Marguez, Yüzyıllık Yalnızlık kitabında yüz elli sayfa boyunca uzun uzun betimlediği karakterini aniden ”Bir salı günü öldüğünde yağmur başladı.” diyerek öldürür. Tıpkı hayatın kendisi gibi. Ne kadar uzun yaşamış olursak olalım aniden bitmeyecek mi bizim de hikâyemiz? Kabullenmekte zorlandığımız bir gerçeklik… Yine de hiç bitmeyecek olana duyduğumuz o kaçınılmaz arzuyla hayata tutunmanın yollarını ararız. Etrafımıza baktığımızda gördüğümüz her şey sonsuzluğa olan inancımızın eseri değil midir zaten? Ölümsüz olma arzumuzun… Belki tam da bu yüzden kurgu olduğunu bildiğimiz hikâyelerin sarmalında dolanıp dururuz. Hayat salınımında kısa bir mola verip hayatın hızını askıya almak için.
Her yazar geçmiş yaratılardan beslenip gelecek bagajına yüklediklerini sözcüklerin o sihirli dünyasıyla bırakır kucağımıza. Kurgusunun kahramanını da ete kemiğe büründürüp. Vasquez’in dediği o gelecek bagajı yüküyle yeni ağaçlar diker bizim için. Altında dinlenebileceğimiz…
“Altı yüz sayfanın sonunda siz sayın okurlar benimle hem fikir olacaksınız; duyduk hissettik gördük. Ve burada bu iki kapağın arasında, yer almayan ama aynı zamanda ölümsüz Costaguana Cumhuriyeti gelecek ziyaretlerinizi bekliyor.”Conrad
Anlatı ormanına dalmak, hem de gönüllü olarak… Gündelik yaşamın tekdüzeliğinden, çıkmaz sokaklardaki sıkışmışlığımızdan sıyrılıp… Yeni bir evren arayışımızdaki hayale tutunma arzumuz aslında bunun nedeni. Çoğunuzu bilmem ama benim için kısa bir süre olsa da içinde yaşadığım bu karmaşık evrenden ayrılmak gibidir okumak. Tıpkı Shmid’in Salınmak adını verdiği hayat gibi… Yukarıda biraz kalmak her şeyden azade… Başka çaremizin olmadığını (kısa süre de olsa)unutup yenilenmiş ve güç toplamış olarak. Sonra hayata biraz da olsa yenilenmiş olarak tekrar dönebilmek. Hayatın tüm o keşmekeşinden korkanların sığınağıdır çünkü kurmaca. Romanlarla içine girdiğimiz o hikâyelerle hiç gitmediğimiz yerlere gideriz. Sonrasında eğer başarabilmişsek yeniden yenilenmiş olarak hayat salınımını devam edebilme gücünü buluruz kendimizde. O yüzden bizi daha iyi bir yere götürebilecek ya da bizden daha kötü hayatların içine dâhil edebilecek birilerinin ellerine bırakırız kendimizi… Dünyayı tanımanın, belki de hayatta kalmanın bir yolu… Şehrazat’ı düşünsenize, kralı tüm o anlatılarının içine dâhil edemeseydi hayatta kalabilir miydi?
Aradığımız cevapları vermez yazarlar oysa. Onlardan cevaplar beklesek de nafile bir çabadır bu. Sadece zamanımızı çalıp tekrar geri gönderirler bizi. Proust’un dediği gibi yazarın görevi arzularımızı uyandırmaktır sadece. Yazılı sözcüklerin gücüyle bize duyurmak, hissettirmek… En önemlisi de evrensel doğruları sınayarak doğrunun o haliyle bir anahtar olmadığını göstermek… Kitabın kapağını kapattığımızda… Bilgeliğimiz (ki biz okurlar da yazar kadar bilgeyiz) yazarın bizi bıraktığı yerde başlar. Öğrendiğimiz bu gerçeklikle ne yapacağımız bizim sorunumuzdur artık.
“Her kim bu anlatıda bir amaç ararsa mahkemeye verilecektir. Her kim ondan ahlaki bir ders çıkarmaya çalışırsa sürgüne gönderilecektir. Her kim onca romanesk entrika keşfetmeye çalışırsa kurşuna dizilecektir. “Mark Twain
Sanat, gerçeklik olmadan bir hiçtir. Ama sanat olmadan da gerçekliğin pek bir anlamı yoktur. Vasquez yaşadığımız bu çağı edebiyat çağının sonuna tanıklık eden bir dönem olarak görse de… Hiç olmadığı kadar sanatın başkaldırıcı gücüne ihtiyacımız var bugün.
Bizimle kontrat yapan Cervantes‘in kendi salınımımızdaki dünyanın kahramanı olmamızı istemesi bundan değil midir zaten? “Don Quijote’nin babası gibi görünsem de, üvey babası olan ben, adetlere uyup, başkalarının yaptığı gibi neredeyse gözlerimden yaşlarla, oğlumdan göreceğin kusurları affetmen veya görmezden gelmen için sana yalvarmayacağım, sevgili okur. Sen onun ne akrabasısın, ne arkadaşı; ruhun kendi bedeninde; gayet yetenekli, hür bir iraden var; evindesin ve kralın vergilerin efendisi olduğu kadar, sen de evinin efendisisin; bilirsin, herkes kendi evinde kraldır. Bütün bunlar, seni her türlü saygı ve mecburiyetten azade kılıyor; kısacası, hikâye hakkında, kötü söylersen karalanmaktan, iyi söylersen ödüllendirilmekten korkmadan, istediğini söyleyebilirsin.”
“Okuma sizi öteki kılar. Hayalden beslenen edebiyat öteki olmaktır.”
Harold Bloom
Eee o zaman okur, lütfen okumaya devam et ki bu edebiyat denen sihirli dünya geçmişin dehlizlerinde hayalet olarak kalmasın. Beslensin ve beslesin bizi. Hayat salınımında farklı yerlerin kapısını açıp Alice’nin aynasından içeri sokmaya devam etsin. Camus’un Sisifos’u gibi hep taşı yuvarladığımız o hayatta yeni salınımlara yer açmak için bize güç versin. Güç versin ki bu hayat denen keşmekeş döngünün içinde yaşama gücü bulalım.
Ne idiysen onu yansıtan
Amansız bir ayna şu beyaz kâğıt
Senin sesinle konuşur
Senin gerçek sesinle
Beğendiğinle değil;
Senin eserindir, boşuna harcadığın bu hayat
Yenden ele geçirebilirsin belki
Seni başladığın yere
Fırlatan bu kayıtsız nesneye tutunabilirsen eğer.
Yorgo Seferis
Kaynak;
Juan Gabriel Vasguez, Çarpıtma Sanatı Çev. Süleyman Doğru, Everest Yayınları
Wilhelm Schmid, Salınmak, Çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları
edebiyathaber.net (11 Kasım 2024)