Matematik korkulacak bir şey değilmiş! | Mehmet Özçataloğlu

Eylül 21, 2020

Matematik korkulacak bir şey değilmiş! | Mehmet Özçataloğlu

Hayatta her şeyin bir matematiği olduğu söylenir. Yürümenin, koşmanın, yemenin, yatmanın, kalkmanın… Peki edebiyatın? Edebiyatın matematiği var mıdır? Varsa nedir, nasıldır? Sözcüklerin dizimini matematiğe dâhil edebilir miyiz? Doğru sözcüğü doğru yerde kullanmayı? Edebiyatın matematiği var mı bilmiyorum ama matematiğin edebiyatı olduğuna inanıyorum artık.

Stefano Bordiglioni “Paolo’nun Düş Problemleri” ile hissettirmişti bunu bana. Matematiğin böylesi keyifli öğretilebileceğine ilk defa tanık olmuştum ve çok da şaşırmıştım.

Sonra, geçtiğimiz yıl Jordi Sierre i Fabra, bambaşka bir kurgu ve çok başka bir anlatımla “Sınavın Böylesi” diyordu. İyiden iyiye inanıyordum artık matematiğin de edebiyatı olduğuna. Ve bu farklı öğretim yöntemlerini görünce daha bir sempatik bulmaya başlamıştım birçoğumuzun korkulu rüyası bu dersi. Aynı dönemde “MÜÇEKÖ” adlı bir çalışmayla da tanıştım. Çocuklara ve edebiyata yoğun emek veren bir eğitim emekçisi Zeynel Özbalçık, Dr. Burcu Durmaz’dan ve MÜÇEKÖ’den söz etmişti. Neydi ki bu MÜÇEKÖ? “Matematik Öğretiminde Çocuk Edebiyatının Kullanımı ve Örnek Uygulamalar.” Böylelikle matematiğin bir edebiyatı olduğu da tescillenmişti benim için. Ve bugünlerde yine çok keyifli, matematiğe bir de böyle bakalım diyen bir kitapla karşılaştım. “Bir Matematik Hikâyesi.” Tudem etiketiyle, Sümeyra Güzel’in harika anlatımı, Gökçe Yavaş Ünal’ın da hikâyeye can veren resimleriyle.

Öğrencilik yıllarımda matematik böyle anlatılsaydı bütün hafta sadece matematik dersini işleyelim isterdim. Kitaba geçiş yaparken yazarı rakamlarla olduğu kadar iyi bir şekilde sözcüklerle de ilişkili olduğu için kutlamak isterim. Teknik konuları edebi bir şekilde anlatmak ayrı bir hünerdir, diyelim ve gelelim “Bir Matematik Hikâyesi”ne.

Kitap otuz iki farklı hikâyeden oluşuyor. Her biri kısa bir öykü olarak da kabul edilebilir. Yazar/anlatıcı okura doğrudan seslenerek karşılıklı konuşuyormuş hissini yaratıyor. Girişte, “bu kitap bir matematik kitabı değildir. Daha doğrusu, matematik içerir ama matematik öğretmeye çalışmaz” dese de kendi adıma çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Ama kabul etmek gerek, kitabın öğretmek gibi bir amacı yoktu. Ve devamında “Hayatın içine odaklanır ve farkında olmadan kullandığımız matematiksel durumlara dikkat çeker. Maksat, matematikten köşe bucak kaçanlar ve matematiksiz yapamayanlarla tatlı bir sohbettir. Yüzleri güldürmeyi, zihinleri düşündürmeyi hedefler” dediğinde de haklıdır. Tüm bunları yaşatmıştır. Hatta matematik bu denli keyifli ve kolaydı da niçin böyle anlatmadılar zamanında, demekten alamadım kendimi.

Kitaba başlarken çoook eski zamanlara gidiyoruz. Milattan öncelere… Görüyoruz ki taaaa o zamanlardan mühim bir meseleymiş bu matematik. İlk insanların avlanırken mızraklarını tutuş şekilleri bile matematik meselesiymiş.

Döne dolaşa, hoplaya zıplaya günümüze doğru gelirken; mahalle bakkalına da uğruyoruz, toplu taşıma da kullanıyoruz. Braile alfabesini tanıyoruz ve hatta yıllar yılı hep yabancı kaldığım hipotenüsün ne olduğunu bile bu kitap sayesinde kavradım. Bu da bir itiraf olarak burada dursun. Yaşamın her alanından kesitler sunarak anlatmış yazar konuları. Yine kitaptan altını çizdiğim bir satırla bağlamam gerekirse (ki yazar başka bir konu için bunu yazmış) “içine girdiğim sonsuz karanlık (matematik) sadece kitaplarla (bu kitap ve sözünü ettiğim diğer kitaplar da dâhil) ışığını buluyordu.”

Anlattığı her hikâyenin sonuna da kulağımıza küpe niyetine birkaç satır/tümce/sözcük/ yerleştirmiş. Kitabın sonundakini de hepimiz için alıp burada kullanıyorum ve sözü sonlandırıyorum. Matematiğin hiç de korkulacak bir şey olmadığının çok geç bir zamanda farkına vardığımı da ifade ederek.

“Unutma! Matematik her yerde. Matematik önce zihnimizde, sonra düşüncelerimizle inşa ettiklerimizde…”

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (21 Eylül 2020)

Yorum yapın