Mekânsal, yaşamsal, zamansal, zihinsel anlamlarda manzarayı, anlatı ile kısa öykü arasında evrilen bir metin içine yerleştirmeyi denemek bir arayışsa Güven Pamukçu’nun “Kuş Bir Cümledir Uçarken” adlı kitabı bu tür bir arayışa karşılık geliyor. İçinde derin bir keder barındıran güçlü bir görselliğin o kederin karanlık kuyusunu oluşturan psikolojik derinliklere eşlik ettiği bir kitap “Kuş Bir Cümledir Uçarken”. Kitaba adını veren “kuş” imgesi manzaranın önemli bir parçasını oluşturmakla kalmayıp uçma haliyle zaman, hayat ve mekân kadar “gelip geçici”, cümleye dönüşme haliyle madde kadar “kalıcı”, zihindeki haliyle de bilinmeyen kadar “karanlık” bir temsil öğesini teşkil ediyor.
“Kuş Bir Cümledir Uçarken” kitabı, bir giriş bölümü ile “Kuş Bir Cümledir Uçarken”, “Dokunma”, “Eksik Kalmak Var Olanın Bilgisidir” başlıklı üç bölümden oluşuyor. Bölümlerde yer alan ve “Yavaşlatılmış Bir İntihar Hali”, “Beklemek Aslında Gitmektir”, “Ölü Diller Cinneti”, “Vakitsiz Dünler Sızısı”, “Kayıp Sesler Adası”, “Kıştı Bir de Rüyasında”, “Benzer Hayatlar Atölyesi”, “Aç Adam Masalı” gibi adlar taşıyan metinler, birbiriyle ilişkilenmek ve ilişkilenmemek arasında ince bir çizgide duruyor. Kitaptaki metinler bağımsız olarak okunabileceği gibi kitap bir bütün olarak ele alındığında metinlerin ortak bir manzaranın parçaları olabileceğine ilişkin çok fazla ipucu da var. Metinler, hüzün, keder, boğuntu, sızı gibi duyguların yanı sıra deniz, bahçe, yol, kuş, ağaç vb. öğelerin olduğu manzaralarla birbirine bağlanıyor. Bilindik gibi görünen ama bilindik olmayan, içinde insan yer alsa da yalnızlığın ve ıssızlığın egemen olduğu manzaralar bunlar. “Karanlık kadar keskin ışık”, “yerinden kopan yıldız”, “dağ başı serinlikleri”, “yaylalar hüznü”, “yağmuru, rüzgârı taşıyan akşamüstü bulutları”, “ipini koparan lodos”, “suya karışan nehir”, “portakal kasalarından yapılmış sandıklar”, “nakışlı bir bohçada saklanan vesikalık” gibi nitelemelerle karşımıza çıkan rengârenk manzaralar, bir anda insan zihninin/ iç dünyasının karanlık, boğucu, bunaltıcı manzaralarına dönüşüyor.
“Gitme” teması kitabın çok güçlü bir izleğini oluşturuyor. Kuş uçup gidiyor. Arkadaş/sevgili arkasında kalanı bırakıp gidiyor. Okur “Adam” olarak anılan ana karakterin / belki de anlatıcının kendisinin bile her an her şeyi bırakıp da erişemeyeceği bir yere gidebileceğini hissediyor. “İntihar, ölüm, kış, yangın, kül, çöl, kabuk” gibi temalar, ani karşılaşmalara, eski arkadaşlıklara, imkânsız aşklara ve her seferinde geri dönüşü olmayan bir gitme haline eşlik ediyor. “Ölüm” ve “intihar” teması, “Balıkçılar denizden döndüklerinde adam, intiharından uyanıyordu.”, “Ölümü biliyorum.”, “Duvarın arkasında bulunduğunda ölmeden kokmuş gibi bakan bir ölü vardı.”, “Siz nereden bileceksiniz Ölüce Dili’ni?” cümlelerinde örnekleneceği gibi güçlü bir eksen olarak karşımıza çıkıyor. “Beklemek, terk etmek, özlemek” temaları metinlerde benzer bir seslenişle kol gezerken kabuk bağlayan/derinden derine kanayan ve insanın içini üşüten bir yağmur-fırtına mevsimi akılda kalıyor.
