“Ey iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!”
Yıllar önce Nilgün Marmara’nın şiirine girdiğim kapının üzerinde yazılıydı bu dizeler:
“Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
Hepiniz mezarısınız kendinizin”
Ankara’da soğuk bir kış günü… Sakarya Caddesi’nde bulunan Denizatı Pastanesi’ndeyim. Okuldan bir kız arkadaşım karşımda ağlıyor. Masada iki kahve fincanı ve arkadaşımın yanında getirdiği bir şiir kitabı duruyor. Kitap Nilgün Marmara’nın ölümünden sonra derlenip bastırılan “Daktiloya Çekilmiş Şiirler”
Ellerimle sıkı sıkı tuttuğum kahve fincanı avuçlarımı yakıyor ama gözyaşlarına boğulan kız arkadaşımı dinledikçe üşüdüğümü hissediyorum. Gözlerim bazen masanın üstünde duran kitaptaki isme kayıyor: Nilgün Marmara… Denizden bir soyadı var diye düşünüyorum, sonra hızlıca bakışlarımı kitaptan kaldırıp arkadaşıma çeviriyorum. Babasının annesini aldattığından söz ediyor; adamın şehir dışındaki sevgilisinden bir de çocuğu varmış. Arkadaşım sözlerine şöyle devam ediyor: “Annem, babamın onu bir başka kadınla aldatmasından çok yıllardır gözlerinin içine bakarak ettiği yalanlara üzülüyor. Öyle çok yalan söylemiş ki anneme, zavallı kadın babamın ağzından dökülen onca güzel sözün birer yalan olduğunu düşündükçe kahroluyor. Babanın birçok maskesi varmış birini fark etsem diğerini göremezdim ki kızım, dedi bana” Arkadaşım son cümlesinden sonra hıçkırıklara boğuluyor.
Tesellisi çok zordur bazı acıların; hangi sözü söyleseniz çare etmez ve susar kalırsınız. Ben de öyle yaptım, sustum. Elimde tuttuğum mendilleri ona uzatmaktan başka yapacak bir şey bulamadım.
Arkadaşım biraz sakinleştikten sonra konuşmaya devam ediyor:”Nilgün Marmara’yı bilir misin? İntihar ederek yaşamına son vermiş bir şair. “Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın, hepiniz mezarısınız kendinizin” demiş bir kadındır o! Bu dizelerde şimdi annemi görüyorum; maskeler giyip yalanlarını çoğaltan babamı ve diyorum ki kendime; ağzından yalanlar dökülen babam, maskeli baloda en korkunç maskeyi takanlardan biriymiş”
Arkadaşım erken ayrılıyor pastaneden, kitabı bana bırakmasını söylüyorum, yanakları ıslak ıslak terk ediyor masayı.
Bir süre pencereden kirli yeryüzüne inen tertemiz karın beyazlığını izliyorum. Kırgınlık ve öfke dolu o ses kulaklarımda çınlıyor: hepiniz mezarısınız kendinizin! Yalanlarınızı çoğaltın! Maskelerinizi kuşanın!
Kitabı elime alıp okumaya başlıyorum. “ Ağız” şiirini görüyorum sayfalardan birinde. Bu şiirinde şöyle demiş Nilgün Marmara:
“Sorarlar sonra
Ağızları ülkenin delik mi, leke mi”?
Ve şiiri şu dizelerle bitirmiş:
“Ağız nereye giderse gider çekince”
İnsanı yaralayan dil değil midir, ve dil isterse ağızın içinde dönüp durup her yalanı söyleyebilir, diye düşünüyorum, Nilgün Marmara’nın ağız şiirini okurken.
Sonra “Kırmızı” adlı şiirine uzanıyorum: “Ağızlar kireç kuyusunda ve sönmüşlük yayılmış her yana”
Başka bir şiirinde yine ağız diyor Nilgün Marmara, bu şiirinde kireç kuyusu imgesi daha da güçleniyor: “Oysa gerçek yasaktır. Kireç kuyusuna düşmüş ağız yanık”
Ağzını kireç kuyusuna düşüp yanan bir et parçası gibi gören Nilgün Marmara, bir suskunluğu anlatmaya çalışıyor, kendi suskunluğunu. Sayfaları karıştırmaya devam ediyorum, başka bir şiirde “ağzımda şenlenen lav kuyusu” imgesi ile karşılaşıyorum, tüylerim ürperiyor bir an. Bağırmak istemiş, içindeki sözcük volkanından kendi sözcüklerini taşırıp dünyaya ağzından patlamak istemiş ama yapamamış.
Şiirlerini okumaya devam ediyorum; söze ve sözcüğe verdiği anlamın içinde suskunluk hep başköşede duruyor.
“Yitik Kaynak” ismini verdiği bir şiirinde gerçeğin özlemine açmış dizelerini:
“gerçek bilinsin, diliyoruz
Düz, eğri, çapraz ya da değirmi”
Okudukça anlıyorum ki dünyanın yalanlarının içinde boğulduğunu hissediyor Nilgün Marmara. Ve bu yalan dünyada kirlenmeden kopup gitme özlemine “Savrulan Beden” şiirinde bir kez daha rastlıyorum: “olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi”
Ve “Yürek: Kutupta Tan vakti” şiirinde bütün yalan sesleri bir gün boğup sessizliğe yol alacağını hissettiriyor: “göz gözü görmesin irisler donsun ya da ses boğulsun/ boyum bu boy kalsın!”
Son olarak “Gökkuşağından Darağacı” şiirini okuyup kitabı kapatıyor ve pastaneden çıkıyorum. Hava karlı, gökyüzünde gökkuşağı yok, iyi ki yok, eğer gökkuşağının açtığı bir günde Nilgün Marmara ile tanışsaydım hayatım boyunca gökkuşağına darağacı diyebilirdim.
Nazê Nejla Yerlikaya – edebiyathaber.net (15 Mayıs 2014)