Hazırlayan: Mehmet Özçataloğlu
1. Neden çocuklar için yazıyorsunuz?
Bu soruya yaklaşık 40 yıl geriye giderek yanıt vermeliyim. Üniversitenin son sınıfındaydım, 1979 yılı UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı olarak belirlenmişti ve Cumhuriyet gazetesi de o yılki Yunus Nadi Ödülü’nü “çocuk romanı” dalında vereceğini duyurmuştu. O dönemde de şiirler yazıyordum, ama yayımlatma girişimim bile olmamıştı. Nedense o yarışma beni heyecanlandırdı ve soğuk bir Ankara gecekondusunda geceli gündüzlü çalışarak çocuklar için bir roman yazdım. Metnin daktilo edilmesi, dokuz kopya olarak çoğaltılması apayrı bir serüvendi. Bunlara neden katlandım, bilmiyorum. Bildiğim bir şey var; çocuklarla bağ kurmayı sever ve önemserim. Çok genç yaşlarımda bile evli arkadaşlarımın çocuklarıyla oynamaktan ve onları oyalamaktan keyif almışımdır. Dönelim yarışmaya. O yarışmadan derece alamadım, fakat önemli bir şey öğrendim: Ödülü kazanan İsmail Uyaroğlu’nun kitabının adı çok hoşuma gitmişti: “Bir Liranın İki Günü”. İçeriğini elbette bilmiyordum, ama böyle bir başlığı bulabilecek yetkinlikten uzak olduğumu fark ettim birdenbire. Ve şuna karar verdim: Yalnızca kurgu oluşturmak değildir edebiyat, yaratıcılığın ve özgünlüğün tadı başka.
Şimdi bunun için yazıyorum işte: Yaratıcı ve özgün metinler oluşturabilmek için. Her kitapta farklı bir olay örgüsü, kendime de iyi gelen bir dil tutturup bunu çocuklarla paylaşabilmek için. Şuna gönülden inanıyorum; insan ruhunu iyileştirecek olan tek şey, dildir. Sözcükleri, kavramları derin anlamlarıyla kullanmayı bilmeyen toplumlar, hem kendileriyle hem de başkalarıyla iletişim kurmakta zorluk çektiler, çekiyorlar ve çekecekler. Dili sığlıktan kurtaracak tek şey de edebiyat olduğuna göre, bireylerin bu kazanımı olabildiğince erken edinmeleri için çorbada tuz olur umuduyla yazıyorum. Yunus’un demesi çok hoş: “Bu cihan cehennemini / Sekiz uçmağ ede bir söz.”
2. Okuduğunuz ilk çocuk kitabı hangisiydi? Sizde ne gibi izler bıraktı?
Belleğimde net bir görüntü yok doğrusu. Çocukluğumun geçtiği köy irisi kasabada kitaplarla buluşmamızı sağlayacak ne kütüphane ne de kitabevi vardı. Okuldaki kitaplar ise depo benzeri bir yerde tutuluyordu ve kapısı ayda yılda bir açılırdı. Bu yüzden de basılı metinlerle buluşmamız rastlantılara kalmıştı. Kitap olarak anımsadığım ilk nesne, evimize nereden geldiği belli olmayan –belki rüzgâr getirmişti- ilk ve son sayfaları kopmuş bir “Mevlid”ti. İçine her ne hikmetse Kesik Baş Hikâyesi diye bir bölüm eklenmişti. Okuyup ürktüğümü anımsıyorum. Birkaç yıl sonra yine nereden geldiğini bilmediğim Pollyanna ile tanıştım. Belki öğretmenlerimden biri verdi. Okuduğum ilk çocuk kitabı bu olabilir. Farklı dünyaları önümüze sermesi bakımından ilginç geldi, ama çok da etkilendiğimi düşünmüyorum. Sonra bir mucize oldu ve kasabamıza günlük gazeteler gelmeye başladı. Babamın müthiş önsezisi sayesinde o gazetelerden birine abone olduk ve pehlivan tefrikaları okumaya başladık. Kaba gerçekliğe hafif kurmaca eklenmiş öykülerdi bunlar. Okuma açlığını gidermeye yarıyordu yalnızca. Günün birinde Hürriyet gazetesi, Yaşar Kemal’in İnce Memed 2 romanını bölümler halinde yayımlayacağını duyurdu. On yaşıma yeni girmiştim. İşte o gün dünyam değişti. “Okumak bizi göçmen yapar,” demiş ya, Jean Rhys. Öyle oldum gerçekten. Kısa sürede Yaşar Kemal’in diğer kitaplarına da sıçradım. Böylece çocuk kitaplarından önce Yaşar Kemal’le sevdim ben edebiyatı. Birkaç yıl sonra kasabamıza bir Türkçe öğretmeni atandı. Adı Mehmet Koç’tu. Onun aracılığıyla da hem yetişkin hem de çocuk klasiklerinin bazılarına ulaşabildim. O kitaplardan da “Pal Sokağı Çocukları” ve “Tom Sawyer”ı ayrı yere koyuyorum. Bunun nedeni, sıra dışı karakterlerin okura aşıladığı bakış açısıydı sanırım.
3. Bu kitabı keşke ben yazsaydım, dediğiniz bir kitap oldu mu?
Bu duyguyu uyandıran çok kitap oldu aslında. Fakat konuyu dağıtmayıp çocuk ve ilkgençlik kitapları alanıyla yetinmek gerekirse, beş isim vermek isterim: John Boyne’un “Çizgili Pijamalı Çocuk”u, William Golding’in “Sineklerin Tanrısı”, Daniel Pennac’ın “Kurdun Gözü”, Patrick Ness’in “Canavarın Çağrısı” ve Cary Fagan’ın “Şapkada Eriyen Bay Karp”i. Beş kitabın da okur kitlesinin 10’dan 100’e olması, evrensel ilişkileri yaratıcı bir zekâyla harmanlayabilmeleri, duygusal gelgitlere izin veren kurguları benim için değerli. Bu kitaplara şu anda aklıma gelmeyen başkaları da eklenebilir, ama bu beşli yerini hep korur gibime geliyor.
4. Çocuklara yönelik kitaplardan en son hangisini okudunuz? Kitapla ilgili düşüncelerinizi kısaca belirtebilir misiniz?
Geçenlerde arka arkaya iki kitap okudum. Biri oldukça taze bir kitap, Hanzade Servi’nin “Kalamar Pansiyon”u, öteki de Cemil Kavukçu’nun kıdemli sayılabilecek “Bir Öykü Yazalım mı?” adlı kitabı. Hanzade Servi’nin çocuklara sevimli gelen, eğlenceli bir dili var. Kitabın ilk bölümünün, metnin omurgasına fazla yüklendiğini düşünsem de ikinci bölümün etkileyici olması, yaşantıların birbirine iyi bağlanması ve elde kalan iyimserlik duygusu, kitabı gönül rahatlığıyla önermemi sağlıyor.
Cemil Kavukçu’nun kitabı ise, “yazmak” eylemi üzerine kurgulanmış bir metin. Yazarın yöntemini beğendim, olay örgüsü de yalın ve akıcıydı. Yazma eyleminin mantığını doğru kavramak isteyen çocuklar için yararlı bir kılavuz. İmge yönü güçlü birkaç cümleyle okurlara dikey enerji de verebilseydi iyi olurdu diye düşünmedim değil, ama ne yapalım ki her yiğidin bir yoğurt yiyişi var.
edebiyathaber.net (31 Ocak 2018)