Medcezirin üç hali | Şeyda Kurt

Ağustos 18, 2015

Medcezirin üç hali | Şeyda Kurt

2193 BIZEKALSABOYLE.inddSerhan Ergin, ilk romanı Yürek Tutsağı’ndan dört yıl sonra, “Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar” isimli yeni bir romanla karşımızda. İletişim Yayınları‘ndan çıkan romanla söylenmeyenleri, samimiyeti, arkadaşlığı ve aşkı sorguluyor Ergin.

Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar, tercihlerin, içe atılan hallerin, ufak dokunuşların, mimiklerin, kısa temasların hikâyesini içeriyor. Ben sorguluyorum, yanıt vermiyorum diyor Serhan Ergin; “yanıt için önce soruların sorulmuş olması gerekir”, doğru söylüyor, sanki açık seçik sorular da sormuyor. Yarattığı karakterler gibi romanın içinde geziniyor yazar. Mahir ve Zafer uzun yıllardır dostlukları olan Ankaralı iki genç, ilişkileriyse yalnızca kendilerinin bilip anlayabileceği noktalar üzerinde şekillenip gidiyor. Sonra aralarına Filiz katılıyor -öylesine bir kadın değil, Filiz- ve bu ikili ayrılmaz bir üçlüye dönüşüyor.

Birbirlerinden hiç ayrılmayan bu üçlü oradan oraya gidiyorlar, bir yerlere girip çıkıyorlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmez oluyor, bazen de birlikte kaçıyorlar. Ankara’da dolaştırıyor bizi Ergin. Ankara’yı hiç bilmeyen biri bile Ergin’in gerçekçi anlatımıyla şehri tahayyül edebilir. Kuğulu’dan geçiyoruz, parkında oturuyoruz sonra Tunus’a giderken dar kaldırımlardan yürüyoruz; Sakarya’da barlar sokağında oturup bir bira, bir beyaz şarap bir de viski söylüyoruz, sonra birden Opera’nın önünden geçiyoruz, Ulus’un bozuk yokuşlarından yukarı kahvehaneyi arıyoruz. Ergin’in Ankara’yı seçmiş olması elbette bir tesadüf değil. Doğma büyüme Ankaralı olmasının etkilerini görüyoruz. Alışılagelmiş İstanbul romanları çizgisinin dışına çıkarak bize yeni bir şehirde yeni yerler sunuyor. Kızkulesi’ni seyretmek, Galata üstünden hayran hayran bakmak ya da Gar’dan çıkıp İstanbul’a bakmaktan daha fazlasına ihtiyacımız olduğunun farkında. Anlatımıyla Ankara’yı bize dost yapıyor, onunla ahbap oluyoruz şehre.

Kitap boyunca devam eden bu hareketlilikten ne anlamak gerekir? Üç karakter de gençler ve bir şeyleri fark etmek ya da fark edilmek üzere geziniyorlar şehirde. Anlatılanlar günümüzdeki arkadaşlık ve aşk ilişkilerine hem benziyor hem de benzemiyor. Hassas bir denge var arada. Benziyor, çünkü üçlü aşk hikâyeleri alışılageldik bir klişedir. İki erkeğin ya da iki kadının karşı cinsten arkadaşlarına duydukları aşkî ilgi ve o ilginin tepkimesi her zaman ilginçtir. Aynı kadını seven iki arkadaş gerilimi bizatihi duygusal bir gerilimdir. Benzemiyor, çünkü sadece bunu anlatmıyor yazar, sakin bir dille akıp giden gündelik hayatı resmediyor, önemsizmiş gibi duran farklı ayrıntıları aktarıyor. Dikkat çeken diğer bir nokta ise kitapta bir küçük an dışında cinsel yakınlaşma göremiyor oluşumuz. Oysa bu üçlüden ikisi sevgili değil miydi? Onları birbirinden uzak tutan şey ya da bize öyle gösterilmesinin sebebi nedir? Mahir’in anlatıyor olması mı yoksa cinselliğin aşkı öteliyor olması mı? Cinsellik bir gizem olarak kalmış, böylece bu konuda herkes kendine göre bir yaklaşım benimseyebiliyor. Yakınlaşmalar olacak gibi oluyor ama olmuyor, sürekli gelgitler yaşatıyor Ergin.

Ergin’in kısa kısa cümleler kullanıyor; bizi hem kendi monoluğuna davet ediyor hem de okuru bu monoloğun mahrem bir sırdaşı kılıyor ister istemez. Sen, ben ve o diyor yalnızca. Ben (Mahir), sen (Zafer), o (Filiz) kelimelerinden ibaret kalıyor her şey. Her haliyle minimalist bir roman; karakterleriyle, cümleleriyle ve mekânlarıyla. Önemli olan temel içgüdüyü ve onun bağlı olduklarını vermekse, bunu üç kişilik bir anlatımla maharetle dile getirmiş. Özetle kısa cümleler, sorulan sorular, verilen cevaplar kurgunun temelini oluşturmuş. Karakter, gördüklerini ve hissettiklerini yalnızca olduğu gibi veriyor. Ne süsleme ne lafı dolandırma var, her şey ortada ve birlikte yaşanıyor. Anlatıcının Mahir olması da romanı bir iç dökme ya da günah çıkarma havasına sokuyor.

Kaçış da kurgunun bir parçası halinde. İnsanın kendinden, duygularından, yapacaklarından kaçması anlatılıyor çoğu zaman. Bazen Amasra’dalar, bazen Olimpos’talar ve sonra İzmir’de. Kendi içlerine sığamaz olduklarında hemen valiz toplamaya başlıyorlar. Ama nereye giderlerse gitsinler kendi benliklerini de yanlarında götürdüklerinden yalnızca mekân değişikliğine gitmiş oluyorlar. Duygular, düşünceler hepsi kafada kalmaya devam ediyor.

Serhan Ergin bize ikinci romanıyla ince gerçeklikleri sunuyor. Her şeyi tam olarak söylemiyor belki, karakterleri gibi davranıyor. Ama hissetmemizi, düşünmemizi istiyor. En önemli yanı bizimle sakinliği ve sıradanlığı paylaşıyor olması. Kitabın son sayfasını da bitirince durup düşünüyoruz artık. Bizler kendimizi ne kadar tanıyoruz; sınırlarımızı, arzularımızı? Etrafımızdakileri anlıyor muyuz, düşünüp hissediyor muyuz? Yoksa bize kalsa öylece geçip gidecek mi akşamlar? İnsan ilişkilerinde bilinmesi gereken sınırları samimi, kısa ve akıcı diliyle aktarıyor Ergin. Böylece roman, herkesin hayatının bir döneminde yaşamış ya da yaşayabileceği bir gençlik anısına dönüşüveriyor.

Şeyda Kurt – edebiyathaber.net (18 Ağustos 2015)

Yorum yapın