Beni bu kente getiren duygunun izlerine dönüyorum yüzümü… Hamburg’dan yola çıkıp, Malmö üzerinden, bir trenle, soluk soluğa geldiğim Stockholm garı az ötemde. Sırtımı oraya verip, bakışlarımla kenti ikiye ayırıyorum. Beni daha çok kendine çeken sağ yanımda kalanlar… Gözlerimin doğrusunda gideceğim ilkten. Gene eski izlere dönüp, kenti öylecene adımlayacağım…
Bu kez saatler, saatler bendine çekiyor beni. Nereye yüzümü dönsem, hangi sokağın ucunda soluk alsam saatler karşımda.
Kentin zamana yargılı olduğunu düşünüyorum bir an…
Strindberg, bir sancı gibi yokluyor beni… Deli gözbebeklerine takılı kalıyorum. Ürkütücü geliyor. Asi, delimsek bakışlarının çılgın renklere dönüştüğü resimlerini gözden geçirmek için, çantamdaki kitabı (nı) çıkarıp, Vasgatan’daki café’de soluk alıyorum.
Her bir yanından ağıp duruyor keder. Asi ve çılgın… Dönüp “Açık Deniz Kıyısında”n çizdiğim satırları anımsamaya çalışıyorum…
“Münzevi deniz…”
Belki de bu kenti çevreleyen su geçitlerinde gözlenen de bu… Adalardan adalara geçişler, sonra dönüp gelmeler; içe kapanış ânları.
Onun, 1950’lerde kalkıp buralara geliş zamanlarını düşünüyorum… Evet, karşısına çıkan bu münzevi denizin kızına tutularak gelişi…Ve bu kenti yurt bilişi, fotoğrafa bağlanışı…
Lütfi Özkök’le buluşma saatime daha var.
Onun dünyanın yüzü olma bakışını/bilincini biliyordum. Beni alıp buraya taşıyan da buydu. Fotoğraflarından albümler yapmaktan söz etmiştim kendisine. “Kalk gel, öyleyse,” demişti.
Ki, bunun öylesine söylenmediğini biliyordum.
İşte Lütfi Özkök’le buluşma öykümüzün ilk adımı böyle atılmıştı.
Stockholm, onunla daha başkaydı.
Stüdyo, çalışma mekânı olarak da kullandığı evine vardığımda onu içindeki sıla özlemiyle bekler buldum. Onca zaman geçmesine, gel gitler yaşamasına, kopuşlara, uzaklıklara rağmen içindeki sıla özlemi dinmemişti.
O kahve hazırlarken, kitaplığından çekip aldığım “Uzaklığın Yakınlığı” şiirler kitabına göz atıyorum. Önce ailenin göçmenlik öyküsünü okuyorum Hüsamettin Bozok’un kaleminden:
“Lütfi Özkök 1923 yılında İstanbul’da doğdu. Romanya göçmenlerinden olan anasının adı Emine, babasının adı Mehmet. Babası balıkçılık yapardı. Pangaltı’daki Çukur Balıkçı adlı dükkânını bugün hâlâ anımsayanlar vardır.
İlköğrenimini Feriköy İlkokulu’nda ve Şişli Fransız Jeanne d’Arc Koleji’nde, orta öğrenimini Vefa Lisesi’yle Taksim Lisesi’nde tamamladı (1942). Bir yıl İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okudu. Mühendis olmak için Viyana’ya gitti. 1943-1944 savaş yıllarını Viyana Üniversitesi’nde, başında kavak yelleri eserek, Alman romantiklerinin etkisinde ve bombardımanların gürültüsü altında geçirdi. Dönüşte yedek subaylığını Çatalca’da yaptı. 1947-1949 yıllarını İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi’nde, ama daha çok fakülte kantininde, hayati aşklar peşinde ve Beyoğlu meyhanelerinde, dostları Orhan Veli, Sait Faik, Cahit Irgat, Oktay Akbal, Salâh Birsel, Behçet Necatigil, Fahir Onger, Nahit Ulvi, Sabahattin Kudret, Muzaffer Soysal, Naim Trirali, Vecdi Bürün, Selâhattin Hilâv, Hasan Tanrıkut, Orhan Hançerlioğlu, Şakir Sırmalı… ile dünya sorunlarını tartışarak bira kokuları içinde yaşadı. 1940 Mart ayında tekstil mühendisliği için Fransa’ya gitti. Sorbonne’a yazıldı. Yabancı öğrencilere özgü Cours de Civilisation Française’den ‘Bon pour I’Orient’ (yalnız Doğu ülkeleri için geçerli) türünden şatafatlı bir diploma aldı…”
Özkök’ün öyküsü böyle devam ediyordu. Burada karşısına çıkan İsveçli Anne-Marie onun yaşama rotasını değiştirir.
1951’de İsveç’te başlayan yeni yaşam/yurt öyküsü 15 Kasım 2017’ye kadar Stockholm’de sürdü.
Onun fotoğrafa bağlanması da asıl burada başlar. Bugün dünyanın sayılı portre fotoğrafçıları arasında yer almasını bir konuşmamızda edebiyata tutkusuna bağlamıştı.
O çalışma mekânında geçirdiğim zamanlarda birlikte göz attığımız arşivi benzersiz yazar portrelerinden oluşuyor. Öyle ki, bu coşkuyla ardı ardına iki albüm çalışmasını kotarmıştık:
- “Lütfi Özkök, Portreler/Türk Edebiyatına Dönemsel Bakış (2003, Dünya Kitapları)
- Lütfi Özkök Objektifinden Nobel Ödüllü Edebiyatçılar (2006, Dünya Kitapları)
Bunların ardından başka albümleri tasarlamıştık. Örneğin bir René Char albümü… Samuel Beckett, Jean Genet albümleri…
Portrelerini çektiği yerli ve yabancı yazarların listesini yapmıştık. Şaşırtıcı bir listeydi bu. Onun adını dünya fotoğraf tarihine taşıyan bu birikimin neleri içerdiğini az çok bu iki albüm anlatmaktadır.
Üstüne üstlük Stockholm’daki yakın dostu Osman İkiz’in Lütfi Özkök’ün yaşam öyküsünü içeren “Rüzgârların Yolunda” (2011) kitabı ise belgesel nitelik taşımaktadır.
Özkök’le o ilk buluşmamızın ardından geçen zamanda, Stockholm-İstanbul yolculuklarımızda birbirimize taşıdığımız duygu fotoğraftan yana olsa da, biz onunla daha çok edebiyattan konuşuyorduk. Kendisini ait hissettiği “1950 Kuşağı” şairleri yazarlarıyla dostluğunu da şiir yolunda buluşturuyordu aslında.
“İçimizdeki Sıla” (1978), “Uzaklığın Yakınlığı” (1993) şiir kitapları, hazırladığı “Çağdaş İsveç Şiiri Antolojisi”, yaptığı çevirilerle şiirle yolculuğundan da hiç kopmadı Özkök.
Şimdi onu sonsuzluğa uğurlarken, o ilk güne dönüp buluşma zamanının izlerini yeniden hatırlıyorum…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (7 Kasım 2017)