Çok yazarlı “Mekân Meselesi“, Tekin Yayınevi’nin “Kent-Mekân-Direniş Kitaplığı” dizisinden çıktı.
Bir mekân üzerinde hak iddia etmek ve gerektiğinde, mekân için direnişe geçmek, muhtemelen insanlık tarihi kadar eski. Her ne amaçla yapılırsa yapılsın, siyaset daima bir mekâna ihtiyaç duyar. Mekânın elde edilmesi amaçlanmasa bile, o mekân üzerinden hareket edilir ve mücadelenin insan kaynağı ve araçları büyük ölçüde o mekândan devşirilir.
Bir tarihsel sistem olarak kapitalizm, mekâna daima sermaye birikimi açısından yaklaşır; eşdeyişle sermayenin mekân dolayımıyla hareket eder. Bugün sermaye, artı-değeri neredeyse istediği her mekânda kullanabilme olanağına sahiptir. Bu noktada kentler, sermaye için öncelikli yerlerdir. “Kentsel dönüşüm” adı altında girişilen gasp ve haydutluk, HES inşa etmek için “ortak zenginlik” olan derelerin temellük edilmesi, yoksulların kent merkezlerinden sürülmeleri, AVM garabetleri ve her türden mekânın sermayenin yağmasına açılması, tam da sermayenin yeni dönem ihtiyaçlarına dönüktür.
Sosyo-mekânsal direniş de, işte tam burada kendisini hissettirir. Kapitalizm, mekânları yağmalayarak, yaşam alanlarını yıkarak ve istediği şekilde yeniden yaparak varlığını sürdürebilen bir sistem haline gelmiştir. Böylesi bir sisteme kısa devre yaptırmak için, mekânları emekçiler lehine ele geçirmek ve/veya kendi meşrebimizce dönüştürmek ve/veya emek merkezli korumak kaçınılmaz bir hal almıştır.
Gezi Direnişi de her şeyden önce bir sosyo-mekânsal isyandı. Bu anlamda, toplumsal yarıklardan kaynayan suları egemenlerin üzerine boca ederek mekânın nasıl ele geçirileceği, dönüştürüleceği ve korunacağı noktasında önemli dersler verdi (ve vermeye devam ediyor). Böylece Direniş, mekân eksenli siyaset üzerine oldukça verimli bir tartışma ortamı oluşturmuş oldu. Daha önce akademik ilgiye mazhar olan sosyo-mekânsal praksis biçimleri, Direniş’le birlikte ete kemiğe bürünüp gündelik sohbetlerimizin dahi konusu haline geldi…
edebiyathaber.net (14 Ekim 2014)