Melike Uzun’dan, James Joyce’un “Dublinliler” adlı öykü kitabı üzerine bir yazı.

Şubat 18, 2008

Melike Uzun’dan, James Joyce’un “Dublinliler” adlı öykü kitabı üzerine bir yazı.

Acı ve zor öyküler

“Joyce’un Dublinliler’i sonuç olarak acı bir kitap.”

Murat Belge “Dublinliler” için yazdığı önsözü bu tümceyle sonlandırıyor. “Dublinliler”deki öykülerin her biri doğmanın, yaşamanın, yaşlanmanın acıtan, ağrıtan yanlarını anımsatıp açığa çıkarıyor. Bu yönüyle Belge’nin kullandığı “acı kitap”  James Joyce’un öykülerinin yapılandığı ekseni özetleyebilecek en iyi tamlama.

Anlatılanlar bizden kilometrelerce uzaktaki bir coğrafyaya ilişkin: İrlanda… Her sayfada dinin toplumsal yaşamda kurduğu hakimiyetin, yoksulluğun, bu ikisinin birleşimiyle oluşan taşralılığın atmosferi hissediliyor. Kitapta karşımıza çıkan, rahip, rahibin ölümü, rahibin öldüğü oda motifleri, kırık dökük evlerin, yağmurlu çamurlu sokakların betimlemeleri, aktarılan “acı”ların yaşandığı atmosferi bütünler. Dinsel yaşamın ve yoksulluğun oluşturduğu bir atmosferdir bu. Bu atmosferi yakından tanıyanlar için İrlanda’ya ait öykülerin açığa çıkardıklarını hissetmemek mümkün değildir. Ülke atmosferiyle bireysel acıların  birbirini nasıl tamamlayabileceği de öğrenilir  bu öykülerden. “…bu yoksulluk ve hareketsizlik kanalından, Kıta Avrupası servetini ve çalışkanlığını yarıştırdı. İnsan kümeleri ara sıra şükranla, ezilenlerin alkışını yükseltti.” Sy.48 “…ve ifade dalgaları gelip geçtikten sonra yüzüne viran bir görünüş geliyordu.” Sy.57

Kızkardeşler,  çok sevdiği, yaşamının yönünü belirleyen rahibi yitiren Jack’in öyküsü. Anlatımın tamamına onun bakışı hakim. Rahip “Uyanık, kendi kendine güler gibi…” ölmüştür. Jack bu gülüşün nedenini biliyordur. Öykünün sonunda açıklanan neden başlarda merak uyandırır. “… ben onun kutsallığı kirlettiği için işlediği günahı bağışlarken gülümsediğini hissettim.” Rahip kutsal tasın, kendisi yüzünden kırıldığını düşündüğü için suçluluk duygusuyla ölmüştür. Bu suçluluk duygusu başka bir görünümüyle Jack’e geçer. “Sanki onun ölümüyle ben de bir şeyden kurtulmuşum gibi içimde bir özgürleşme duygusu olmasına biraz da sinirleniyordum.” Sy.19 Suçluluk duygusunun ağırlığıyla büyümenin ve ölmenin öyküsüdür bu.

İkinci öykü “Bir Karşılaşma” okuldan kaçışı anlatır, ancak tek katmanlı değildir bu anlatı. Çocukların, yaşadıkları yerden, koşullarından kaçışın alegorisidir. Joe ve Leo’nun anneleri “Mrs. Dillon’un huzur dolu kokusu evin holünde egemendi.” sy.25 Yine de ergenler farklı bir yer özlemi içindedir. “Vahşi Batı edebiyatında anlatılan serüvenler benim mizacıma uzaktı, ama hiç değilse kaçış kapılarını açıyorlardı.”sy.26 Okuldan kaçış, annenin huzur dolu kokusunun egemen olduğu koridorlardan uzaklaşmanın kapısı, hiç de  tekin olmayan bir atmosfere açılır. “Araby” de bir hayalkırıklığı öyküsüdür.

“Bir Karşılaşma”daki alegorik kaçış “Eveline” öyküsünde gerçek bir kaçış, başka ülkede başka bir yaşam kurma fikrine dönüşür. “Frank’le bir başka hayatı keşfe çıkacaktı.” Sy.44 Ancak bu, Eveline için hayata geçirilmesi çocukların okuldan kaçışında olduğu kadar kolay bir düşünce değildir. Kahraman kaçma konusunda ikirciklidir. Yazar bizi Evelin’in gelgitlerine tanık eder. “İşi zordu –hayatı zordu- ama şimdi tam da bırakıp gitmek üzereyken o kadar da istenmeyecek bir hayat değil gibi geldi.” sy.44 “Annesinin acınası hayatının görüntüsü o dalgınlık anında varlığının can damarına bastırdı büyüsünü- delilikte son bulan o sıradan fedakarlıklar zinciri… Ansızın dehşet içinde ayağa fırladı. Kaçmalıydı! Kaçmalıydı.”sy.46 Eveline’nin yaşadığı ikilemler annesinin delirişini anımsamasıyla son bulur. Yaşamının annesininki gibi olmasını istemez, sevgilisi Frank de onunla kaçabilmek için her şeyi hazırlamıştır. Olayların bu gelişiminin ardından hikayenin son sahnesi başlar. Bu son sahne, yazmanın olanaklarının, sözcüklerin bazen görüntülerden daha güçlü olabileceğini anlamak için okumaya değer.

