Gündelik hayat içerisinde birbirinden farklı gruplarla etkileşime giriyoruz. Bu etkileşimler sırasında, karşımızdaki insanla nasıl konuşacağımızı, nasıl davranacağımızı önceki deneyimlerimizden faydalanarak ya da öngörerek bir iletişim süreci gerçekleştiriyoruz. Örneğin, bir devlet dairesine gittiğinizde karşınızdaki memurla nasıl etkileşim içerisinde olacağınızı, onunla nasıl hangi cümlelerle ya da beden diliyle iletişim kuracağınızı bilirsiniz. Devlet dairesindeki yaşadığımız önceki deneyimler size böyle bir ön hazırlık sunmaktadır. Dolayısıyla böyle bir etkileşimde süreklilik söz konusudur. Alanların sınırı ve etkileşimlerin çerçeveleri bellidir. Lakin bu etkileşim süreçleri her zaman aynı sürekliliği göstermeyebilir. Böyle çerçevenin ve sınırlarının görece daha açık olduğu durumlarda, çıkarlar, beklentiler ve “hamleler” devreye girer. Dolayısıyla, en azından başlangıçta, tamamıyla öngörülebilir bir etkileşim çerçevesinin dışına çıkılmış olunur. Zira mesela, tamamıyla bir muğlaklık değil, sadece başlangıçta hangi yöne gideceğinin kestirilememesi, sonuçta olası opsiyonların çoğu, ki sonsuz değil bunlar, bilgi stoğunda var. Peki bu sürekliliğin bozulmasına sebep olan şeyler ne? Böyle durumlarda gerçekten orada ne olmaktadır? Levent Ünsaldı’nın Heretik Yayınları’ndan geçtiğimiz günlerde yayımlanan son kitabı ‘Burada Ne Oluyor? Türkiye’de Etkileşimlerin Ekolojisi Üzerine Bir Deneme’ kitabında bu soruların peşine düşüyor.
Levent Ünsaldı, Türkiye’de gündelik hayat etkileşimleri üzerine yapmış olduğu çalışmada mikro düzeydeki karşılaşmalara odaklanıyor. Gündelik hayattaki sıradan karşılaşmaların, sıradan etkileşimlerin izini sürmeye çalışıyor. O ‘sıradan’ anlara projeksiyon tutuyor ve o anlarda gerçekten ne olduğunun sorusunun yanıtlarını arıyor.Bu odaklanmalarda Erving Goffman’ın metodolojisinden faydalanıyor. Bilindiği üzere ABD’li sosyal bilimci Ervi[1]ngGoffman, çalışmalarında gündelik hayat etkileşimlerini, benlik sunumlarını, toplumun “normal” olarak görülmeyen “damgalı” bireylerini ele alan çalışmalarıyla bilinmektedir. Goffman, sıradan olanı gözlemlerken, sınıfsal, kültürel ya da ideolojik bir bakış açısını bir kenara bırakıyor, bu karşılaşmalarda ne olduğuna dair kafa yoruyordu.
Levent Ünsaldı Burada Ne Oluyor? kitabında da Türkiye’deki gündelik hayat karşılaşmalarını analiz ederken, pek alışık olmadığımız bir şekilde bu etkileşimleri analiz ederken hiç bir ideolojik bagaj açmıyor. Kitap boyunca Kemalist, muhafazakar, sağcı-solcu vb. herhangi bir etikete rastlamıyoruz. Bunun nedenini kendisi şöyle açıklıyor: “Yazmaya başladıktan bir süre sonra, Türkiye üzerine yapılmış hiçbir çalışmaya, yerli ya da yabancı, referans vermediğimi ve daha da ilginci, bazı kelimeleri hiç kullanmadığımı şaşkınlıkla fark ettim: örneğin, Kemalist, İslamcı ya da modern. Bu kelimelerin özellikle sosyolojideki kullanımlarının “uyutucu” bir nitelik taşıdığını ve hatta “bunlarsız” yürütülecek araştırma deneyimlerinin ilginç sonuçlar verebileceğini yüksek lisans veya doktora derslerimde zaman zaman paylaşmıştım. İşte şimdi böyle bir fırsata sahiptim ve bu fırsatı epistemolojik bir kopuş aracına ya da deneyimine dönüştürmeye gayret ettim. Çalıştığım nesne özelinde Türkiye referanslı çalışmalara yönelmemem de çok benzer bir gelişim mantık izledi. Bu fotoğrafı bambaşka bir makineyle ve bambaşka bir şekilde çekmek istiyordum. Türkiye özelinde çekilmiş hiçbir kareden ya da fotoğrafçıdan, yetkinliği ne olursa olsun etkilenmek istemiyordum.” (s.23, s.24)
“Oyuna devam”
Burada Ne Oluyor? başlıklı eser, Serengeti Düzlükleri, Burada Ne Oluyor?, Başkalaşmış Çerçeve, Kural, Rol, Güç, Muvazaa başlıklarından oluşuyor. Kitap boyunca her bir başlık altında farklı bir etkileşim modeli ve örnekleriyle karşılaşıyoruz. Devlet dairesinde memurla girilen etkileşimler, evinize tamir için çağırdığınız ustayla yaşanan iletişim süreci, vasatlığını ve eksikliklerini havalı cümlelerle yaptığı benlik sunumu ve pozcu dış görünüşle kapatmaya çalışan akademisyen tipolojisiyle, sıradan etkileşimlerdeki güç dengeleri, işin kısa sürede bitirilmesi için devreye sokulan üst düzey yetkili ya da ötekilere karşı tutunduğumuz “uygar kayıtsızlık” süreçleri Levent Ünsaldı’nın kitap boyunca projeksiyon tuttuğu anlar oluyor.
