İp, alışageldiğimiz birçok Maupassant öyküsünden farklı. Hatta öyküyü okuduğumuzda onun Maupassant tarafından yazıldığına neredeyse güçlükle inanıyoruz. Öncelikle bu öykünün kahramanları o hep bildiğimiz baronlar, kontesler, zengin bürokratlar değil. Düpedüz köylüler. İp ne sevda ne de ayrılık hikayesi. Hatta öyküde tek bir kadın kahraman bile yok. Öykünün merkezinde küçük insan var. Elinde küçücük bir sicim parçası ile kendini temize çıkarmaya çalışan zavallı bir adam: Hauchecorne Usta.
Aslında Hauchecorne Usta gibi küçük insanlar yazarlara birçok ‘büyük’ insanın sağlayamadığı malzemeyi verirler. Okurun kanı küçük insana kolayca ısınıverir. Zengin bir adamın başına gelen felaketlere pek üzülmeyiz; ama yoksul, zavallı bir adam daha da düşkün, sefil bir hale geldiyse o zaman içimiz cız eder. Charlie Chaplin’in sözünü hatırlayalım. ‘Zengin bir adam yere düştüğünde güleriz ama yoksul biri düşerse hüzünleniriz.’
Öykümüz hepi topu sekiz sayfa. Bu kadar kısa bir öyküde ancak ikinci sayfanın ortasında iken kahraman ile tanışıyoruz. Tam bir buçuk sayfa boyunca Maupassant bize öykünün geçtiği atmosferi çiziyor, pazarı anlatıyor. Pazarın curcunasının, her kafadan bir ses çıkan kargaşa ortamının okura iyice işlemesini istiyor. Birazdan göreceğimiz gibi bunun bir sebebi var.
‘Cırtlak, tiz sesler sürekli ve yabansı bir gürültü oluşturuyor, ama zaman zaman keyifli bir köylünün güçlü bir göğsünden kopan kahkaha ya da bir evin duvarına bağlanmış bir ineğin uzun böğürtüsü bu uğultuyu bastırıyordu. ‘
Maupassant bizi kahramanımız ile tanıştırıyor. İşte önemli bir eylemi ifade eden ilk cümlemiz:
‘Breatuteli Hauchecorne Usta , Godervil’e yeni gelmişti daha, alana doğru yürürken, yerde ufacık bir ip gördü.’
Kahramanımız nihayet sahneye çıktı. Hemen Hauchecorne’nin adını öğrendiğimiz paragrafta kahramanın diğer özeliklerini de öğreniveririz. Yere düşmüş bir sicim parçasını almaya tenezzül edecek kadar yoksul bir adamdır. Bu ufacık tefecik, romatizmalı, yaşlı adamımız hem kurnazdır. (Sonradan göreceğimiz gibi bu nedenle kimse sözlerine inanmayacaktır.) Hem de utangaçtır. Malandain Usta’nın kendisini o esnada görmesinden fena halde rahatsız olur. Kahramanın utangaçlığı öykünün kurulumda kilit önemdedir. (Anatole France Maupassant’ın hiçbir şeyden kolay kolay utanmadığını söylüyor. İkisi de aynı dönemin yazarları, birbirlerini muhakkak iyi tanırlar. Benim Maupassant ile sohbet etmişliğim yok. Ancak yazar Maupassant’ın utanmayı bildiğini görüyorum. Okuduğum kadarı ile Maupassant kadınlar söz konusu olduğunda utangaç değildir, fakat utancın ne olduğunu pekâlâ bilir.)
‘Eskiden bir yular konusunda araları açılmış, her ikisi de kindar olduğundan bir daha konuşmamışlardı. Hauchecorne Usta düşmanının kendisini bir ip parçası alırken görmesi karşısında bir tür utanca kapıldı. İpi çabucak gömleğinin içine sakladı sonra pantolonunun cebine sokuşturdu.
Anlatıcı bizi yeniden pazara sokar. Panayır havası vardır her yanda. Hayvan satan esnaf ile köylüler arasındaki alışverişte kuşkular, güvensizlikler okurun gözüne çarpar. Hep bir ağızdan konuşulur. Öyle bir uğultu vardır ki kolayca insanlar birbirlerini yanlış anlayabilir. Hancıyı, yemek yiyen kalabalığı, satıcıların kurnazlığını, alıcıların da şüphesini görürüz. Akşam olur. Davulu ile tellal ortaya çıkar ve bir hırsızlık olduğunu, Fortune Usta’nın cüzdanını kaybettiğini bilgisini verir. Kalabalık kaybolan cüzdanı konuşmaya başlar. Türlü yorumlar yapılır. Yemekler biter, kahveler içilir. Bu kez bir jandarma onbaşısı gelip Hauchecorne’e Belediye’ye kadar gelmesi gerektiğini söyler. Orada kahramanımız hırsız olmak ile itham edilir. Malandain de hazır beklemektedir, kendisini yerden cüzdanı alırken gördüğünü söyler. Hatta ekler Hauchecorne’ın hırsızlık yaparken tedirgin olduğunu, etrafı iyice nasıl kolaçan ettiğini anlatır. Okur Malandain’e kızıp onun kötü niyetli bir adam olduğunu söyleyemez pek. Gerçekten Hauchecorne’nin yerden aldığı şeyin cüzdan olduğunu sanmış olabilir.
