Merve Koçhan: “Güzel olan her şey içinde sadelik barındırıyor.”

Aralık 20, 2021

Merve Koçhan: “Güzel olan her şey içinde sadelik barındırıyor.”

Söyleşi: Burak Soyer

İlk kitabı Ondan Geriye ile okuyucuyla buluşan Merve Koçhan, sıradan insanların büyüklü küçüklü dertleri arasında dolaştırdığı ‘sade’ ve mütevazi diliyle okurla arasında samimi bir bağ kurarak derdini karşı tarafa olduğu gibi anlatıyor. 

Merve Koçhan 1988 yılında İstanbul’da doğmuş. İstanbul Aydın Üniversitesi İnsan Kaynakları Yönetimi ve Anadolu Üniversitesi İşletme bölümünden mezun olmuş. “Okuyup sindirmek, görmek, çokça deneyimlemek ve biriktirmek gerekliydi,” diyor yazma başlama süreci için. Şu ana kadar Yüksek Okul, Tahrir Dergisi, Mavi Yeşil Dergisi, Mahalle Mektebi gibi dergilerde öyküleri yayınlanmış. Şimdi de Birlikte Kitaplar Yayınevi’nden çıkan ilk öykü kitabı Ondan Geriye ile okuyucuyla buluşuyor.

On yedi öyküden oluşan Ondan Geriye kitabında Merve Koçhan bizi sıradan insanların gündelik meseleleri arasında bir gezintiye çıkarıyor. Öykülerinin kahramanları kendileri küçük, dertleri büyük ‘sade’ insanlar. Yazarın dili de onların hayatlarında kıvrılırken bu ‘sadeliğiyle’ selamlıyor etrafını. Büyük harflerle konuşmuyor Koçhan, neyse onu anlatıyor. Süsleme yapmıyor. Olaylardaki ve karakterlerdeki samimiyetini de böyle sağlıyor. Merve Koçhan’la ilk kitabını konuştuk… 

Sizi yazmaya yönlendiren ne oldu? Nasıl bir dertle aldınız kalemi elinize? 

Yazmak birden olabilecek bir şey değildi benim için, zamanla oluştu. Yıllarımı aldı. Okuyup sindirmek, görmek, çokça deneyimlemek ve biriktirmek gerekliydi. Sonrasında bunları birbirine bağlayarak bir metin yaratma isteğiniz doğuyor. Misal, bir konu hakkında yazdığım zaman o yazının da kendini bulması için bir zaman gerekli. Metni bitirdikten sonra işte bu oldu diyemiyorum. Yazının da kendi içinde bir olgunlaşma ve demlenme süresi var. Konuşarak herkes ile iletişim kurabilirsiniz. Ancak yazı ile ulaşabileceğiniz insanlar sınırlıdır. İşte bu sınırın içinde sizi tanımayan o özel insanlar daha önce konuşarak sizi tanıdığını düşündüğünüz birçok insandan daha iyi anlayabiliyor. Kendinize bile yabancı geldiğinizi düşündüğünüz zamanlarda yazdıklarınız bir başkasının aslında size çokça benzeyen yaralarına işaret edebilir. İşte bu noktada birbirinden bağımsız insanları aynı çatı altında hiç konuşmadan birleştiren alan var. Dışarıdan yazdığınız kadarıyla sizi gören ancak yazının içinde sizi daha çok bulan, yazdığınızdan daha çoğuyla bağlantı kuran insanlar oluyor. Bu sessiz konuşmalar sizin hem bir yandan anlaşılmak ihtiyacınızı karşılıyor bir yandan da uzakta bir yerlerde durmak isteyişinize cevap veriyor. Sanırım anneannemin vefatından sonra özellikle yazmaya daha çok eğildim.

Ondan Geriye’deki öyküler nasıl bir süreçte ortaya çıktı? 

Farklı mekanlarda ve farklı zamanlarda yavaşça gelişti her şey. İlk önce yazıda teknik anlamda gelişmek için çok uğraştım. Hâlâ da yeni bir şeyler öğrenmek, kendimi yukarıya taşımak için elimden gelen özeni gösteriyorum. Son üç yılda amacım biriktirdiklerimi kaleme dökmekle geçti.  Bu sırada beni yazı anlamında destekleyen insanlar ve dergiler ile karşılaştım. Fakir Baykurt Öykü Yarışmasına katıldım. Hem orada hem oranın dışında kurduğum edebi bağlantılarla birlikte artık bir kitap oluşturmanın da zemini oluşmuştu.

