Marguerite Yourcenar (1903 – 1987), okurumuzun yakından tanıdığı bir yazar. Brüksel doğumlu Yourcenar’ın soluklu yazın yaşamının birçok ivme noktası vardı. Çocukluğu ve gezginliği bunların başında gelmektedir. Annesini, doğduktan bir süre sonra, kaybedince; babasıyla Fransa’da yaşamaya başladı. Babasının onun üzerindeki etkisi, yönlendirmesi kısa sürede ürünler verecek bir yazarın da önünü açıyordu. 18 yaşında ilk şiir kitabını ( Le jardin deschimeres / Boş Hayaller Bahçesi,1921) çıkardı. Babasının ölümü üzerine (1927 ) bir süre İtalya’da, sonra da İsviçre ve Yunanistan’da yaşadı. 1937’de ABD’ye gitti. 1947 ‘de bu ülkenin yurttaşı oldu, ama Fransız yurttaşlığından vazgeçmedi. Ölümüne değin de Maine’e bağlı Mount Desert Adası’nda ömrünü geçirdi.
Çağdaş Fransız edebiyatının seçkin adlarından biri olan Yourcenar, 1968’de Zenon adlı yapıtıyla “Femine Vacaresco Ödülü”nü kazandı. Aynı zaman da 1980’ de Fransız Akademisi’ne ( “Akademie Française”) seçilen ilk kadın yazardır.
Okurumuz, Yourcenar’ı ilk kez Hadrianus’un Anıları (Çev.: Nili Bilkur,1984, Adam Yay., 277 s.) adlı romanıyla tanıdı. Bunu, Türkçede, şu kitapları izledi: Doğu Öyküleri (Çev.:
Hür Yumer ,1985, Adam Yay., 98 s.); Zenon (Çev.: Müntekim Ökmen, Roman, 1985 , Adam Yay.,328 s.) ; Bir Ölüm Bağışlamak (Çev.: Hür Yumer, Roman ,1988, Adam Yay., 85 s.);
Ateşler ( Çev.: Sosi Dolanoğlu , Öyküler ,1997 , Metis Yay., 107 s.); Akan Su Gibi, Öyküler, Çev.: Muhittin Karkın , İletişim Yay.,1997 , 251 s.); Mavi Masal (Çev.: Sosi Dolanoğlu-Hür Yumer, 2000, İletişim Yay., 83 s.); Düş Parası (Çev.: Roza Hakmen, 2015, Metis Yay., 139 s.).
Sosi Dolanoğlu’nun Fransızca’dan çevirisiyle okura sunulan Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı ilk kez 1929’da yayımlanmış. Yourcenar, bu romanının 1963’teki yeni basımına yazdığı “önsöz”de; romanının temel öğesinden söz ederken, romanın34 yıl sonra okura yeniden ulaşmasında, değişmeyen bir toplum gerçeğinin altını çizerek,şunları söyler: “ Bütün biçimleriyle cinsel özgürlük sorununun büyük ölçüde bir ifade sorunu özgürlüğü olduğu belki de yeterince fark edilmedi. Eğilimlerin nesilden nesile çok değişmediği besbelli; tersine , bunların etrafındaki sessizlik alanının genişliği ya da yalan katmanlarının kalınlığı …” (s.6)
Bu “küçük roman”, bir bakıma da Yourcenar’ın imlediği sorunsalın edebi düzlemde açılımlarını içerir. Gene yazarın deyimiyle ; ”bir sesin portresi” olan roman Alexis ile genç karısı Monique arasındaki ilişkinin boyutlandığı durumları yansıtır. Alexis, cinsel tercihleri olan, bağımlı yaşamayı sevmeyen, özgürlük arayışında biridir. Evliliğiyle geldiği çizgideki kopuşunu Monique’ye yazarak anlatır. Bir iç dökme, kendini dile getirmedir aslında bu da.
Roman, mektup biçeminde yazılmıştır. Alexis, müzisyendir. Hoşlanmamasına karşın, “dostum ” diye hitap ettiği Monique’e bu mektubu yazmak zorunda kalmıştır. İtiraf etmek istediklerinin kıyılarında dolanmaktadır. Güçtür bu: “…yazdığım her kelime beni ilk önce dile getirmeyi istediğim şeyden biraz daha uzaklaştırıyor..”(s.14) Bu uzaklaşma onu, çocukluğunu, aile çevresini, yetişme koşullarını anlatmaya yöneltir. Zevk’i ve acı’yı dilegetirmeye çalışırken de örtüktür. Benliğini sarmalayan duygulardan söz eder sürekli. Seçtiği hayatı belirleyen çocukluk yıllarının izlerini dile getirir.
