Madam Bovary, birçok kez okuduğum ve her okuyuşumda beni etkileyen, kurgusu ve diliyle büyüleyen bir yapıt oldu. Flaubert’in, kitabı ince bir işçilikle detaylandırıp kurgulamasına hayranlık duymanın yanında, ustalığına da hayret ettim. Bir duvar düşünün, her bir taşı ayrı bir işçilikle işlenmiş ve üst üste dizilmiş, sanat eserine dönüştürülmüş bir duvar. Tuğlalardan birisini bile yerinden oynatsanız yeri doldurulamayacak bir boşluk oluşacaktır. Flaubert romanını öyle kusursuz kurgulamıştır ki, en önemsiz görünen kişiyi bile çıkardığınızda roman fazlasıyla eksilecektir. Okudukça anlıyorsunuz ki romandaki hiçbir ayrıntı, hiçbir söz, hiçbir kişi “öylesine” yazılmamıştır. Yeri ve zamanı geldiğinde kendisine düşen rolü fazlasıyla yerine getirecektir. Bu bize yazarın, kitabı yazmaya başladığında tüm detaylarıyla aslında zihninde bitirmiş olduğunu gösteriyor.
Flaubert: Kadın ruhlu erkek yazar
Flaubert, eserinde kadın ruhunu, kadın dünyasını, kadın düşünce biçimini o kadar kusursuz anlatır ki bazen romanı bir kadının yazdığı hissine kapılırsınız. Hatta o yüzyılda birçok kadın yazar, sansürün ve otosansürün etkisiyle yapıtlarında kadın kahramanlarını tüm çıplaklığıyla kağıda dökemiyorlardı. Belki de Flaubert bir erkek olmanın avantajını kullanmış, kadının mahrem dünyasını rahatlıkla yazabilmiştir. Tabi ki her erkek yazara nasip olmayacak bir ustalıkla yapmıştır bunu.
Roman, moda, giyim ve kadınların gündelik yaşamlarına dair detaylarla doludur. Bunu yapabilen bir yazar, özel yaşamında kadınları büyük bir hayranlıkla izlemiş, incelemiş, hatta onlar gibi düşünmeye, hissetmeye çalışmış olmalı.
Madam Bovary’de moda ve giyim
Flaubert eserinde o dönemin modasına dair birçok resim sunar bize. İlk detaylar çeyiz hazırlıkları ile Emma ve Charles’ın düğününde başlar. Yazar, giyilen kıyafetleri, Emma’nın gelinliğini en küçük detayına kadar anlatır.
“Emma çeyizini hazırladı. Çeyizin bir bölümü Rouen’a ısmarlandı. Emma da kendisine gömlekler, gece başlıkları dikti, bunu da şundan bundan ödünç aldığı moda dergilerine bakarak yaptı.”
Düğüne katılan davetlilerin giydikleri de en ince detaylarıyla aktarılır.
“Hanımlar başlarına başlıklar, sırtlarına şehir usulü entariler giymişler, altın saat zincirleri takmışlar, pelerinlerinin uçlarını da çaprazlamasına kemerlerinin içine sokmuşlardı. İçlerinde, omuzlarına birer atkı örtüp, bunu sırtlarına birer iğneyle tutturmuş olanlar da vardı. Bu atkılar kadınların boyunlarını açıkta bırakıyordu.”(s61)
“Çocukların yanında da on dört-on altı yaşlarında büyücek kızlar görüldüğü oluyordu. Bunların sırtlarında kiliseye başlama günü giydikleri, düğün dolayısıyla biraz daha uzatılmış beyaz giysiler vardı.”(s.61)
“Toplumdaki yerlerine göre ya frak ya redingot ya da ceket giymişlerdi. İyi giysilerdi bunlar, bütün aile üstlerine titriyordu, dolaptan da ancak çok önemli günlerde çıkarılıyorlardı. Yuvarlak yakalı, torba gibi kocaman cepli redingotların etekleri rüzgarda uçuşuyordu. Kimisi kaba çuhadan ceketlerle beraber güneşlikleri bakırla çevrili kasketler giymişlerdi.”(s.61)
Roman boyunca özellikle Emma’nın giydiği kıyafetlerini, şapkalarını, çeşit çeşit terliklerini, çizmelerini, ayakkabılarını, gece başlıklarını, iç etekliklerini, mantolarını, kullandığı dantelleri, saç tokalarını, kurdeleleri her detayıyla görürüz.
