Asıl soyadı Crayencour’dır. Marguerite’nin babası bir sabah uyanıp “soyadımdan çok sıkıldım” demiş olacak, soyadının harflerini yerlerinden ederek “Yourcenar” haline getiriyor ve edebiyat dünyasının kapılarını Yourcenar soyadıyla aralıyor Marguerite.
Fransız yazar, mitoloji ve lirizmin uyumunu taçlandıran kitabı “Ateşler“de öyle bir üsluba sahip ki her cümlenin üzerinden iki üç kere geçme ihtiyacı hissediyor insan. Mitolojiye hakim olanlara “ben bu karakterleri biliyorum ama hikayeleri böyle daha güzel olmuş” şaşkınlığı yarattığı gibi mitolojiyi fazla bilmeyen okurlara da bol ansiklopedi ve makale okuma garantisi veriyor. Kitabın son beş sayfasındaki öykülerde geçen mitolojik karakterlerin hikayelerinin anlatıldığı bölüm de her bir satırında mana barındıran kitaba titrek bir mum ışığı niteliğinde.
“Onların inandığı gibi inanmıyorum, onların yaşadığı gibi yaşamıyorum, onların sevdiği gibi sevmiyorum… Onların öldüğü gibi öleceğim.”
Çocukluğunun çoğunu “ömrümde tanıdığım en iyi dost ve en özgür insan” olarak tanımladığı babasıyla birlikte gezerek geçiren Marguerite’nin eserlerindeki özgür dilin temeli bu dönemlerde atılıyor. Babasının vefatından sonra da çıktığı dünya gezileri ve belirli dönemlerde yaşadığını ülkeler ona “uçarı bir aristokrat” havası katıyor. Kalitesi ve çizgisi “anı yaşa” felsefesiyle bir bütün halinde işliyor ve entelektüelitenin kabına sığmayan haylaz çocuğu oluveriyor.
“Korkacak bir şey kalmadı. Dibe vurdum. Senin kalbinden daha aşağıya düşemem.”
Ateşler’deki şiirsel anlatım ve hikaye sonlarındaki sözlerin umutsuz romantizmi okuru çayının şekerini atmış ama karıştırmayı unutmuş insan dalgınlığına sürüklüyor. Bazı cümleler yağ gibi akıp giderken bazı cümleleri ilmeği kaçmış bir örgü gibi söküp söküp tekrar okumamız “suyun altında kaç dakika nefessiz kalabilirsin” oyununa benziyor. Aralıklarla nefes alabilmemiz için çiğnemeden yutulan cümlelere duyulan ihtiyacı çok başarılı bir şekilde karşılıyor Marguerite. Okurken hem yoruyor hem dinlendiriyor hem düşündürüyor ve bu onun en özgün özelliği olarak adının hemen yanına ilişiyor.
“Aşıklar tenimize, hırsızlar yüzüklerimize, vaizler ruhumuza göz dikerler, benimkini alabilirler, ondaki hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerine bahse girerim.”
Metis Yayınlarından Sosi Dolanoğlu çevirisiyle çıkan kitabın kapağında kullanılan “İki Baş” isimli fotoğraf Edward Weston’a ait. Kitabın son hikayesi olan “Sappho ya da İntihar”la birebir uyum gösteren bu kapağın Marguerite lirizmini başarılı bir şekilde temsil ettiği görülüyor.
“Çocuk bir rehinedir. Hayat bizi elinde tutar. Aynı şey bir köpek, bir panter, bir ağustos böceği için de geçerli. Leda şöyle demiş: Bir kuğu aldığımdan beri intihar etmekte özgür değilim artık.”
Marguerite’nin bazı hikayelerinde çizginin bir adım önüne çıkmış “dişi dil” bazı hikayelerinde nötrleşirken bazılarında ise kendisini eril bir dile bırakıyor. Sappho’nun delicesine aşık olduğu Attys için ülke ülke gezmesinin altındaki homoseksüellik, Klytaimnestra için cinayet işleyen Aigisthos’un kırılan erkeklik gururu, Akhilleus’un kadın kıyafetleri ve kadınlar içinde saklanmak zorunluluğundan doğan ruhsal devinimler Marguerite için farklı dil formları oluşturuyor ve hepsinin altından da muzaffer bir zaferle çıkıyor.
“Gözleri kapalı sevmek kör gibi sevmektir. Gözleri açık sevmek deli gibi sevmektir. Delicesine kabullenmektir. Seni deli gibi seviyorum.”
Fatma Nur Kaptanoğlu – edebiyathaber.net (19 Eylül 2016)