Menekşe Toprak’a 6 soru | Can Öktemer

Haziran 29, 2018

Menekşe Toprak’a 6 soru | Can Öktemer

Hazırlayan: Can Öktemer

En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

Kumların Kadını. Japon yazar Kobo Abe’nin bu romanı ilk bakışta absürt bir konuya sahip. Ancak en inanılmazın bile anlatı yoluyla nasıl inandırıcı hale getirilebileceğini de kanıtlayan bir yapıt Kumların Kadını. Bir böcekbilimci olan isimsiz erkek kahraman kendini kumlarla çevirili bir köyde, sürekli kum küreyen bir kadının yanında ve sonunda onun kocası olarak bulur. Kaçıp kurtulmak istediği halde ne köyden ne de kürenmediği anda bütün yaşamı esir alan kumlardan kurtulabilir. Kumdan bir labirentin içinde, cinselliğin zapt edilemediği tuhaf bir tutsaklıktır anlatılan. Bu tutsaklığı sürekli koruyan köy halkı, doğayı temsil eden kum ve bunların kurbanı kadınla erkek… Japon varoluşçuluğunun başyapıtlarından sayılan romanı Türkçeye Barış Bayıksel çevirmiş.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?

İyi bir romanı tek bir cümlelik bir alıntı ve aforizmayla anmak istemediğimden, bu sorunuza yanıt veremeyeyim müsaadenizle.

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

Edebiyat dünyasını yakından takip ediyorum ama onu takip eden arkadaşlarımın keşiflerini de önemsiyorum. Kitap eklerinde tanıtılan, çok övülen, yazarını tanımadığım bir eseri edinmeden önce mutlaka birkaç sayfasını karıştırırım. Yani metnin önceden tadına bakarım mutlaka. Bu tada bakmaya sezgi de diyebilirsiniz belki. Çünkü, evet,  okuma kültürüyle oluşmuş bir sezgim var ve buna güveniyorum.

Şunu da söyleyebilirim: Son zamanlarda daha çok yazdıklarıma kaynaklık edebilecek kitapları okuyorum. Edebiyat kitapları konusunda ise daha seçici olmaya başladığımı fark ettim.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Tabii ki var. İlk aklıma geleni söyleyeyim hemen: Kazuo İshiguro’nun Beni Asla Bırakma ya da Marlen Haushofer’in Die Wand (Duvar) romanı.

Yazar olmaya karar verdiğiniz anı hatırlıyor musunuz?

Küçüklüğümden itibaren kitapların içindeyim,  lise ve üniversite yıllarımda zaman zaman günlük niteliğinde notlar tuttuğumu, heves edip kurgusal şeyler yazdığımı biliyorum. Ama yirmili yaşların ortasına kadar yazarlık ulaşılması imkânsız bir merhale gibi görünürdü gözüme. Bu yüzden de yazarlık bir sır gibi gizlediğim bir düştü daha çok. Sonra kendimi yazarken ve edebiyat ve yazı üzerinde daha yoğun bir şekilde düşünürken buldum.

 Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?

Öykülerimi ilk olarak okuyan iki arkadaşımı hâlâ minnetle anarım. Valizdeki Mektup adıyla dosyalaştırdığım öykülerimi henüz hiçbir dergiye göndermemiştim ve bu iki arkadaşımın metinlerime göz atmaları ve beni cesaretlendirmeleriyle dergilerin kapısını çalabildim.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Genellikle evimde, çalışma masamda, sessizlikte yazabiliyorum. Genellikle diyorum, çünkü yaşam koşulları istisnaları da beraberinde getiriyor.  Eğer uzun seyahatlere çıkmışsam, ıssızlığı ve rutini yakalayabildiğim (o dönem için ihtiyaç duyduğum kitaplarımı da beraberimde taşıyabilmişsem) her masa çalışma masam olabiliyor. Öte yandan yazmakta olduğum bir metinden kopamamışsam, her yerde, her koşulda yazabilirim. Kısaca mekânın önemi yazdığım metinle kurduğum ilişkiye göre değişiyor.  Eskiden geceleri daha çok çalışırdım ancak sigarayı bıraktığımdan beri çok erkenden kalkıp çalışma masasının başına geçer oldum.

edebiyathaber.net (29 Haziran 2018)

Yorum yapın