Marquez: Geçince durdurulamayan aşk | Feridun Andaç

Nisan 22, 2014

Marquez: Geçince durdurulamayan aşk | Feridun Andaç

feridun andac 10.tif“İnsanın aşkından ölmesinin dilde hoş görülebilir şiirsel bir abartı olduğunu düşünmüşümdür hep.” G.G. Marquez 

Söz ırmağındayız şimdi, gecesiz gün gibi.

Bize büyük anlatıcılar çağının henüz geçmediğini anlatan söz ırmağını taşımıştı. Hem de bilmediğimiz, görmediğimiz dil/düş iklimlerinden çıkıp gelmişti.

Her bir sözcükle aydınlanan bakışın taşıdığı nedir, diye sorduğumuzda, bizi yanıtlayan gene anlattığı öykülerin dokusundaki hayatlardı.

Bir yerin tarihi, kültürel dokusu, insanlığın orada/oraya kök salan öyküsünün bin bir yüzü hep o anlatılanlarda yer almıştı.

Onun ruhunu biçimleyen, düş ve düşün dünyasını etkileyen Kolombiya gerçeği; oradaki hayatın çeşitliliğinin  neden/nereden/nasıl kaynaklandığının serüvenini anlamaya/sorgulamaya yöneltecektir yazarımızı.

Yaşamının ilk sekiz yılını geçirdiği ortamda anneannesi ve dedesinin ona sunduğu dünya hayal gücünü besleyecektir.

Kolombiya’daki  “Bin Gün Savaşı”na (1899-1902) tanık dedenin öyküsü, başından geçenler onun edebî belleğinde de derin izler bırakır.

Gençlik döneminde başlayan iç savaş ise onda Latin Amerikalılık bilincini uyandırır.

William Faulkner, Sherwood Anderson, Kafka, Virginia Woolf gibi yazarları  okudukça edebiyatta kendi olmak yolculuğunun ne anlama geldiğini sorgular. Kendi toprağının/coğrafyasının gerçeğine dönerek anlatmayı seçer. Onun el aldığı iki usta daha vardır karşısında: Juan Rulfo, Alvaro Mutis.

Macondo, onun anlatı anakarasının odak noktasıdır. Birbirine kavuşan iki nehir (Macondo/Magdelana), Baranquilla,  kayıp cenneti Aracataca, And Dağları, Karayip kültürünün melez dokusu  anlatılarının gerçekliğini biçimler. Öyle ki; Yaprak Fırtınası, Albaya Mektup Yok, Hanım Ana’nın Cenaze Töreni onun büyülü gerçekçi anlatıcı kimliğinin ilk ürünlerini taşır Latin Amerika edebiyatına.

Yüzyıllık Yalnızlık’ın (1967) başarısı onu hispanik dünyanın dışında bütün dünyaya tanıtır.

Hukuk eğitimini bırakmış, gazeteciliğe yönelmiştir. 23 yaşında asker kaçağıdır, “El Heraldo” gazetesinde yazmaya başlamıştır.

Baranquilla’dadır henüz. Aracataca-Macondo ve bu kent arasında dönedurur. Karayip kıyılarındaki köyleri  adımlar karış karış. Yüzleştiği kültürel/yerli doku onu büyüler.

Faulkner’ın Ağustos Işığı’nı yirmili yaşlarında, bu gezginliğinde okur.

“Şeytani hamilerimin en sadığı” dediği Faulkner’ı Yaprak Fırtınası’nı yazdığı günlerde keşfedecek; onun anlattığı Mississippi gerçeği, Marquez’in Kolombiya’nın kuzeyinde olup bitenlere bakması/anlatması için yönlendirici olacaktır.

Faulkner’ı da Karayipli bir yazar olarak nitelendiren Marquez, roman yolunu onun izleri/etkilerinde bulmuştur denebilir. Yüzyıllık Yalnızlık’la Latin Amerika edebiyatının 20. Yüzyıldaki simgesi olur. Bu adımla kendi anakarasını kurmaya yönelmiştir artık. Yerel edebiyatın kabuğunu kırıp, evrensel bir roman dili yakalamıştır.

Bir yanda yazıya adanmışlık, ötede ise Latin Amerika’nın gerçeğini anlatmak vardır onun için. Bir ütopyadan doğan Amerika gerçeğine modernitenin bir ürünü olduğu bilinciyle bakar. Anglo-Sakson Amerika ile Latin Amerika arasındaki ayrımın kotlarını göstererek fetih düşüncesinin, inkar ve yeniden doğuşun dilini kurduğu gibi; kıtadaki şiddet ve yağmanın gerçekliğini de gösterir.

Yerli/Afrikalı/İber yarımadalı melez bir kültürün yeni insanının dünyasını anlatır. Dahası Batı aydınlanmasıyla buraya taşan gerçekliğin bileşiminde oluşanı gösterir. Marquez, kurduğu roman dünyasıyla yüzyıl anlatı geleneğine yeni bir ufuk açar. Kendimizi tanıma, kimlik ve aidiyetimizin kökenlerinin birikimini yazıya taşıma düşüncesine yeni bir bakış getirir. Egzotizmin ötesindeki bir dünyanın imgelemini o melez kültürün renkleriyle romanına yansıtır. Yüzyıllık Yalnızlık’ı tek ve benzersiz kılan da budur, kanımca.

Onu, Başkan Babamızın Sonbaharı ve Labirentindeki General’i yazmaya götüren en temel düşünce ise, Latin Amerika dünyasının özgürlük savaşımının öyküsüyle sömürgeleşme sürecindeki siyasal erkin çürümüşlüğünü/yıkılışını protest bir tarih bilinciyle anlatmaktır.

Ve ötede, aşkın aşkınlığındaki bir dünyanın gerçekliğini gene coğrafyanın tarihsel/toplumsal ve kültürel dokusuyla yansıtmak Marquez anlatısının vazgeçilmezidir. Buradan, Kolera Günlerinde Aşk, Aşk ve Öbür Cinler başyapıtlarını çıkarır. Onun bu yapıtlarında bir ulusun, bir kara parçasının gerçeğini oluşturan insanların ruh halini/psikolojisini de buluruz. Tarih, yalnızca savaşlar/işgaller/fetihlerle biçimlenmez; insanlığın içözgürlüğünün varoluşu bunu taçlandırır. Marquez, işte bu bilincin anlatıcısı olarak Latin Amerika dünyasının kucaklayıcı yazarı olur. Yüzyıllık Yalnızlık ortak bilinç dünyası kadar o anakaranın belleğidir bir bakıma. Labirentindeki General’in yayımlanır yayımlanmaz tüm hispanik dünyanın ilgi odağı olması da bu yüzdendir.

Marquez, bir düşün/uyanışın anlatıcısıdır aynı zamanda. Yitirdiğimiz her şeyin, gelip geçen zamanın, tükenen ömrün, yaşlılığın, gençliğin, yeni yetme çağlarının, yitirilen çocukluk cennetlerinin, biten aşkların ezgisini söylercesine “geçince durdurulamayan aşktır bu”  dedirten bir zamanın anlatıcısıdır o…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (22 Nisan 2014)

Yorum yapın