MS 299’da Çekiç ve darp sesleri Colesseum tarafından bir anafor gibi yükselerek Roma’nın üzerinde asılı kalan uğultu ve kükremelere hamam inşaatı cihetinden fışkıran bocurgat ve vinç gıcırtılarına karışıyor; diğer yandan altın madalyonlar, onluklar, ışınlılar, tunç sikkeler, bronz akçeler, küçük bakır paralar, kısacası bütün değerliler ve bütün değersizler bu yeknesak gürültünün ortasında basılıyorken bir darphane işçisinin gözden kaçırdığı kusurlu bir sikke -İmparator Diocletianus’un sağ göz pınarında gözyaşı damlası olan- o gün darphanede hayat bulmuş, elden ele Roma’yı dolaşarak hükmü geçse de cismi yüzlerce yıl sonraya ulaşmıştı.
Roma’da İmparator Diocletianus devrinde, Hıristiyan olduğu ihbar edilen kim varsa ya çarmıha geriliyor ya tapınak avlularındaki büyük ateşlere ya aç aslanlara atılarak ya da Colosseum’da düelloyla öldürülüyordu. Tanrılara kurban kesmeyi, tütsü yakmayı reddederek İmparatorun zulmünden kaçan yedi inançlı insan -Efesli Linus, Gezgin Al Mina, Yazıcı Köle Simonides, Tapınak Kandilcisi Feliks, Çoban Fazelis, Barbar Yüzbaşı Geta, Azatlı Köle Vitalis- kehribar rengi bir köpeğin rehberliğinde ulaşıp saklandıkları mağarada buz gibi bir kış gecesi deliksiz bir uykuya dalıp 309 yıl sonra bir ağustos sabahı gözlerini açtılar. Daha dün gürül gürül akan pınar kurumuş, meyveleri kavrulmuş zeytin ağaçlarının dalları birbirine dolanmış, yaprakları kösele gibi kalınlaşmış; akşam, üstünden atlayarak geçtikleri dere yatağı kurumuştu. Yoklar var, varlar yok olmuştu bir gecede. Dillerinin de elbiseleri kadar eskidiğini pazara gidince anladılar. Tapınakların kiliseye evrilmesi, gücü eline geçirenin kendi menfaati doğrultusunda kullanması, zalimin ve mazlumun şekil değiştirmesi dışında hayatın başka bir akışta devam etmesi, uykudan önce ve sonra arasındaki 309 senede şehir depremlerle, yangınlarla değişse de insanın değişmediğini fark etmeleri mükemmel bir biçimde işlenmiş kitapta.
Sokakları, pazarı, evleri, gemilerin yük alıp boşalttığı Tiber Nehri, Şifa Tapınağı, Forum’u, köleleri, mermer yontucuları, tanrıları, senatosuyla 1700 sene evvelinin Roma’sına götüren kitap, Nazan Bekiroğlu’nun ışıltılı üslubuyla okuyucuyu büyülü bir dünyaya çekiyor. Kitabın ilk bölümlerinde karakterleri tanımaya başlarken detaylar biraz fazla olduğundan çaba harcamak gerekse de sonrasında elden bırakınca, kavuşuncaya dek, Roma sokaklarında karakterlerle birlikte yaşatmaya devam ediyor. Her kitabından büyük tat alıp bir sonrakini heyecanla beklediğim Nazan Bekiroğlu’nun Kehribar Geçidi adlı bu son romanı da ötekiler gibi derin dili, sorgulatan cümleleri ve benzersiz üslubuyla şaşırtmadı beni. Sekiz yıllık bir emeğin ürünü olan 605 sayfalık kitabı böyle kısa anlatmak haksızlık olsa da belki bir fikir verir, haberdar eder, merak uyandırır.
edebiyathaber.net (2 Eylül 2022)