Levent Ünsaldı’nın kitap boyunca yapmış olduğu en önemli çıkarımlardan biri; Türkiye’deki gündelik hayat etkileşimlerinin kolaylıkla standart çerçeve dışına çıkarılabildiğidir veya başkalaşabildiğidir. Hocanın, bu noktada vermiş olduğu devlet dairesi ve memur örneği önemlidir. Hepimizin malumu devlet dairesindeki işleyişlerin azami bir rasyonelliği ve sınırları vardır. Yani en basitinden karşılıklı etkileşimin çerçevesi bellidir. Bir işlemi yaptırabilmek için sizden istenen yükümlükleri (evrak vs.) yerine getirmeniz beklenir, aksi taktirde işini halledemezsiniz. Levent hoca, tam bu karşılaşmalarda, eksik evrakla işini halletmeye çalışan kişi üzerinden bir sahneleme kurar. Eksik evrakla işini tamamlamaya çalışan birey, eksik evrakla da işin bir şekilde hallolacağı bilgisine sahiptir. Bu sebeple eksik evrak sorununu, başka türlü halletme yoluna kolaylıkla girer. Kitapta da görülebileceği üzerine, “evrağınız eksik” cümlesinin yanıtı bellidir “başka yolu olamaz mı?” ya da şive, akrabalık, yukarılardan tanıdığın olduğu iması yoluyla standart çerveve dışına çıkış yolları aranmaktadır. Levent hocanın kurguladığı sahnede hamle sayıları, replikler bellidir. Bireylerin biyografik bilgilerinde, bu anlardaki çerçeve dışı etkileşim süreçleri mevcuttur. İhtiyaç dahilinde bu bilgiler karşı tarafa sunulmaktadır.
Levent hocanın, kitapta odaklandığı bir başka ilginç hususta usta örneğidir. Evinize tamir için çağırdığınız ustayla olan etkileşimlerdeki niyet okumaları, güvensizlik, eksik malzemeyle iş bitirme, mesafeli iletişim sürecinin kısa bir süre sonra “abi”, “senli-benli” seviye inmesi hocanın analiz ettiği bir başka an oluyor. Bu noktada da ortaya çıkan durum ise yine sınırları, işleyişi ve tanımı belirli olması gereken müşteri-usta ilişkisindeki çerçeve dışına çıkılma ve faaliyetin “başkalaşma” anlardır. Usta[2]nın eksik malzemeyle iş yapmaya çalışması, ev sahibinin evine çağırdığı ustaya güvenmeyip başında beklemesi ya eksik malzemeyi kendi malzemesiyle kapatma anlarıdır. Levent hoca, burada tamirin karşılıklı olarak yapıldığını belirtiyor ve çift taraflı ustalık anlarından bahsediyor.
Burada Ne Oluyor? kitabında odaklanılan bir diğer mesele de kanma-kandırılma oluyor. Levent hoca, kandırma ve kandırılma durumlarında esasen tek taraflı bir durum olduğunu; kandıran ve kandıran olduğunu belirtiyor. Lakin, hocanın mercek altına aldığı durumlarda kandırma ve kandırılmanın karşılıklı bir rızaya dayandığını aktarıyor. Yani en basitinden eğer bir siyasetçi kandırıldığını itiraf ediyorsa orada ne olmaktadır mesela; zira kendisi o koltukta kandırılmamak üzere oturmaktadır.
“Eğer bir kandırma varsa, bu hem karşılıklı hem de rıza dayalı. Burada karşılıklı izlemim denetimi oyununun esası, tarafların, etkileşimsel senaryonun akışına göre birbirlerine inandırıcılık kredisi atfetmeleri ya da atfetmemelerinde değil, hem daha önceki benzer senaryoların ve oyun performanslarının ışığında hem de tüm katılımcılarla paylaşılan ve sahnenin tüm unsurlarını (canlı-cansız) ilgilendiren genel bir biyografik süreksizlik bilgisinin-olumsallığının ya da varsayımının o anki etkileşim kurucu unsuruna dönüştüğü durumda (yani münhasıran özneler-arası bir kanaatler uzamına da indirgenmeyecek şekilde) birbirlerine bu krediyi veriyormuş gibi yapmalarında saklı.”
