-En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Hakan Akdoğan’ın Kirpi Mesafesi adlı yeni romanını okudum en son. “Öteki” diyebileceğimiz bir karakterin gözünden yazılmış, öfke ve hüzün dolu bir roman Kirpi Mesafesi. Akdoğan’ın akıcı ve yalın Türkçesine diğer kitaplarından aşinayım, bu romanı da su gibi akıcıydı. Aklımda yer eden en güçlü sahne, güçlü bir gözlem yeteneği ve anlatım zenginliğiyle yazılmış mezarlık sahnesiydi. Hatta diyebilirim ki James Joyce’un Ulysses‘indeki mezarlık sahnesinden sonra beni en çok etkileyeni.
-Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
“Açılıverdi ruhumu bedenimde tutan çengelli iğne.”
-Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
Çoğunlukla sezgilerimle hareket ediyorum kitap alırken. Arkadaşlarımın tavsiyeleri de bir ölçüde etkili oluyor ama kitap eklerine bakarak kitap almıyorum açıkçası. Okumaktan hoşlanacağımı bildiğim konular, temalar var. Onların izinden gidiyorum. Örneğin Fahrenheit 451 (Ray Bradbury), Kâğıt Ev (Carlos Maria Dominguez), 6.27 Treni (Jean-Paul Didierlaurent) gibi kitap sevgisini işleyen kitapları okumaktan çok haz alıyorum. Yahut başkişinin toplumla uyuşmadığı, çevresine yabancılaştığı romanlar –Katip Bartleby (Herman Melville), Oblomov (Ivan A. Gonçarov), Malte Laurids Brigge’nin Notları (Rainer Maria Rilke), Yabancı (Albert Camus), Bulantı (Jean-Paul Sartre) gibi-beni hep cezbetmiştir. Bir kitabı seçmemde arka kapak da belirleyici oluyor. Eğer arka kapakta anlatılanlar ilgimi çekmişse ve kitabın ilk sayfasını okuyup beğenmişsem, yeni bir yazarın peşine düşebiliyorum. Bunun dışında hâlihazırda sevdiğim, takip ettiğim yazarlar var. Onların yeni kitaplarını da hemen okuma listeme alıyorum.
-Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Orhan Pamuk’un Kara Kitap‘ını yazmak isterdim. Bana göre Kara Kitap, edebiyatımızın kutsal kitabı. Onun çokkatmanlılığı, zenginliği, “dehliz”leri beni müthiş etkiliyor. Kara Kitap‘ı dört kez okudum, her seferinde aynı hayranlıkla. Sanıyorum, beşinci okumaya da hayır demeyeceğim yakında.
-Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
İlk romanım Godard Makinesi‘nden söz edersek, onu 2014 ve 2019 yılları arasında yazdım. 2016’da, ilk kez Murat Uyurkulak’a okuttum. Aradan üç yıl geçecek ve Uyurkulak, Godard Makinesi için arka kapak yazısı yazacaktı. Bilmiyordum o zamanlar. Çok güzel sözlerle onurlandırdı beni sevgili Murat Uyurkulak.
Nedim Gürsel de henüz yayımlanmayan romanımla hayli ilgilenmiş, onu iki gün gibi kısa sürede okuyup bana Paris’ten telefon açmıştı. Sözüne “Tebrik ederim sevgili Merve. Çok güzel bir roman yazmışsın.” diyerek başladığı o telefon konuşmasını unutmam mümkün değil. Ayrıca, sinema yazarı dostum Gökhan Gök, Natama Dergisi’nden kalemdaşlarım Gün Ayhan Utkan, Ali Erbil ve Çağnam Erkmen de romanımı yayımlanmadan önce okudular. Bilgisine ve tecrübesine güvendiğim, sevgili Elif Hopyar da romanımı ilk okuyanlardan. Kıymetli eleştirilerini esirgemedikleri için, hepsine ayrı ayrı minnettar olduğumu burada da belirtmek isterim.
-Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Dışarıda, şehrin sesiyle yazmayı tercih ediyorum en çok. Bir kafenin teras kısmında oturup, hafif gürültülü fon eşliğinde yazmaya kendimi uzun zaman önce alıştırdım. Yazdığım metne odaklanmam çok kolay oluyor dışarıda. Daldan dala atlayıp sevinçle öten kuşun cıvıltısı, hemen önümdeki kaldırımda hızlı adımlarla yürüyen kadının topuklu ayakkabılarından çıkan tıkırtılar, yan masadan duyduğum gazete sayfalarının hışırtısı, tezgâhtan gelen kahve makinesinin gür sesi; burnuma ilişen kesif mimoza kokusu, taze çekilmiş kahve kokusu, çeşit çeşit parfüm kokuları beni hoşnut ediyor yazarken. Evde yazıyorsam, yazı masamın mutlaka bir pencere önünde olması gerekiyor. Bir de yazarken kahve içmeyi seviyorum. Yüce Balzac gibi, günde kırk fincan kahve değilse de en az üç dört fincan kahve tüketiyorum. Dışarıda olsun, evde olsun, vazgeçemeyeceğim bir alışkanlığım daha var: Kalemle yazmak. Ekseriyetle, Lamy dolmakalemimle. Defterlerim dolduktan sonra, yazdıklarımı Word sayfasına geçiriyorum. Çünkü klavyeyle yazmaktan, beyaz ekranın soğukluğundan hazzetmiyorum. Sayfaları karalaya karalaya, kelimelerin, cümlelerin üstünü çize çize yazmalıyım. Bu yazma zevkini, kanıma bir zehir gibi karışmış o tatlı zevki klavyeyle değil, kalemle duyumsayabilirim ancak.
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2019)