Müziğe bağlanışı, müzikte buldukları duygularının örtüşmesini de sağlamıştır adeta. İç sızısını dile getirmeye çalışırken sözünü ettiğinin “hastalık” sayılması onu yormuştur artık. Buna, uzun süre kendisi de inanmamıştır. O dile gelişte ise çığlığını duyurmak ister: “Hayat, Monique, olası bütün tanımlardan daha karmaşıktır; basite indirgenmiş her imge, kaba olma riskini taşır her zaman .” (s.23 )
Onun için bu mektup “bir açıklama”dır. Hiçbir zaman duygularını dile getirmede “bir savunma halini almasını” istemez. Bütün amacı, anlaşılmaktır. Bu tutkusal eğilimlerini ipuçlarını da vermeye çalışır: “Beni kadınlar büyüttü. Çok kalabalık bir ailenin son erkek çocuğuydum; marazi bir yapım vardı; annem ve kız kardeşlerim pek mutlu değillerdi; işte sevilmem için birçok neden. Kadınların şefkatinde öyle çok iyilik vardı ki, Tanrı’ya şükredebileceğimi sandım uzun süre. Çok katı olan hayatımız görünüşte soğuktu; babamdan korkuyorduk, daha sonra da ağabeylerimden; insanları birlikte korkmak kadar birbirine yakınlaştıran hiçbir şey yoktur .”(s.25)
Tutkular ve bağlanışlardan söz eder: “Bir tutkuya tutsak olmadan da bir içgüdünün tutsağı olmak yeter zaten, ve hiçbir zaman sevmediğime samimi olarak inanıyorum .” (s.48)
İçsel olgunluğa erişme serüveninin dile gelişidir de bu bir bakıma. Yaşadığı, tanık olduğu her olay, ilişki onun hayatına bir ivmekatar. Yer yer şu düşüncelerini dile getirir; (bir ilişkiden uzaklaşınca ) “Hangi tedbirleri alırsak alalım, acı çektirmemek ne kadar zor…” (s 51)
Yaşadığı zevkin sanrılı arayışını,”işlenen kabahatin”,”manevi aşağılanmanın” burukluğunu da anlatmaya (s.52), tutsağı olduğu duygunun bir ‘ben’lik sorunsalı olduğunu dile getirmeye çalışır (s.53). Evliliğe kendi iradesi dışında yönelişi, bu süreçte yaşadığı acıların anlatımı Alexis’in kişiliğinin bölünen yanlarını sergiler niteliktedir. Bununla mutlu olmaz, “sadece mutluluğun varlığını hayal eder”.
Monique’yu sevmemiştir. Onun için değerli biridir, o kadar ! Ve giderek kendini açımlamaya, hatta tanımlamaya başlar: “Kendimle olan diyalogumun burada son bulması lazım: burada, birleşmiş iki ruhun ve iki bedenin diyalogu başlıyor. Birleşmiş ya da sadece bir araya gelmiş.” (s.69)
Alexis, yaşadığı mutsuzluğun öyküsünü anlatırken, yerleşik ‘değer’lere boyun eğişin daha beter bir şey olduğunu da anlatmaya çalışır. Evlilikle gelen ‘değişim’ yoğunlaşan mutsuzluk ân’larını yaşatır onda. Müziği bırakmıştır, beste de yapmıyordur. Bu kopuşun nedenlerine önyargılardan arınarak bakmaya, Monique’e de bunları anlatmaya çalışmak ister: “…bizi seven bir kadını aldatmak sadece zalimliktir, fakat bizi parasıyla yaşatan bir kadını aldatmak alçaklık olur.”(s.75) İçindeki fırtınaları bastırmaya çalışmaktadır, ama boşuna …
Çocuk ise bağlayıcı olmaz, bu da bir hayal kırıklığıdır. Kınamaz da kimseyi. Ten’inin ve ruh’unun yalnızlığını yaşar sanrılarıyla: “herkes sırlarını ve hayallerini hiç itiraf etmeden, hatta kendine bile itiraf etmeden sessizce büyütüyor…”(s.76)
Müziğe döner… Bu bağlanış,”sanatıyla yaşamanın” güzelliğini keşfediş onu “her şeyden azat” ediyordur..İçinde yaşadığı bozgun, tutunamama hali aslında bedeninin özgürlüğüne yeniden kavuşmanın çığlığını getirir. Monique’ye bir türlü söylemeye cesaret edemediklerini burada, yazdığı mektupta dile getirmeye çalışır; “Bende sadece vicdan azaplarını, vicdani kaygıları ve pişmanlıkları gördünüz, hatta bu vicdan benim bile değil, rehber aldığım başkalarınındı. Bedenlerin güzelliğinin ve gizeminin nasıl bir ateşli hayranlık uyandırdığını da; her birinin, kendini sunduğunda, nasıl bana adeta insan gençliğinin bir parçasını verdiğini de size söyleyemedim ya da söylemeye cesaret edemedim.” (s. 84)
Sonuçta geldiği kıyıdaki içsel gerçekliğini şöyle dile getirir: “Sıradan ahlaka göre yaşamayı beceremediğimden, hiç değilse kendiminkiyle uyum içinde olmaya gayret ediyorum…”
Yourcenar, bu romanında bireyin içsel gerçekliğinin serüvenini dile getirir. Sorgulamayı değil anlaşılmayı, ruhun ve bedenin özgürlüğünü anlamayı anlatmaya çalışıyor. Günümüz insanının temel sorunsallarından birine ışıklı bir pencere açıyor. Okumalı, okutmalı bu romanı… Ama Açık Gözler (Matthieu Galey, Çev.: Ayten Er, 2008, Doruk Yay., 392 s.) söyleşi kitabını da elinizin altında tutarak okumalısınız.
*Marguerite Yourcenar, Alexis ya da Beyhude Mücadelenin Kitabı, Çev.: Sosi Dolanoğlu, 1999, Metis Yay., 86 s.
edebiyathaber.net (4 Ocak 2022)