Söyleşi: Nilgün Çelik
Mehmet Mahsum Oral, Everest Yayınları’ndan 2019 yılında çıkan Barbarlarla Beklerken adlı eserinden sonra bu yıl temmuz ayında Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar adlı eserini okurlarına sundu. Oral anlatı türündeki iki eserinden önce Ava Yayınları’ndan çıkan Qûtê Salê adlı bir öykü kitabı ile edebiyata giriş yapmıştı.
Eserlerinde kapalı bir anlatımı tercih eden ve yaşamın kendisini “ironi” olarak yorumlayan Mehmet Mahsum Oral, şiirsel anlatımıyla diğer yazınlardan kendini ayırıyor.
İlk kitabından bugüne, aradan geçen zamanda edebiyat adına kendisinde nelerin değiştiğini, Türk ve dünya edebiyatı hakkında fikirlerini merak ettiğim Mehmet Mahsum Oral, ülkemizin, enerjisi yüksek bir ilinde, Mardin’de yaşıyor. Mardin’in edebiyat ortamını ve sanat faaliyetlerini yürüttüğü Mişar Art Sanat İnisiyatifi’ni de konuşmak istiyorum.
Buyurun sohbetimize…
Öncelikle Edebiyat Haber adına söyleşimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Okurlarınıza, sizi yeni tanıyanlara kendinizden birkaç cümle ile bahsetmek isteseniz ne söylersiniz?
Yaprağın çok, kökün tek ve eşsiz olduğunu Yeats şiirinde okuduğum günden sonra çok olan yapraklarımın kimseye söyleyebilecek nitelikte bir şeyler taşımadıklarını anladım. Yazarken, köklerimin tellerine temas ediyor ve oradan çıkan sesleri söyleyebileceğim kelimelere dönüştürmeyi deniyorum.
2019 yılında yayınlanan Barbarlarla Beklerken adlı eseriniz yayınlandıktan sonra ne tür tepkiler aldınız? İlk kitabınızdan sonra okur kitleniz değişti mi?
Yolda yürürken kendilerinden düşürdükleri herhangi bir nesneye sanki eğilip onlara vermişim gibi tebessümle karşılık veren okurlarım oldu. İlk kitabımı Kürtçe yazmıştım ve doğal olarak ikinci kitabın Türkçe dili itibariyle yeni bir okur ortaya çıktı.
Barbarlarla Beklerken ile yeni kitabınız Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar arasında dört yıl var. Her yıl bir kitap çıkaran bazı yazarlar için uzun bir zaman. Bu süre Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar’ın olgunlaşma süresi miydi yoksa yeni edebi arayışlarınız mı vardı? Sizin için bu süre neyi ifade etti. Nasıl geçti?
Blaise Pascal, Taşra Mektupları’nda bir mektubu şöyle bitiriyordu: “Mektubumu uzun tutmak zorunda kaldım, çünkü kısa yazacak zamanım yoktu.” Dört yıl gibi uzun bir zamanı bulabilmiş bir yazar olarak kısa metinler yazmayı böyle bir zeminde düşünüyorum. Nasıl geçti? Her yıl kitap çıkaran yazarları ve buralarda kış hazırlığı yapan kadınların donduruculara koymak için geçen yıl tanıdık diye aldıkları ancak pişman oldukları ama bu sene yine aynı tanıdık pazarcıdan aldıkları patlıcanları mahalledeki ortak tandırda közlediklerini izleyerek geçti.
Her iki eserinizde de aslında derinde yatan meselelere/yaralara dikkat çekiyorsunuz. Ancak kapalı anlatımınızda okur, zaman zaman anlatıcıdan/yazardan destek bekliyor. Bu denli kapalı anlatım biraz okuru düşündürmek, okurun da yazar kadar çalışmasını gerektiren bir tür. Yani aslında zoru başarıyorsunuz. Ya anlaşılmazsam endişesi yaşadınız mı?