Tuhafiyeci Lheureux ya da Emma’nın sonunun başlangıcı
Tuhafiyeci Lheureux’u ilk Madam Lafrançois’in sözleriyle tanırız.
“Bu hafta haciz koyacaklar. Lheureux sattırıyor dükkanı. Senetleri üst üster dayayıp adamın canına okudu.”
Buradan da anlaşılacağı gibi tuhafiyeci senet karşılığı borç para veren, faizi sürekli yükselterek senetleri arttıran, en sonunda da alacaklarını tahsil etmek için her yola başvuran birisidir. İnsanların zaaflarını çabuk keşfeden ve bu zaaflar üzerinden daha çok para kazanmaya bakan acımasız, paragöz bir adamdır ve Emma’yla tanışması uzun sürmeyecektir. Şık giyinmeyi seven güzel ve genç bir hanıma bir sürü ıvır zıvır satmak ise onun en iyi yaptığı şeydir. Bulduğu her fırsatta Emma’nın aklını kumaşlarla, şapkalarla, fistolarla, dantellerle, astarlık ipeklere, süslü terliklerle çelmeye çalışacaktır.
“Elimde çok güzel mallar var, almadan edemezsiniz doğrusu. Çok ince yünlü bir kumaş göndereceğim size, on iki metre kadar, bir giysilik yani. Sırtınızdaki evde giymeye yarar. Misafirliğe gitmek için de bir giysi lazım size.” (s308)
“Şu ropluğa bakın hele! Metresi otuz beş santimmiş, boyası çıkmaz diye de güvence veriyorlar!”
“Sonra Emma’yı çağırarak, son günlerde “bir satışta” eline geçirdiği üç arşın dantelayı gösterdi. “Ne güzel değil mi?” diyordu, Şimdi pek moda bunlar. Koltukların arkalıklarına üst koyuyorlar, çok hoş duruyor.”(s343)
Tuhafiyecinin işi insanlara veresiye mal satmak, faizle borç para vermek, borçları karşılığında senet vermek ve günü geldiğinde ödenemeyen senetlerlerle onların mahfına sebep olmaktır. Romandaki en kötü kişidir demek abartı olmaz. Yazar tuhafiyeciyi romana öyle güzel yerleştirmiştir ki, adam zehirli ağlarını Emma’nın etrafına yavaş yavaş örer. Hiç acelesi yoktur, çünkü zaman onun lehine işlemektedir, her geçen gün senetlerden kazandığı para katlanarak artmaktadır
Yazar’ın özellikle bir tuhafiyeci üzerinden böyle bir kahraman yaratmış olması tesadüf değildir. Çünkü Emma fazlasıyla aşk romanı okuyup, zengin ve şık prensesleri, yakışıklı prensleri, ışıl ışıl baloları, bohem yaşamları, tutkulu aşkları hayal edip tüm bunların özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Tuhafiye adeta o yaşamlardan dökülmüş yaldız kırıntılarıyla doludur. Emma’nın şık giyinip süslenmek için istediği eşyaya oradan ulaşma imkanı vardır. Aldığı her eşya ile kendi hazin sonunu yavaş yavaş hazırlayacaktır.