“Yarıştan Sonra” bir ülke panoraması ve bu panoramada kıyıya ilişmiş insanın halini anlatan bir tablodur. Öykünün kahramanları Üç Avrupalı bir de İrlandalı zengindir. Ancak, asıl kahraman, grubun  dördüncü üyesi “gerçekten mutlu olamayacak kadar heyecanlıydı” sy. 49 Çünkü İrlandalı, İrlanda’nın kendisidir. Huzursuz, heyecanlı, bir türlü kendisi olmayı başaramayan… Yarıştan sonra başlayan eğlenceler, İrlandalı Jimmy’in (İrlanda’nın) kumarda en çok kaybeden olmasıyla sona erer.

“İki Çapkın”da Avrupalı olmaya çalışan zengin Jimmy’nin öyküsünden iki yoksulun anlatımına geçilir. Bu iki yoksulun  ruh halleri ile Jimmy’ninki arasında çok da fark yoktur. Pişmanlık, çöküş, başarısızlık…

“Pansiyon” toplumun bireyselliği ezdiği bir ortamda kendi kaderini çizemeyen Mrs. Mooney ve kızının öyküsüdür. Mrs. Mooney, kasap babasının çırağıyla evlenmiştir ve “Satır ete nasıl muamele yaparsa o da manevi sorunları öyle ele alırdı.” Sonrasında bir pansiyon çalıştırmaya başlayan Mrs. Mooney kızını pansiyonerlerden biriyle evlendirir. Kızının evliliği onun için sorundur ve bu sorunu çözer. Yaşamlarına aşk ve güzellik dahil değildir. Toplumun ağır, ezici belirleyenleri ve gereklilik her yerdedir.

“Küçük Bir Bulut” öyküsünde, “Küçük”lerin acısı dile getirilse de büyük olmayı başarabilmenin bayağı bir pervasızlığa neden olduğu ortaya çıkarılmaktan geri durulmaz. Öyküde Dublin’i aşıp bir sürü Avrupa kentinde gezen gazeteci Gallahar’ın pervasızlığı ile kendisine eşi ve minik bebeğiyle “küçük” bir yaşam kuran Küçük Chandler’in sinikliğinin kökeninin aynı güvensizlikte yattığı düşündürülür. 

“Toprak”ta Maria’nın yoksul ve kenarda geçen yaşamında mutlu hissettiği ender gecelerden biri anlatılır. Eskiden yanlarında çalıştığı bu aileyle geçirdiği bu gecede kendisini önemli hissetse de Maria artık “Toprak”a yakındır. Yaşlı, titrek…

İdarehanede “Ulusal Bayram Günü” yine kitaptaki diğer temalar çevresinde oluşmuş bir öykü. Kamusal alanda önemli olmaya çalışan politikacıların, rahiplerin bayağılıkları… “Bir Anne”de ayrıksı görünümüne karşın sıradanlıkta diğerlerinden aşağı kalmayan bir kadın… “Arınma” tuvalette ağzından kanlar sızarak yığılıp kalan bir adamın, Mr Kernan’ın, betimlemesiyle başlar.  Bu betimleme Kernan’ın günahkar olduğu düşüncesine altyapı hazırlar. Günahları arındıracak olan elbetteki inançtır. Bilanço hesaplarına dayalı bir inanç!?

Son öykü “Ölüler” ölüm, aşk ve anlamsızlığa ilişkin. Karlı bir akşamda iki kız kardeşin evlerinde verdiği heyecanlı, didişmeli, neşeli; müziğin, valsin, hamasi konuşmaların eksik olmadığı capcanlı bir toplantı… On on beş kişilik bir davet… Ancak, aralarından Gabriel, eğlencenin ve konuşmaların en gözde kişisi, davet boyunca şaka yapmayı, milliyetçi konuşmaları, buna karşın Avrupa hayranı düşünceleri dile getirmeyi sürdürür. Gece boyunca karısı Gretta’yla yan yana, göz göze gelmezler… Yalnız, bir ara Gretta hayran bakışlarla süzer Gabriel’i… Gecenin sonunda evden ayrılacakları sırada Gretta  duyduğu şarkının çağrıştırdıklarıyla mekandan soyutlanır, içine döner… Yol boyunca ve kocasıyla yalnız kaldıkları zaman da sürer bu… Gabriel, belki de uzun zamandan beri ilk kez kendisinden uzaklaşan bu kadına dokunmak ister ve ona ne olduğunu sorar… Gretta’nın anlattıklarıyla kendisini ve olan biteni tüm açıklığıyla fark eder. “Kendini utançla düşündü. Gülünç bir kişi, … sinirli ve iyi niyetli duygusal bir adam, bayağı insanlar karşısında nutuk atıp kendi soytarıcı şehvetlerini yücelten, … o acınası, ahmak kişiydi. … Bir saat önce duygularının nasıl ayaklandığını şaşarak hatırladı. …” sy.229-231 Gabriel ve birçoğu duyguları ayaklanmayan gürültücü insanlardır. Ölüler onun gibi ‘yaşayan’lardan daha çok ‘yaşıyor’dur.

Sonuç olarak “Dublinliler acı bir kitap” olduğu kadar “zor” bir kitap. Öykünün kolay okunur, anlaşılır, yalnızca yaşanan  “an”dan yola  çıkılarak yazılan bir tür olduğunu düşünenler için böyle olmadığına kanıt gösterilebilecek bir kitap.  

Melike Uzun – edebiyathaber.net (17 Nisan 2011)

Yorum yapın