Sıradan insanların yaşamlarını gayet sade bir dille aktarıyorsunuz. Kelimeleri, cümleleri büyütmüyorsunuz. Bu ‘dil’ nasıl oluştu?

Başta her şeyi büyüterek tabii. İstediğimi vermenin dolaylı aktarımla daha kapalı bir üslupla gizemli haliyle gerçekleşeceğini düşünürdüm. Oysa güzel olan her şey içinde sadelik barındırıyordu. Duru ve güzel olan her şeyde ulaşılmazlığı yakalıyorsunuz. Hayatın her noktasında böyle. Ulaşılmaz olanı vermeniz için ilk önce o süsün içinde kaybolmanız lazım. Büyütmenin bir yerden sonra ifade gösterişinden çok karşı tarafta yorgunluk yarattığını anladım. Doğallık kadar insanı içine çeken bir şey yok. Okuyucu bir yazıyı defalarca okuyup çözümlemekle uğraşmaktansa metni okuduğunda onu nereden yakaladığı ile ilgileniyor. 

Öykülerin çoğunda sizin belleğinizin ve yaşanmışlıklarınızın yer tuttuğunu düşünüyorum. Çok fazla kurgu yok gibi. Özellikle çocukluğun konu edinildiği öykülerde… Abdullah Ercan’lı Trabzonspor, Power Rangers, mahalle maceraları… Katılır mısınız buna?

Yazdığım öykülerin tamamına kurgu diyemeyiz ancak tamamının da başımdan geçtiğini söyleyemem. Kurgunun bittiği yerde yaşadıklarımla, yaşadıklarımın bittiği yerde hayal gücümle devam ettim yazılara. Burada dikkat etmek istediğim şey karakterlerimin yaşamlarını ele alırken onların ruh hallerini mübalağa etmeden soğukkanlılıkla ancak gerçeklikten uzakta kalmadan aktarmaktı. Evet, babamla birlikte Hürriyet gazetesindeki kuponları biriktirerek aldığımız kırmızı Bianchi bisikletin gerçek olduğu kadar Deli Cevdet karakteriyle hayatımın bir köşesinde bir kere dahi karşılaştığımı söyleyemem. Ancak iki yazının ait olduğu öykülerin başka insanların hayatını tamamıyla çevreliyor olmasına özen gösterdim.

Ölüm, kitapta fazlaca ele aldığınız konulardan biri. Bazen tavanda bir asılı bir ablaya rastlıyoruz, bazen bir anneanneye, bazen de birisi ‘yeraltından’ bildiriyor. Okuru neden bu kadar yaklaştırdınız ölüme? 

Çünkü ölüm duygusundan uzak kalamayız. İnsanı dönüştüren deneyimlerin temeli, insan hayatının sonluluğuna dayanır. Ölüm duygusu derken ki sorunuza somut, kitapta yer aldığı şekliyle somut ve soyut kayıpları bir arada tutarak cevaplıyorum. Hayatımızda deneyimlediğimiz bitişler beraberinde bazı başlangıçları doğuruyor. Bu her bir başlangıcın da bir bitişle sonuçlanacağını kabul etmemiz gerektiğini bilmemiz gibi. İnsan aşka, işe, yazıya öleceğini bildiği ama reddetmeye, unutmaya, sonu sonsuz kılma çabasıyla yönelerek yaşıyor. Çünkü bir yerde devam etmemiz gerekiyor. Ancak tamamen yok saymadan. Öyle ki hayatın içinde bu kadar yer alan bir gerçeğe nasıl yabancı kalabiliriz. Burada bakmamız gereken şey birebir tanığı olduğumuz bu gerçeğin gerek öykünün tamamında gerek karakterlerin içinde tüm haliyle hayatın diğer duygularına da doğallıkla eşlik ediyor olması. Dolayısıyla herkesin yaşam ve ölümün bütünlüğüne baktığı yerden, gözüne çarpanı görebilmesi adına yüzleştirici eserlere yer vermek istedim. 

Bundan sonra da öykü kitaplarıyla mı göreceğiz sizi başka alanlara kayma ihtimaliniz var mı?

Öykü yazmaya devam etmek istiyorum ancak Herman Merville’nin Kâtip Bartleby romanını okuduktan sonra ilerleyen zamanlarda daha çok dışavurumcu kısa anlatı şeklinde bir kitap yazmayı arzuluyorum.

edebiyathaber.net (20 Aralık 2021)

Yorum yapın