Annelik- sütninelik ve emzirme üzerine
Kitabı her okuyuşumda beni en çok üzen şeylerden birisi de Emma’nın kızıyla olan ilişkisidir. Belki de ilişkisizliği demek daha doğru olur. Kızı Berthe’ye roman boyunca ancak birkaç sahnede rastlarız. İlkinde bebek Berthe, yoksul bir sütnineye verilmiştir ve Emma yanında flört ettiği Leon olduğu halde onu görmeye gider. Perişan haldeki bir kulübede, başka çocuklara da sütninelik yaparak geçinmeye çalışan Rollet Ana, Emma’dan biraz daha para ve öteberi koparmanın derdindedir. Beşikteki kızını kucağına alıp göstermelik bir ilgiyle sevmeye çalışırken, bebek annesinin güzelim elbisesinin yakasına kusar ve Emma irkilir. Rollet ana adeta kendi çocuğu bir başkasının üzerine kusmuş gibi tedirgin olur. Lekenin çıkacağını söyleyip Emma’yı rahatlatmaya çalışır.
Merak ettiğim şey, Emma gayet sağlıklı durumda iken bebeği neden bir sütnineye vermişti? O yüzyılda sütninelik veya sütannelik denilen bir uygulama vardı. Çoğunlukla anne bebeği emziremediği durumlarda başka bir kadın tarafından para karşılığında emzirilmesi sağlanırdı.
“Kapının gürültüsünü duyunca sütnine göründü. Kucağında meme emen bir çocuk vardı. Öbür eliyle de yüzü sıraca yaralarıyla kaplı, cılız, biçare bir çocuğu tutmuş, çekiyordu. Bu çocukçağız, Rouen’de bir tuhafiyecinin oğluydu; anasıyla babası kendi alışverişleriyle pek meşgul olduklarından çocuğu köye bırakmışlardı.” (s134)
Buradan anlaşılıyor ki anne emzirmek istemediğinde, başka işlerle meşgul olduğunda da bebek sütnineye verilebiliyordu. On altıncı yüzyılda yaşamış olan Fransız deneme yazarı Montaigne, o yıllarda sütanne konusuyla alakalı görüşlerini şu şekilde belirtiyordu:
“Bu kadar önem verdiğimiz bu doğal sevginin (anne-babasevgisi) ne kadar zayıf kökleri olduğunu deneyimlerimizden çıkartmak kolay. Azıcık bir para karşılığında her gün annelerden öz çocuklarını koparıp onlara kendimizinkileri baktırıyoruz; onların kendi çocuklarını, bizim çocuklarımızı emanet etmeyeceğimiz cılız bir sütanneye veya keçiye terk etmelerini sağlıyoruz.” diyerek kendi özeleştirisini yapmıştır. Yüksek aristokrat sınıfa mensup olmayan Montaigne, son çocuğu hariç diğerleri için eşinden sütanne tutmasını istemiştir.
Berthe’yi gördüğümüz diğer birkaç sahnede de çocuk hep bakımsız, ilgisiz ve kendi halindedir. Flaubert bize Emma Bovary’nin iyi bir anne olmadığını vurgulamak için özel bir çaba harcamıştır. Emma kocasını aldatan kötü bir eş, çocuğuna bakmayan kötü bir annedir. Ve tüm bunların “cezasını” romanın sonunda fazlasıyla “ödeyecektir”.
Unutmayalım ki Madam Bovary romanı, Charles Bovary’nin çocukluğundan bir sahneyle başlar ve yine onun hayatının son buluşuyla noktalanır. Emma Bovary, Charles’ın hayatının uzunca bir kesitini kaplamaktadır. Yani, erkeğin hayatında yer alan bir kadını anlatmaktadır. Flaubert her ne kadar kadın ruhunun derinlerine nüfuz etmiş olmayı başarsa da kaleminin ucundan kağıda usulca sızan “erkek”, kendi hikayesini yazdırmayı başarmıştır!
Özlem Narin Yılmaz – edebiyathaber.net (12 Ağustos 2020)