Manves City ve Sürüklenme ile yoksulluğun değişen yüzü | Şule Tüzül

Aralık 18, 2018

Manves City ve Sürüklenme ile yoksulluğun değişen yüzü | Şule Tüzül

Latife Tekin, ilk defa 1983 yılında yayımlanan Sevgili Arsız Ölüm’ün Dirmit’inden 2006 yılında yayımlanan yaşsız, bedensiz, bilge kocakarı Muinar’a uzanan yolda her biri bize unutulmaz kahramanlar armağan eden romanları ve en son 2009’da yayımlanan Rüyalar ve Uyanışlar Defteri’den sonra Kasım ayında yayımlanan iki yeni romanı ile onu yıllardır bekleyen okurlarını sevindirdi.

Manves City’yi okumaya başladığımda ilk satırları okur okumaz, Latife Tekin’i tanımasanız bile, iyi bir yazarın kitabında yol almaya başladığınızın memnuniyetini yaşıyorsunuz. Aynı duygu Sürüklenme’de devam ediyor.

Manves City ve Sürüklenme, anlatımları ve üslupları ile birbirinden bağımsız, kesişen olay örgüleri ile zamansal olarak birbirine paralel olduğunu anladığımız iki roman. Her romanında anlatılan hikayeler kadar anlatım biçimi ile de farklı şeyler deneyerek okuru şaşırtmayı başaran Latife Tekin, yazarlığı ile bütünleşen ona özgü bilgeliği, duyguyu ve anlatmaktan hiç vazgeçmediği insanlık durumlarını Manves City ve Sürüklenme’de romanların temeline oturturken yine şaşırtıyor.

Onun temel meselesi yoksulluk. Yoksulluğun, sesi olmayanların, hakkı yenenlerin, zenginlerin zenginliklerini sürdürebilecekleri biçimde kuralları belirlenmiş bir sistemde yaşamları savrulup dağılanların, en az yoksulluk kadar sesini duyuramayan doğanın da yazarı olarak tanıyoruz onu. Manves City ve Sürüklenme de benzer konu ve kavramlar üzerinden kurgulanan romanlar. Ama bugün yoksulluğun ve zenginliğin, paranın, işçinin, emeğin, köy ve köylünün, adaletin tanımları çok değişti; değişmekle kalmadı yoksulluktan beslenen sömürü düzeni tarafından sürekli dönüştürülen bu tanımlar, düzeni sürmesi için kullanılan en başarılı olduğu kavramlar haline geldiler. Nerdeyse tüm politik stratejiler yoksullar üzerinden kurgulanıyor. Manves City ve Sürüklenme’de yoksulluğun ve sömürünün işte bu yeni yüzünü görüyoruz. Bu nedenle olsa gerek, Latife Tekin’in daha önceki romanlarında gördüğümüz bilgeliğin ve umudun yerini daha çok yeni çağ ile baş etme mücadelesi ve bu mücadelenin getirdiği karamsarlığın kederli yansımaları almış. Her iki romanda, bugün topluca yaşadığımız sürüklenmenin Latife Tekin’in sözcüklerinde dile gelmiş halini görüyoruz.

Manves City, Erice adında bir kasaba ve çevresinde geçiyor. Bir zamanlar doğanın, küçük yaşamların, büyük umutların kasabası Erice, Türkiye’nin birçok beldesi ile aynı kaderi paylaşır; kasaba, halkı ve o güzelim doğası, ağaçları ile gün be gün fabrikalara teslim olur. İşçi olmak zamanla hiçbir hakkı olmayan bir köleliğe doğru evrilir. Kasabalılar yaşayabilmek için çoluk çocuk gece gündüz ya fabrikalarda ya da fabrika sahiplerinin çiftliklerinde çalışmak zorundadır. Sömürü düzeni herkesi ve her şeyi öyle ele geçirir ki, bu düzen içinde herhangi bir şekilde hak talep etmek, hak aramak, eleştirmek, şikâyette bulunmak işsiz kalmakla eş anlama gelir. Sömürü sadece çalışma hayatı ile sınırlı değildir. Ahlak ve insanlık tanımları da değişmiştir; çocuklar ve kadınlar aynı zamanda cinsel sömürünün de nesneleri haline gelmiştir. Öyle ki; romanda karşımıza çıkan her hikâye, kültür ve etik seviyesi yerlerde sürünen televizyon programlarında, tek sese dönüşmüş medya haberlerinde rastladığımız, şaşkınlıkla izlediğimiz insanların ve hikayelerinin sahne arkasını gözler önüne serer.

Manves City’nin ana kahramanı Ersel, yıllar sonra hapisten çıkıp üvey kızını aramak için Erice’ye döner. Bu arayışta çocukluk arkadaşı Nergis’ten en büyük desteği görse de, Nergis dahil her şeyin değiştiği bir Erice ile karşılaşır. Erice’den ayrıldığı zamanda da işçilerin işverenle sıkıntıları vardır ancak geri döndüğünde bulduğu Erice onu her adımda hayal kırıklığına uğratır. Tanıdığını sandığı yakın uzak herkes çok değişmiştir, her görüştüğü insanla birlikte insanlara güveni azalır, herkesin görünen ve görünmeyen farklı hikayeleri vardır. Ersel’in üvey kızını arama macerası üzerinden kurgulanan Manves City, günümüz yoksulluğunu, sömürünün insan ve doğa üzerindeki yıkımını en çıplak hali ile okura sunar.