Güven Pamukçu’nun “Kuş Bir Cümledir Uçarken” adlı kitabında metinler aracılığıyla kurduğu manzaralar, fotoğraf kareleriyle de pekiştiriliyor. Fotoğraflar da metinler kadar kederli, metinler kadar geçip giden hayata, elle tutulamayan zamana, aynı kalırmış gibi görünürken sürekli dönüşen mekâna adanmış sonsuz bir hüzne dair. Akşam çökerken başıboş köpeklerin dolaştığı sahiller, dalgaların dövdüğü kayalar, insansız denizler yer alıyor bu fotoğraflarda. Onlar “Aslında hep aynı yerden bakıyor ama değişiyor zamanın ‘an’ları.” ya da “Seni hâlâ sevdiğimi söylersem denizim kurusun, öyküm kalmasın!” şeklindeki cümlelerin fotoğrafları. Onlar “Sahilde balık tutanlara sordu. Suya fısıldadı. Denize…Kimse tanımıyor. Dedi:Nasıl bırakıp giderim bu yokluğu.” öyküsünü kurgulayan bir bellekten varlık bulmuş fotoğraflar.
“Kuş Bir Cümledir Uçarken” kitabının psikolojik evreninde “ma” kelimesi ile temsil edilen bir karakter/imge/sembol dolaşıyor. Kitabın birinci bölümündeki metinlere ilişkin en temel ilişkilenme “ma” kelimesi ile temsil edilen ve noktalama işaretleriyle pekiştirilen bir dil oyunu ile sağlanıyor. Bu karakter/imge/sembol, kimi zaman “!!!ma, dedi Adam: Kül! Ömrün çölü…” cümlesiyle hayata dair bir iç yüzleşmeyi dışa vururken kimi zaman da “..!ma, dedi biri; beklemek biraz da gitmektir. Gittik!” cümlesinde olduğu gibi çelişkili, çatışmalı, gerilimli duygu hallerinin orta yerinde varlık gösteriyor. Kimi zaman “!!!Ma’yı, hepsini suyun içine döküp susuz kıyılar aramaya çıktı Adam!” cümlesinde olduğu gibi imkânsız bir arayışa, kimi zaman “…ma, susan atlar ülkesidir! Kayıp sesler adası…” cümlesinde olduğu gibi olmayan bir yere karşılık geliyor. “Ma “Kuş Bir Cümledir Uçarken” adlı ve kitaba da adını veren ikinci bölüm başladığında kitabın ana izleklerinden biri olan “gitme” duygusuna koşut bir şekilde görünmez oluyor.
“Kuş Bir Cümledir Uçarken” kitabına adını veren “kuş” da kitabın içinde önemli bir konum üstlenen “ma” da engin ufuklara sahip kederli bir manzarayı o kederin yaratıldığı psikolojik evren ile birlikte çözümlemeyi gerektiriyor. Ne olduğu, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği belli olmayan bir karakter/imge/sembol “ma”. O hem kadın hem erkek; hem anlatıcı hem öteki; hem herkes/her şey hem de hiç kimse/hiçbir şey. “Ma” belki mekânsal, zamansal, yaşamsal, zihinsel anlamlarda manzaranın içinde dolanan bir karakter/ bir şey; belki de o (ma)nzaranın ta kendisi. “Kuş”a gelince o kitaptaki her metinde kendisinden söz edilse de edilmese de (ma)nzaranın içinden geçip kaybolduğu gökyüzünde insana kederli bir cümle/cümleler bırakıyor:” “Ma, dedi Adam. Kuşlar göç edecek. İnsan kendi masalını yakarak kaçacak kendinden!”
Emel Kayın – edebiyathaber.net (20 Nisan 2017)