Pınar Ünal’ın hatırasına…
Üç kız kardeş ışıkları söndürmüş televizyon izliyorduk. Nasıl olduysa sol elim sağ mememe gitti. O da nesi, misket büyüklüğünde bir şişlik! Ablalarıma söyledim, ikisi de dokunmak istedi. Huylanıp gülmekten dokundurtamadım. Ablalardan biri dedi ki, “Senin elin orada ne arıyordu?” Gülüştüler…
El benim meme benim size ne, diyemedim.
O vakitler babam sevk kâğıdı alarak bizi hastaneye kendisi götürüyordu. Babamdan utandığımdan mememden hiç bahsetmedim. Misket orada sağ yanımda unutulup gitti.
Sonra ablalardan biri tek başına sokağa çıkmaya, işe gitmeye başlayınca birgün bana “Hadi gel.” dedi. Memelerimi ilk kez elleri pofidik pofidik yaşlıca bir Profosör elledi! İlk ameliyatımı da o yaptı. Babalar hep en son duymaz, kimi zaman babalar hiç duymaz!
Yıllarca memelerimden utandım. Ne zaman ki onlar başverdi annem oyundan çağırdı “Gel, artık ip atlama.” dedi. Sırtımı kamburlaştırdım, onları gizlemeye çalıştım. Meme kadında bir organdan çok cinsellik yüklenmiş iki şehvetli tepe. O tepelere reklamcısından, tekstilcisine bayrak diken dikene… Sen bağır dur vatan benim diye.
Artık ışıkları söndürüp televizyon izlemiyoruz ablalarla. O geçmişte kaldı. Hem de çook. Herkes hayırlısıyla çoluğa çocuğa karışınca babam pek bir rahatladı. Annem karşı gelse de babam köyüne dönüp ev yaptı.
Yıllar, önce ablalarımdan birinin memesinin tekini alıp gitti. Aynı bir ağacın dalını budar gibi. Sonra etrafımda tek memeli ve memesiz kadınlar çoğaldı.
Elim artık memelerime daha sık gidiyor. Aboo o da nesi, bu kez misketten de daha büyüğü. Yine aynı memede. Aradan otuz yıl geçmiş, onlarla iki bebe değil bir de koca büyümüş. Bu kez önce biyopsi, hadi emar da olsun. Hepsi ele gelecek değil ya meğer sol mememde de varmış. Rengini bilmediğin misketleri toplamak gerekirmiş. İlle korkulacak bir şey olduğundan değil, ultrason görüntülerini kapattığından. Oldu mu benim memeler yaralı bir Türkiye haritası. İnsan yaralarıyla da sever vatanını.
Sen seversin, kabullenirsin de her haliyle, sonradan ortaya çıkıp o iki tepede soluklanmak isteyenler ortalık savaştan çıkmış düz bir ovaya döndüğünde dönüp yüzüne bakmazlar.
Selim kapıyı çarpıp gideli tam dört ay oldu.
Aylar sonra kaynanam bastonuyla geldi kapıya. Kıtlama şekerle çayını yudumlarken yüzü ağlayacak gibi oynadı. Dudakları seğirdi. Neredeyse kanı çekilmiş elleriyle, pörsümüş memelerini avuçlayıp “Selim’e kaç kez söyledim aldılarsa bunları aldılar.” Sonra yüzüme bakıp ellerini memelerinden bacağının arasına kaydırdı “Bunu da almadılar ya!” dedi.
İkinci çayı vermedim, sehpayı önünden çekerken “Hadi sen karanlığa kalma, kalk evine git.” dedim.
Ayten Kaya Görgün – edebiyathaber.net (27 Ekim 2017)