Anlatımlarım kapalı olabilir ancak bununla yetinmeyip bir de kilitlediğimi sanmıyorum. Kapının biraz yoklanması durumunda açık olduğu fark edilecektir. Her an bir çilingir gibi okurunun yanında duran yazar, bir süre sonra okurunda mevcut olan “kapıyla temas etme sezgisinin” silinmesine yol açabilir. Bir de bazı kapıların anahtarları genelde paspasın altında olur. Elias Canetti, notlarını açıkladığı zaman onları okurdan geri alıyormuş hissine kapıldığını söyler. Verdiğini geri alacak kadar onları açıklamak bu anlamda kötü bir şeydir. Yanlış anlaşılmamak şartıyla anlaşılmamaya rıza gösterebilirim. Ama her zaman yazardan daha iyi okurlar vardır.
Son kitabınız Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar’da epeyce altını çizdiğim sayfa var. Üslubunuz zaman zaman Oruç Aruoba’yı anımsattı bana. Akıp giden bir dil, derin ama yine de kapalı bir anlatı...
Bu metin, yazma eyleminin içine düşünmenin, dikkatin, dalgınlığın, bağ kurmanın ve kopuşun dâhil olduğu bir metindir. Radyoda aradığı frekansa gidene kadar arada çıkan bütün seslere de bir kaç saniye kulak verip tuşa basmaya veya düğmeyi çevirmeye devam etmenin metnidir. O bir kaç saniyelerdeki ilahiler, vaazlar, nutuklar, sinir krizleri, kahkahalar, ağır ve hafif şarkılar, cızırtılar o yolculuğun önlüğünün üzerine sinmiş şeylerdir. Bir önlük bu haliyle bir önlük olabiliyor. Ama cebi de var. İçinde asıl şarkısı olan…
“İçerideki avizenin bir ayağı dışarıdadır.”, “Evin hasarlı çocuğu”, “Evet, sonra rüzgâr düşmüş içeriye, çarpmış evin duvarlarına, dağılmış her bir tarafa.” gibi örnekleri çoğaltabileceğim, altını çizdiğim, göndermelerle, metaforlarla dolu birçok cümleniz var. Çoğu kez eğretileme sanatına yakın bulduğum bu cümlelerle anlatınız şekilleniyor, zaman zaman şiirselleşiyor. Öyküde en çekindiğimiz andır şiirsellik. Ancak sizin anlatınız bir öykü gibi ilerlerken bu şiirselliği, metafor yağmurunu kaldırıyor. Bu akışı, üslubunuz diyebilir miyiz? Ne tür bir çalışma ile ilerlediniz?
Mallarme, zorunlu olarak doğması gereken bir dil icat ediyorum demişti. Başka bir dili kendi soluğumla konuşuyorum. Kendi soluğum dediğim şeyin havayla bir ilgisi yok, ana dilimi içimdeki bir kazanda kaynatarak ondan bir soluk yaratmak istiyorum. Kaynayan dili başka bir dille karıştırıyorum. Dolasıyla ortaya çıkan üçüncü bir dilin parçacıklarıyla yazıyorum. Sanırım üslubun bir şeyi nasıl söylediğimizden çok onu nasıl düşündüğümüzle bir ilgisi var. Zihnin içindeki bir şey, en son bir kelime haliyle dışarıya çıkıyor. O, henüz bir kelime olmadığı bir önceki yaşamında neydi? O şeye “sen bir kelime olacaksın” denildiğinde verdiği tepkinin üslup olduğunu düşünüyorum. Bu etki ve tepkileri düşünmekle ilerliyorum sanırım.
“İnsanın her zaman kâğıda dökebileceğinden daha iyi bir kitabı kafasında taşıdığı sözüyle karşılaştıktan sonra…” kitabınızın son sayfasında yer alan bu cümleden etkilendiğimi söylemek isterim. O yüzden merak ediyorum, bu sizin için de geçerli midir? Son kitabınız içinizden geçenlerden, kafanızda yer alanlardan daha mı azdır?
Foucault, “Gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz.” Diyordu Kelimeler ve Şeyler kitabında. Dolasıyla bizim yazdıklarımız, sırf söze döküldükleri için buzlu bir camın ardından gördüklerimiz olabilir. İnsanın kafasının içindeki kitap, telif hakları konusunda oldukça sert ve katı kurallı bir kitap. Kısa bir süreliğine ona göz gezdirmene izin veriyor ve sonra da kapanıyor. Sanırım ben o kısa süreliğine aldığım şeyi yayınevine gönderdim.