Sürüklenme ise başka bir serüvenin içine düşürür okuru. Gerçek adını roman boyunca göremeyeceğimiz Asistan isimli kahraman, kız kardeşi Tijen’in ölümü sonrası Tijen’in aktif üyesi olduğu Takviye isimli bir dernek için ülkeden ülkeye, bir kentten başka birine yolculuk yapmaktadır. Fantastik ögeler de içeren Sürüklenme, Asistan’ın yolculuğu ve deneyimleri doğrultusunda Manves City’deki gibi hayatımızın değişen ve dönüşen olgularını sorgular. Yıllarca destek vermeye çalıştığınız sivil toplum örgütü amacına ve varlığına ters düşen işlerin içine girebilir. Güvendiğimiz insanlarla bir gün yollarımız ayrılabilir. Yaşadığı hüsran ve hayal kırıklıklarını, yabancılaşma ve yalnızlaşmayı çevresindeki kimsesiz gençlere yardım ederek dindirmeye çalışan Asistan’a hayat yeni hayal kırıklıkları ile cevap verecektir. Her şeyi bırakıp arkadaşı ve dernek başkanının eski eşi Nevres’in yaşadığı Cehil’de yeni bir hayat kurmayı planlasa da Cehil de Erice gibi yeni düzenin kurallarının hâkim olduğu bir yere dönüşmüştür. Yalnızlık ve yabancılaşma öyle bir boyutta yaşanır ki, dünyada sığınılacak tek bir yer kalmamış gibidir.

“…. ağırlığını kaybeden insan nerede boşluk açılsa oraya savrulup gider.”

Manves City gibi Sürüklenme de Asistan’ın yaşadıkları doğrultusunda karamsarlığın yoğun olduğu bir roman olmakla birlikte burada karşımıza, Latife Tekin’in önceki romanlarından iki bilge sanki imdadımıza koşup yetişir, bize az da olsa nefes aldırır: Biri romanın ilk bölümlerinde karşımıza adeta Çaredar, diğeri Asistan’ın anneannesi Christa. Asistan, roman boyunca sadece bir kere karşılaştığı Çaredar’ın söylediklerini hatırlayarak macerasını sürdürürken, içinden çıkamayacağını hissettiği çaresiz zamanlarında, Alzheimer nedeniyle Nürnberg’de bir kliniğe yatırılan Christa’nın geçmişte kendilerine verdiği öğütlere sığınır. Christa, Asistan ve kardeşi Tijen’e ne zaman zora düşseler çocukluk zamanlarına gidip orada kendilerini avutmalarını, alacakları önemli kararlarda çocukluk zamanlarının ruhu ile hareket etmelerini salık verir. Asistan, biraz da Christa “…. çocukluk duygularınızın canlanmadığı yerlerde yaşama sevinciniz söner, bırakıp gidin oraları.” dediği için oradan oraya sürüklenmektedir.

Manves City ve Sürüklenme’nin kahramanları farklı sosyoekonomik sınıflara ait olarak sürükleniyorlar. Romanları bitirdiğimde, her iki romanda da yüzümüze vuran umutsuzluk kapsamında Ersel ve Erice halkının seçeneksiz kalmışlıkları ile, Asistan ve onunla aynı amaç için yola çıkmış arkadaşlarının sahip oldukları seçeneklerini sorgulama ihtiyacı duydum. Biz ya da onlar, neden hiç kimse bu sürüklenmeye karşı çıkamıyordu? Kürk üretimi yaptığı için eski bir dernek üyesini eleştirirken Moskova sokaklarında kaz tüyü montu ile dolaşan Asistan’ı düşündüğümde, Cehil’de besicilik yapanları hayvanları sağlıklı ve doğru koşullarda yetiştirmedikleri için eleştirirken her gün binlerce canlıyı ipek kumaş üretmek için öldürmenin nasıl bir çelişki olduğunu aklına bile getirmeyen Nevres’i düşündüğümde, Ersel ve Erice halkının yaşamak için aldıkları kararları ve seçimlerini çok daha doğaya yakın çok daha dürüst buldum. Çünkü onların, yoksulların, kendi yaşamlarından başka kaybedecekleri pek bir şeyleri yok. Sömürü düzeni varlığının devamını, sömürünün her türüne karşı olmak yerine, seçenekleri olduğu halde kaybedecek şeyleri olduğu için düzenin dayattığı seçenekleri tercih edenlere borçlu değil mi? Manves City ve Sürüklenme, okuru yoksulluğun değişen yüzü ile olduğu kadar kendisiyle yüzleşmeye zorlayan romanlar.

Latife Tekin, Manves City ve Sürüklenme’de bugün yaşadığımız umutsuzluğu ve çıkışsızlığı paylaşmış bizimle. Çaredar’ın ve Christa’nın hikayeleri ile bir ışık yaksa da o ışığı arayıp bulma sorumluluğunu okura bırakmış.

Dünyanın mevcut düzeni varlığını sürdürdüğü sürece tanımları değişse de yoksulluğa dair değişmeyen şeyler de var: yoksulluk kendi başına onurlu bir direniş zaten. Dünyanın geri kalanının ise vermesi gereken bir karar var: bu direnişin neresinde ve nasıl yer alacakları. Her birimiz bu direnişin bir parçası olamadığımız sürece, sömürünün her türüne hayır diyemediğimiz sürece, mevcut düzen varlığını her geçen gün daha güçlenerek ve daha acımasız biçimde sürdürmeye devam edecek.

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (18 Aralık 2018)

Yorum yapın