İlk Gün ve İlk Gece kitabevlerinde. Bu büyüleyici bir günlük! Dünyanın ilk günü, ilk gecesi, ilk yıldızın keşfi ve aşkla sarhoş iki çift gözün gökyüzünde kayboluşunu içinde saklıyor…
“Sonsuz küçük ya da sonsuz büyük olan nedir ve her şeyin başladığı sıfır ânı nedir?”
“Ben paleoantropoloğum, müzede çalışmıyorum, bir Pierre’le, bir Antoine’la ya da bir Jérôme’la tanışma fırsatım olmadı yıllardır; çocuğum yok; severek yaptığım zor bir mesleğim var ve kınanacak yanı olmayan bir tutku yaşadığım için olağanüstü şanslıyım.”
“Adım Adrianos, annemin doğduğu kasaba hariç, uzun zamandır ‘Adrian’ diyorlar bana. Astrofizikçiyim, uzmanlık alanım, Güneş sisteminin dışındaki yıldızlar. Dünya yuvarlaktır, uzay bükülüdür ve evrenin sırlarını kavramak için yolculuk etmeyi, en iyi gözlem noktasının, büyük kentlerin uzağındaki zifirî karanlığın peşine düşüp gezegeni en ücra köşelerine kadar, hiç durmadan, bir baştan bir başa dolaşmayı sevmek gerekir. Sanırım, beni bunca yıldır, insanların çoğunun yaptığının tersine bir ev, bir eş ve çocuklara sahip olmaktan alıkoyan, rüyalarımdan hiç çıkmayan o soruya günün birinde bir yanıt bulmak umudu oldu: Gündoğumu nerede başlar?”
İki idealist biliminsanıydılar… İki eski sevgili… 15 yıl sonra karşılaştıklarında ikisinin de yaşamında sadece bilim vardı… Aşk tekrar araya girdi… Biri ilk insanın, diğeri ilk günün peşindeydi… Güçlerini birleştirdiler… Ama aradıklarının peşinde yalnız değildiler… Üstelik diğerleri, yollarına ölüm tuzakları kurmaya başlamıştı bile…
“Masallar gerçektir insanoğlu, masallar gerçektir!”
“Bellekler tablasını parçalara ayırdım, parçaları grupların etkili ve bilge kişilerine emanet ettim…”
On beş yıl sonra karşılaştılar… İki eski sevgili Keira ve Adrian. İkisi de ayrı yollardan aynı hedefe yürüyen iki biliminsanıydı. Evrenin bilinmeyenlerini keşfetmek, bilinenleri tersyüz ederek çok ötelere ulaşmak… Biri ilk güne, biri ilk insana… Uzun bir serüven başladı; ölüm, her adımda onların yolunu gözlüyordu…
“Yaptığınız keşifleri açıklayacak olursanız, ilk gün, dördüncü dünya ülkelerinde yüz binlerce insan ölecek, ilk hafta içinde de üçüncü dünya ülkelerinde milyonlarca insan ölecek. Ertesi hafta, dünyanın göreceği en büyük göç dalgası başlayacak. Bir milyar aç insan, kendilerinde olmayana el koymak amacıyla kıtaları aşmak için denizlere açılacak. Herkes gelecek için ayırdığı birikimiyle günü kurtarmaya çalışacak. Beşinci hafta, ilk gece başlamış olacak.”
Marc Levy, 1963 yılında Fransa’da doğdu. 17 yaşında Kızılhaç örgütüne katıldı, altı yıl boyunca gönüllü olarak hizmet verdi ve bir yandan da Paris-Dauphine Üniversitesi’nde öğrenimini sürdürdü. Yirmi üç yaşında ülkesinden ayrılıp ikinci vatanı ABD’ye yerleşti. Yedi yıl sonra, iki arkadaşıyla birlikte bir mimarlık şirketi kurmak üzere Fransa’ya geri döndü. On yıl boyunca bu şirketi yönetti. 40 yaşına yaklaştığı günlerde, oğluna anlattığı hikâyeleri kâğıda dökmeye karar verince, ilk romanı Keşke Gerçek Olsa ortaya çıktı. Dünya çapında büyük bir başarı elde eden kitap, aylarca çoksatar listelerinin başından inmedi ve otuza yakın dile çevrildi. Yazarın ikinci romanı Neredesin, ilkini aratmayacak bir başarıyla çok geçmeden 1 milyon satış rakamına ulaştı. 2003’te yayımladığı Sonsuzluk İçin Yedi Gün, Fransa’da 2003’ün en çok satan romanı oldu. 2004’te yayımlanan Gelecek Sefere, aşk, mizah ve masalsı öğelerle ördüğü romanlarının son halkası oldu. Levy, 2005’te Keşke Gerçek Olsa’nın devam romanı Sizi Tekrar Görmek’i yayımladı. Bir kısa metraj filmi de (La lettre de Nabila) bulunan yazar Londra’da yaşıyor.
Marc Levy’nin Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Keşke Gerçek Olsa, 2001
Neredesin?, 2004
Sonsuzluk İçin Yedi Gün, 2005
Gelecek Sefere, 2006
Sizi Tekrar Görmek, 2007
Dostlarım Aşklarım, 2008
Özgürlük İçin, 2009
Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca
Şey, 2010
Gölge Hırsızı, 2011
edebiyathaber.net (19 Aralık 2012)