Mardin, hayran olduğum illerden biri. Her sokağında başka duygular yaşadığım, Mezopotamya Ovası’na baktığımda sizin aksinize hayatın “ironi” değil bir armağan olduğunu düşündüğüm şehir. İlk eseriniz, Kürtçe yazılmış Qûtê Salê adlı öykü kitabınız Mardin’in mistik sokaklarında mı geçiyor? Mardin’de edebiyatçı olmak, her yöne bu gözle bakmak nasıl bir duygu? Okurlarınız için Mardin’den ve bu öykülerinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Evin çocuğu, misafirliğe gelen insanlar için evde daha önce hiç görmediği ya da kullanmadığı eşyaların ortaya çıktığını fark eder. Misafire gösterilen özenin yabancısıdır evin çocuğu. Benim için “mistik olan” tam da böylesi bir şeydir. Ayrıca Mardin’in bazı sokakları halen mistikken, bazıları da yıkımı yaşadıkları için daha çok beton mikseriyle yaşıyor. Qûtê Salê, bir ve bazen de birkaç cümleden meydana gelmiş kısa öykülerden oluşuyor. Ve elbette ki içinde Mardin’in yankıları var. Mardin, yüzlerce yıl önceki ev sahipleriyle, yeni sahiplerinin bir türlü yerleşememeleriyle, hafızasıyla ve mimarisiyle insanı hayli düşündüren bir şehir.
Sizi Türk ve Dünya edebiyatında etkileyen yazma eyleminizi harekete geçiren yazarlar var mı? Sizin için bir yazar nasıl vazgeçilmez olur?
Feqîyên Teyran, Celadet Ali Bedirxan, Elias Canetti, John Fante, Rainer Maria Rilke, Paul Celan, Julian Barnes, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bilge Karasu, Simone Weil, Clarice Lispector bana bir şeyler yazdıran yakınlarımın soy ağacını oluşturuyorlar. Bir yazar tekrar tekrar okunarak ve her defasında yeni bir şey söylediği hissini vererek vazgeçilmez kılabilir kendini.
Yeni çalışmalarınız var mı? Yeni çalışmalarınız için uzun bir ara verecek misiniz?
Son zamanlarda bitirmeye çalıştığım bir Kürtçe dosyamla ilgileniyorum. Ayrıca son zamanlarda çok iyi yayınlar yapan Le Monde gazetesinin Kürtçe edisyonu için yazı yazıyorum. Kitap için vereceğim aranın ne kadar süreceğini şu an için bilemiyorum.
Yeni çalışmalarınızda iki kitabınızda bulunan üslup, imzanız, edebi kimliğiniz gibi devam edecek mi? Başka disiplinler mi edineceksiniz?
Sanırım bu şekilde devam edecek. Çünkü başka türlü yazamayacağımı düşünüyorum.
Zamanınızın büyük bölümünü aldığını düşündüğüm Mişar Art Sanat İnsiyatifinden de bahsetmenizi isterim. Gördüğüm kadarıyla geniş bir platform. Okurlarınız bu platformda ne bulabilir, ya da nasıl katkı sağlayabiliriz, biraz bahseder misiniz?
Mişar Art inisiyatifi, Mardin’de sanat ve edebiyat faaliyetlerini konuşma ve atölye programları gerçekleştirerek yapan bir platformdur. Bir küratörün sergi deneyimlerine, bir sanatçının üretim sürecine, bir sanat kolektifinin çalışmalarına, bir sanat tarihçisinin üzerinde çalıştığı bir kavrama, bir yazarın yazma ilişkisine odaklanarak, bu hat üzerinden düşünsel koridorlar açan ve bunu izleyicisiyle paylaşan geniş bir içeriğe sahiptir. Mardin’de olan sanat kurumlarına ve yapılan sanat faaliyetlerine yakından bakar, eleştiri üretir, destek sunar ve sanatsal bir döngünün oluşmasında bir rol oynar.
Edebiyat Haber adına tüm cevaplarınız için teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim. Sağ olun. İyi çalışmalar dilerim.
edebiyathaber.net (4 Eylül 2023)
“Mehmet Mahsum Oral: “Bu metin; yazma eyleminin içine düşünmenin, dikkatin, dalgınlığın, bağ kurmanın ve kopuşun dâhil olduğu bir metindir.”” üzerine bir yorum