Levent hoca, burada etkileşime giren karşılıklı kandırma ve kandırılma anlarına örnek olarak akademik ortamı belirler ve bir doktora tez jürisi sahnesi hazırlar. Bu sahnede rollerini oynayan akademisyenler ve doktora öğrencisinin nasıl “mış” gibi yapıp kendilerinden beklenen durumları gerçekleştirdiklerini aktarır. Bilimsel bir ciddiyet gerektiren bir ortamda yenilen yemekler[3], içilen kahveler ve tezi okumadan tezin değerlendirilme anları öne çıkar ve hikayenin final kısmında herkes istediğini alır, sahne biter, ekran kararır. Dolayısıyla burada gerçek anlamda bir mesleki pratik gerçekleşmez. Bir oyun sahnelenir, herkes rollerini oynar, benlik sunumları, hoca egosu devreye girer; her şey gerçek gibidir ama ortada tek hakikat jüri esnasında tüketilen yemeklerdir. Üstelik bu sahne öncesinde katılımcılarına belleklerinde “mış” gibi yapılacağı bilgisi mevcuttur; dolayısıyla hocanın tarifiyle bir biyografik süreksizlik söz konusudur: “Tez savunması örneğine dönecek olursak, o sahneye hemen her şeyiyle “göstermelik-numaradan” bir oyunmuş havası veren, pek muhtemel ki, tüm sahne dekoru ve katılımcıların bu biyografik süreksizliği ve en önemlisi de bunun karşılıklı bilgisidir: Bir cumhuriyet çınarı o fakültenin kimlere ne yaptığın, doktora unvanlarını geçmişte nasıl verdiğini biliriz; fakültenin şimdiki çınarlarının akademi içi-dışı nelerle iştigal ettiklerini biliriz; geleceğin çınarlarının nasıl yetiştiğini ve hangi şartlarda doktora tezlerinin hazırlandığını da biliriz; kısacası “biz bizi biliriz”.
Levent Ünsaldı’nın “Burada Ne Oluyor?” çalışması özetle memleket hallerine başka yoldan bakmaya çalışıyor. Bu mikro analizlerde, gündelik hayattaki “sıradan” karşılaşma anlarında neler olduğunun fotoğrafını çekiyor. Bu fotoğraf karesinde sınıf, kültür, etnisite, ideoloji yok; bunların tam tersine toplumun kültürel evreninde içselleştirdiği bir takım etkileşim pratikleri var. Bununla beraber hoca, bu fotoğraf karesine ahlak, doğulu olmak- batılı olmak iyi-kötülük gibi kavramları da sokmuyor tam aksine başkalaşmış çerçeveler dahilindeki çerçeve dışına çıkılmış toplumsal etkileşimlerde bir tür süreklilik ve nizam olduğu görüşünde. Bu kaotik etkileşimin kendi has bir düzenliliği olduğunu aktarıyor.
Burada Ne Oluyor? hocanın, sıklıkla belirttiği “biz, bizi biliriz” hallerinin panoraması sunuyor. Benlik sunumlarımızdaki maskeler, açıklarımızı kapatmak için söylediğimiz yalanlar, memleketçilikle işini görenler, “işini bilen memurlar”, cenaze törenlerinde para, mülk hesabı yapanlar, para kazanmak için farklı tedavi yöntemleri uygulayan doktorlar; azami ölçüde etik, ahlâki sınırları olmayan meslek pratikleri ve pozculukla, sahtelikle içten pazarlık arasında gidip gelen gündelik hayat etkileşimleri, sözün özü: “oyuna devam”. Gerçekten burada ne oluyor? İlk bakışta gizemli ve anlaşılmaz görünen bu etkileşimlerin mantığı ya da esası nedir? Levent Ünsaldı, işte kitabında tam da bu sorunun peşine düşüyor…
[1]ErvingGoffman’ınHeretik’ten yayımlanmış diğer kitapları için:
Etkileşim Ritüelleri: Yüz Yüze Davranış Üzerine Denemeler http://heretik.com.tr/kitap/etkilesim-rituelleri/
Kamusal Alanda İlişkiler Toplu Yaşamın Mikro İncelemeleri http://heretik.com.tr/kitap/kamusal-alanda-iliskiler/
Karşılaşmalar Etkileşim Sosyolojisinde İki Çalışma
[2]Usta örneği ve Türkiye’deki meslek alanlarının iç içe geçmiş olmasıyla ilgili Levent hocanın başka bir çalışması olan çakal tipolojisi de ilginç bir okuma olabilir. https://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2017/03/27/cakal/
[3] Tez jürisinde yemek yeme meselesi yakın zamanda gerçekten de bir doktora tez jürisinde gerçekleşmiş; sosyal medyada büyük tepki çekmişti. Levent Ünsaldı’nın bu sahnelemeyle ilgili yazısı için: https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/01/28/juri-yemekte-aday-mi-yapti-annesi-mi/?fbclid=IwAR1Ainjhcj6wTQa2H5FqGZDSg3Ka41moKz000d76HJ1hImVk6cO_g024AR4
edebiyathaber.net (19 Şubat 2019)