“Kemalettin Tuğcu adını her duyduğumda içime bir hüzün düşer. Boğazım düğümlenir. Çocukluğum gelir aklıma. Akşam soba başında otururken anneme okuduğum ‘Düşkün Çocuk’, ‘Benim Babam’ ve daha niceleri… Küçük yüreğim onca acıyı kaldıramaz, zaman zaman gözlerimden yaş süzülürdü. Bedenim sarsılır, günlerce etkisinden kurtulamazdı. Bundandır ki Kemalettin Tuğcu, benim için edebiyatımızda farklı bir yerdedir ve hep o yerde kalacaktır.”
Bunları “Günışığına Yolculuk/Varış” adlı kitap için yazmıştım yine bu sayfada. Şimdi aynı şeyleri de dizinin üçüncü kitabı “Okul Yılları” için söyleyebilirim. Merdan’ı anımsarsınız sanırım. Kitabı okumasanız da yazımda sözünü etmiştim. Bir özgürlük savaşçısıydı o! Geleceğini kazanmak adına küçücük bedeniyle çok ağır sorumlulukların altına giriyordu. Kendinden kat be kat ağır yükleri omuzlanıyordu. Ve tüm bunlarla birlikte yine yoksulluk, yoksunluk, sefalet… 1940’lı yılların sonu ülkemiz manzarası. İkinci Dünya Savaşı’nın etkisi ülkemizde de tüm acımasızlığı ile görülmekte.
Bu kitap, Elazığ’dan İstanbul’a okumak için gelen Merdan’ın bu uğurda verdiği mücadeleyi, kent-köy açmazındaki uyum çabalarını ve erken yaşta çalışmak zorunda kalmasıyla biçimlenen büyüme serüvenini anlatıyor. 1940’lı yıllar desek de günümüzde de Merdanlar var, bunu biliyoruz. Pres makinesinde başı sıkışıp ölen Ahmet Yıldız’ı anımsıyorum örneğin. Merdanlardan biriydi o da. Ve daha niceleri var ki buraya tek tek isim almaya kalksam sayfalar yetmez.
Kitaba devam edelim. Merdan, okul özlemiyle yanıp tutuşur. Tutuşur fakat babası, Merdan’ı, kardeşi ve annesiyle birlikte ortada bırakıp gitmiştir. “Almanya acı vatan” misali, Sivas’a gitmiş ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. Sonrasında öğrenirler ki yeniden evlenmiş ve başka çocukları da olmuş. Yazar dönemi en ince ayrıntısına kadar yansıtmış kitaba.
Merdan’ın okul acısı ise canını yakmakta. Ne yapıp edip okula gitmeli, okumalıdır. Ve bu okuma aşkına onun da hikâyesi, Diyarbakır’da başlayıp önce Elazığ’a oradan da İstanbul’a kadar uzanır. On bir yıllık bir süreci okuyoruz kitapta. Merdan’ın başarı hikâyesini okumak için nefesinizi tutacak, bitirmeden elinizden bırakamayacaksınız.
“Hayat! Bu kadar güzeldin de niye yıllarca içinde ben yoktum!” diye soruyor yazar, kendi yaşamından da kesitler sunan bu kitapta. Evet, hayat! Bu kadar güzelsin de neden Merdanlar yok, Merdanlara mutlu olma, yaşama hakkı yok diye ben de sormak isterim. Yaşatamadığımız çocukların acısı gelip oturuyor içime, gitmek de bilmiyor uzun süre. Değişen Türkiye’nin bu gerçekleri de değişsin istiyorum. Açılsın çocuklara tüm kapılar. Siyah, beyaz ve gri yaşamasınlar. Gökkuşağı rengi yaşamları olsun istiyorum.
“Uykum gelip haritanın üstüne kapanmamışsam belleğimin cin bakışlı cüceleri beni alıyor, uzaktan kırkayağa benzettiğim kara bir trenin içine sokuyordu. Tren bahaneydi; en çok, köstebek deliği gibi algıladığım tünelleri merak ediyordum. Kendimi makinistin yerine koyduğum trenin içinde, beş-on saniyede dağlar mı aşmıyordum, düz ovaları uçarcasına geride mi bırakmıyordum, ulu ırmakların üstündeki köprüleri geçerken suyun yüzüne sıçrayan uçan balıklara selam mı vermiyordum…” (kitaptan)
Günışığına Yolculuk dizisi bu kitapla sonlanıyor. Ben de yazıyı yine geçen yazının son paragrafı ile bitireyim.
Her şeyi önlerinde hazır bulan günümüz çocukları için de farklı bir yaşam örneği olacaktır bu kitap. Bununla birlikte Kemalettin Tuğcu kitaplarının çok çok geride kaldığı, çocuk edebiyatının çok başka bir kimlik kazandığı dönemde yine farklı bir lezzet sunacaktır.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (13 Temmuz 2015)