“Çünkü kendimi var ettiğim dil Türkçe. Gerçek vatanım
olarak ben Türkçeyi görüyorum. Bu bir aidiyettir.”
(Mario Levi)
Mario Levi’yi okumak Türkçe düşünmek, Türkçe hissetmektir; yaşadığın ülkeyi sevmektir, bağlanmanın dilini öğrenmektir, aidiyetin ne olduğunu görmektir.
Onun yazdıklarını okuyamayan/okumayan bir güruhun çığırtkanlığıyla yıllar önce gene karşılaşmıştım, üstelik bir toplantı da. 1492’nin 500. yıl esintisiydi. Dayanamayıp araya girmiş, “Mario, 500 yıldır bu kentli, buralı, peki siz/ben nereliyiz, ne kadar buralısınız/buralıyız,” diyerek tepkimi göstermiştim.
Evet, biz bu kentin yabancısıyız, Mario yerlisi. Biz bir dilin aidiyetinde bir araya gelip yaşadığımız ülkenin insanını/gerçeğini anlatmak için yola çıktık. Ve o yolculuktur bize buluşturan, tanıştırıp etle tırnak olduğumuzu öğreten.
Mario benim hem kalemdaşım, hem de kardeşim; karşılaştığım her yerde açtığım kucak, sığındığım omuz…Espri yaptığım dil, öğrendiğim bakıştır. Orda onun varlığını hissetmenin güvenidir, Mario. Aşktır, sevgidir, bilgidir, aidiyettir, yaşama sevincidir, taşma ve taşınmadır.
Yazdığı öyküler, romanlar, kurduğu dilin aidiyetiyle getirdiği kültürel ve yaşamsal birikimle edebiyatımızın vazgeçilmez renkleri arasında yerini almıştır.
Bir Yalnız Adam: Jacques Brel (1986) kitabının bende apayrı bir yeri vardır.
Dönmeyebilir (1991) geldi. En Güzel Aşk Hikâyemiz (1992) onun yazıda tutunduğunun bir göstergesiydi artık.
İstanbul Bir Masaldı (1999) ona Yunus Nadi Roman Ödülü’nü getirdi. Lunapark Kapandı (2005), Karanlık Çökerken Neredeydiniz? (2009) romanları bir dilin/bir kültürün, yaşadığımız coğrafyanın tüm renklerini, ruhunu yansıtan benzersiz romanlar olarak çağdaş edebiyatımızın alınlığında yerlerini aldılar.
Bir Yaz Yağmuruydu (2005), İçimdeki İstanbul Fotoğrafları (2010), Size Pandispanya Yaptım (2013) bir yazarın varoluşunun/aidiyetinin arka planını, dille/kültürle/hayatla yolculuğunun, diller/kültürler arası alışverişinin birikimini taşıdı bize.
Mario, bir dildir, kültürdür, bellek ve aidiyettir. Onu bu ülkenin değerlerinden biri sayarım. Ona dil uzatanlar bilmeli ki, bu ülkenin kültür damarlarını kesmeye güçleri hiçbir zaman yetmeyecektir.
Mario, bu ülkenin dilidir/kültürüdür/aidiyetidir. Bunu anlamak için herhangi bir kitabına ulaşmak yeterlidir. Küresel savaşın çığırtkanları nereden/nasıl beslenirler bilemem; ama biz bir dille beslenir, bir kültürle yoğruluruz Anadolu’nun kadim topraklarında. Binlerce yıl bu böyle olmuştur, bundan böyle de öyle olacaktır. Şarlatanlara, yeşil sermayenin tetikçilerine pabuç bırakmayız, bu bilene. Susuyorsak, bir merminin fişeğinde sustuğu gibiyizdir.
Haddini bilmeli herkes, bu ülke sonradan görmüşlerin, dinle Tanrı’yı bile kandıranların bedevi çadırı değil.
Bu ayrımcılık, bu ötekileştirme yaşadığımız toprakların iklimi olamaz. Bırakın insanlar inançları, dilleri, dinleri, kimlikleriyle kendilerini nasıl hissediyorlarsa öyle yaşasınlar. Siz kimsenin inanç bekçiliğini yapamazsınız, kimseyi var olduğu aidiyeti için sorgulayamazsınız. Kendinize “yeni tanrı” sıfatını yakıştırmayın boşuna. Bir arada yaşamanın ne anlama geldiğini öğrenmezseniz de bir gün bunu size öğretenler çıkacaktır elbette. Bırakın bu yaban dili, bu hain bakışı.
Mario Levi bir var oluş simgesidir, ne ona ne de kitaplarına dokunamazsınız; buna gücünüz de yetmez. Bu böyle biline.
Bir tarihi, bir kaderi, bir zamanı paylaşıyoruz biz onunla. Vicdan duygusuyla yazan, yaşayan, konuşan bir yazarı susturmaya çalışmak bu ülkenin renklerini soldurma vandalizmidir.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (29 Temmuz 2014)