleyen öyküleri sarmal bir şekilde yan yana getiriyor. Her bir öykü karakteri başka bir öyküden farklı bir durumun içinde yeniden karşımıza çıkıyor. Bu anlamda zahmetli ve ustalıklı bir dünya kurmuş yazar. Gündelik hayatın sıradan gibi görünen detaylarını gerçekçi ve sade bir dille anlatmayı tercih etmiş aynı şekilde Ridgway. Özellikle karakterlerin psikolojik derinliklerinin, onların savruldukları karanlık noktaları ustalıkla betimlemiş. Bununla beraber Şok sadece bir karakter tahlili geçidi değil elbette. Ridgway bir taraftan karakterleri masaya yatırırken diğer taraftan mekanları da birer yan karakter olarak kullanıyor. Örneğin kitabın önemli saç ayağı sayılabilecek The Arms isimli bar. Hemen hemen her karakterin bir şekilde yolunun düştüğü mekân. Etrafı dökülen, çok da steril sayılmayan bu bar, tesadüfler ve kaderin kesişim yolları açısından romanın önemli karakterlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Ridgway gibi yapayım ben de sarmal bir şekilde başladığım yere geri döneyim. Şimdiki zamanının hikayesini yazmak edebiyatçı için pek kolay bir şey değil. İnsan değişir, hayat da sanıldığından daha çok değişir aslında. Bunu hakkaniyetle yakalamak ise başka bir türlü sezgisellik ve ustalık ister bir anlamda. Ridway, günümüz dünyasına Londra’nın kenar mahallerinden bakıyor. Ev, barınma sorununu, ırkçılığı, yalnızlığı, kendi geçmişinden kaçanları, kendi hikayelerinin şüpheli sanıkları, atomize olmuş bir dünyanın portresi… Kitap hakkında yurt dışında çıkan bir eleştiride karakterlerin aslında birer hayalete dönüştüklerinden bahsedilmiş. Buna katılmamak mümkün değil. Zamanın savurduğu insanların hikayelerini okuyoruz Şok’ta. Her gün yanlarından geçtiğimiz, yüzlerinin ardına sakladıkları bir geçmişten bir haber, eski püskü iyi ısınmayan evlerde birbirlerine uzaktan insanların hayatlarından manzaralar. Evimizin penceresinden gördüğümüz perdeleri çekilmiş, soluk ışıklı ve içeride nasıl hayatlar yaşandığını bilmediğimiz insanların hikâyeleri…
edebiyathaber.net (6 Aralık 2024)