İşte kahramanımız çukura düşüverdi. Artık hırsızlık meselesi çarşıda duyulmuş, Hauchecorne de ifadesi alınmak için çağrılmıştır. Aynı Dostoyevski’nin Korkunç Bir Olay öyküsünde olduğu gibi bu öyküde de Maupassant kahramanına çukurdan çıkması için yardım edecektir. Ancak bu yardım için uzatılan eller aslında onu çukurdan kurtarmak yerine daha derine iter. Kahramanımızın üzeri aranır. Yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile belediye başkanı tarafından salıverilir. Her şey yoluna girmiş gibi görünüyor. Fakat şimdi kolaysa susturun şu kalabalığı bakalım.
Hauchecorne ifade verdikten sonra çevresini sarar, ona hırsızlık olayını sorarlar. Hauchecorne ise kendini temize çıkarmak için gerçekte olanları, yani utanç verici bulduğu hikâyesini anlatır.
Haber yayılmıştı. Belediyeden çıkınca bir sürü adam toplandı yaşlı adamın başına, ciddi ya da alaylı biçimde sorular soruyorlardı, ama hiç kızgınlık yoktu sorularında. O da ip öyküsünü anlatmaya başladı. İnanmadılar. Gülüyorlardı.
(…)
‘Seni gibi uyanık seni’ diyorlardı. Kızıyor, tepesi atıyor, coşuyor, sözlerine inanılmamasına üzülüyor, ne yapacağını bilemiyor, durmamacasına öyküsünü anlatıyordu. ‘
Kahramanımızın yerden sicim parçası aldığı için utandığını anımsayalım. Şayet sicim hikayesi onu görenler tarafından anlatılsaydı belki yine bile dram olurdu. Fakat belli ki Maupassant öyküsünde daha güçlü bir çatı kurmak istemiş. Artık kahramanımız bundan böyle sicim hikayesini kendi ağzı ile başkalarına anlatmak durumdadır. Hem sicim parçasına muhtaç olduğunu anlatmak, hem de bir hırsız olmadığını ispatlamak durumundadır. Temizlenmek için üstünü başını çamura bulamak zorundadır.
Artık neden Maupassant’ın mekânı betimlemek için bu kadar çaba gösterdiğini anlamaya başlarız. Öyküde mekân Hauchecorne Usta’dan sonra gelen başat kahramanlardan biridir. Aslında Hauchecorne Usta’nın rakibi (anlatıcının bize söylediği gibi Malandain değil) düpedüz dedikodu üretme kaynağı olan halk yani diğer insanlardır. Hauchecorne’nin çıkışsızlığı biraz da Sisifos söylemine benzer. Kahramanımız krizden çıkmak için kendi krizini yaratır, başını ezecek kayayı kendisi taşır.
Dramatik yapının nasıl kurulduğunu kısaca özetlemeye çalışalım.
- Kahramanın zayıf noktasını göster. (Başkaları tarafından ayıplanmak/kınanmak korkusu)
- Kahramana küçük, zararsız bir suç işlet. (Yerden sicimi almak.)
- Kahramanı zor durumda bırak (Hauchecorne cüzdan çalmak ile suçlanır.)
- Kahramana yardım et. (Hauchecorne serbest bırakılır.)
- Kahramanın güçlü krizi (Sicim aldığı için kınanmaktan korkan Hauchecorne, cüzdan çaldığı için köylüler tarafından ayıplanır, kınanır)
- Kahramana ikinci kez yardım et. (Cüzdan bulunur, ortada hırsız yoktur)
- Kahramanın krizden çıkma çabası (Ayıplanmaktan korkan Hauchecorne karşılaştığı herkese hırsız olmadığını yolda gördüğü herkese ispatlamaya girişir.)
- Kahramanın çıkışsızlığı (Ona inanmazlar)
- Krizi derinleştir (Hauchecorne kendini aklamak için tanımadığı kimselerin yolunu çevirip hikayesini anlatır, artık uyuyamaz, yemek yiyemez, insanları ikna etmek için nasıl hikaye anlatması gerektiğini düşünür sadece)
İp hem trajik, hem ironik bir öykü. Maupassant’ın bilindik hikayelerinden çok Çehov hikayelerinin tadında. Maupassant bu öyküyü 1884 yılında yazıyor. O tarihte Çehov henüz 24 yaşında olduğundan kendisinden etkilenmiş olması mümkün görünmüyor. Peki hiç mi yazarın bildiğimiz, okuduğumuz öyküleri ile benzerliği yok? Dikkatli okuduğumuzda şöyle bir yakınlık bulabiliriz. Kahramanımız anlık arzularının, işlediği küçük günahın kurbanı olmuştur. Tıpkı aşk peşinde koşarken hayal kırıklığına uğrayan bir çok Maupassant kahramanı gibi. Paris Serüveni öyküsünün sefahati tatmak isteyip hayal kırıklığı yaşayan isimsiz kadın kahramanı gibi. Aşkına karşılık alamadığı için intihar eden Bayan Harriet gibi. Gizli Sevda öyküsünde Baron’a aşık olup sonunda yataklara düşüp ölen hizmetçi kız Louise gibi…