Söyleşi: Deniz Sessiz
Ba’nın Olağanüstü Kitabevi, Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan son romanın… Romanın ana kahramanlarından birisi de Barış, yani Ba… Ba için yıllardır arayıp da bulamadığı/geç bulduğu bir kavram var romanda: yuva. Yuva, kimi zaman bir yer değil bir his, bir kişi olma özelliği de taşır bana göre. Ba için de bu kavramın ne olduğunu, ilerleyen sayfalarda görüyoruz. Peki Melis Sena Yılmaz için yuva nasıl bir kavramı ifade ediyor/ne anlama geliyor?
Ba ve ben de benzer düşünüyoruz. Yuva, fiziksel bir mekândan daha fazlası: Aidiyet hissettiğin ve bu histen şüphe duymadığın, klişe olacak ama, koşulsuz sevdiğin ve sevildiğin yerdir. Romanda yuva kavramının bu denli öne çıkma sebebi de hikâyenin bu koşulsuz sevgi etrafında şekillenmesiydi. Ancak hikâyeden bağımsız olarak, benim için yuva şımarabildiğim yerdir. Kendi yuvanda attığın kahkahanın desibelini önemsemezsin, “Acaba hakkımda ne düşünür,” demezsin. Yuvandakileri tanırsın, yuvandakiler de seni tanır; bu tanışıklığın verdiği huzur ve güven hissiyle hareket edersin.
Bir söyleşinde “Bence bir kitabın anlatacak derdi olması başka, verecek dersi olması bambaşka.” diyorsun. Peki hem Ba’nın hem de Ece’nin anlattığı ve verdiği dersler nelerdi senin için?
Evet, benim için ders kurguda değil; kurgu dışında olmalı. Çocuklara anlatılan hikâyelere yerleştirilen herhangi bir didaktik unsur direkt okuduğum kitaptan soğumama yol açıyor. Halbuki hikâyeniz bir meselenin etrafında şekilleniyorsa, eninde sonunda okura geçer zaten. Hatta belki de daha iyisi, okura o meseleye dair kendi görüşünü oluşturmasında yardım eder. Benim için Ba ile Ece’nin hikâyesi, önce yuva ve aile etrafında şekillendi; sonra okumaya, sesi ve kelimeleri kullanmaya doğru evrildi. Bence diğer romanlarımdan farklı olarak, her sayfasında sevginin bir hali vardı: Okumaya, seyahate, aileye, yuvaya, arkadaşlığa duyulan… Bana sevginin her yerden filizlenebileceğini hatırlattı.
Kitaplar, öyküler, romanlar, hikâyeler… Kurgu bizi bir dünyadan alıp bambaşka bir dünyaya götürme gücüne sahip olan en büyük sihirlerden birisi şüphesiz. Romanda da bu sihre inanan pek çok insan olmalı ki, kendilerini bir anda sihrin etkisinde buluveriyorlar. Bu noktada, pek de aşina olmadığımız bir kavram ve etki üzerine düşünürken/yazarken “Ben olsam ne yapardım?” diye düşündüğünüz oldu mu?
Ba’nın Olağanüstü Kitabevi, hem kurgusu gereği hem de üçüncü romanım olması itibariyle kelimeler, öyküler ve söylemeyi seçtiklerimiz hakkında bol bol düşünmeme yol açtı. Ece’nin sahip olduğu yeteneği kullanmaya karar verişi, sesiyle şifa olma ve problemleri çözme isteği; bunlar aslında birçok hikâye anlatıcısının başından geçmiştir sanıyorum. Bende de durum pek farklı olmadı, Ece hakkında düşünürken kendi kelimelerim ve kendi sesim hakkında da kafa yordum. Romanda açığa çıkan kavram da bununla paralellik gösterdi. Nihayetinde hikâyede, kitapların “sihri” hem anlatılanlarda hem de insanlarla paylaşıldığında vuku buldu.
Bir söyleşinizde “Bursa’da kitap kurdu bir anneyle büyüdüm, ona özendim.” diyorsun. Bu kitapkurdu annenin kitapkurdu kıza bıraktığı miraslardan birisinin de Ba olduğunu düşünüyorum. Romanı kaleme alırken ailenden ilham aldığın/esinlendiğin şeyler oldu mu?
Kendi anne babanla veya baba yarınla eğlenebilmek bir lütuf sahiden ve şanslıyım ki bildiğim bir duygu; o da elbette Ba’nın karakterine yansımıştır. Ece ile Ba kendilerine ait alışkanlıklara, oyunlara ve şakalara sahipler; birlikte eğlenebiliyorlar. Ama soruyu okuduğumda ilk aklıma gelen yanıt Barış Manço sevgisi oldu. Hikâyede Barış Manço’nun hem Ece ile Ba’nın rutinlerini süsleyen hem de Ece’nin planlarını şekillendiren önemli bir yeri vardı. Barış Manço babamın favorisidir; onun şarkıları bayramları, seyahatleri, çocukluğumun önemli anlarını süsledi.
Geçtiğimiz günlerde bir YouTube söyleşinizde “Önce mekândan başlıyorum. Çoğu zaman öyle yapıyorum diyelim. Olay örgüsü vs. onlar sonradan geliyor,” diyorsunuz. Peki bu mekânları belirlemenizde ve kurguyu o mekân üzerinde geliştirmenizde etkili olan unsurlar nelerdir? Mekânı bir tesadüf sonucu mu yoksa uzun gözlem sonucu mu kararlaştırırsınız?
Ne tamamen tesadüfi ne tamamen gözleme dayalı bir süreç aslında. Sezginin, gözlemin, o mekânın bende uyandırdığı kuvvetli hislerin bileşimi olabilir. Gerçek mekânlardan ilham alıyorum; ama bugüne dek anlattığım mekânların, Beyoğlu, Bozcaada ve olağanüstü bir kitabevi, tümünde adını koyamadığım bir hisle karşılaştığım için onları anlatmayı seçtim: Sanki tam çözemediğim bir sır, bu yerlerin bu kadar “büyülü” hissettirmesinin bir sebebi var. Bu mekânları temele oturtuyorum ve olay örgüsü, ben o mekânın sırlarını keşfettikçe gelişiyor. Anlatı ilerledikçe, mekân da kendi gizemini taşıyan bir karaktere dönüşüyor.