Beyazıt Meydanı tarihi Bizans’a dek giden, İstanbul’un siyasi ve tarihi yerlerinin en önemlilerinden biri. Milattan sonra 393 yılında İmparator Teodosyus tarafından şehrin en büyük meydanı olarak inşa edildiği yazılıyor. Osmanlı döneminde İstanbul’un ilk sarayı inşa edilmiş ve Saray Meydanı olarak adlandırılmış ve cumhuriyette bir dönem adı Hürriyet Meydanı olmuş.

En eski üniversitemiz İstanbul Üniversitesi, korunan en eski selâtin camisi Beyazıt Camii, Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve Sahaflar Çarşısı ile çevrelenmiş, Kapalı Çarşı’ya bağlanan çok önemli bir merkez.
Biyografi deyince ilk akla gelen ad olan Beşir Ayvazoğlu bu kez bir meydanın, Beyazıt Meydanı’nın biyografisini yazmış. Beşir Ayvazoğlu Divanyolu kitabını yayınlattığında o yoldan yürüyüp Beyazıt Meydanı’na gelmesini bekliyordum. Nitekim daha önce iki farklı monografi ile Beyazıt Meydanı’na ilgisini belli etmişti. “Beyazıt Meydanı’nın Kültürel Tarihi” alt başlığını taşıyan “Dersaadet’in Kalbi”nde (Kapı yay.) arka kapakta belirtildiği gibi “imarcıların son yüz yıl içinde şekilden şekle soktukları bu güzel meydanın renkli tarihinde cevelan ediyor.”
Beşir Ayvazoğlu meydanı deneme tadında bir üslupla anlatmaya Bayezid Hamamı’ndan başlıyor. Çünkü bu hamam meydanda kalabilmiş en eski yapılardan. Bizim millet olarak tarihi değeri olan her şeyi yıkma tutkumuzun en önemli hedeflerinden olmuş. Meydanla ilgili yapılacak her değişiklikte ilk yıkılacaklar listesinin en üst sıralarında yer almış. Tarih sevgisiyle ünlü (!) yazarlarımızın bile ilk hedefi olmuş. Polemikler yaratmış ve ilginç bir şekilde ayakta kalabilmiş. İlginç şekilde diyorum çünkü Beyazıt Meydanı’nı ile o kadar çok oynanmış, yol açma, meydanı genişletme ya da düzeltme bahaneleri ile o kadar çok bina yıkılmış ya da kesilip biçilmiş ki meydana baktığınızda göze ilk çarpan binalardan olan bu hamamın yıkılmadan kalabilmesi bir mucize.

Beyazıt Meydanı’nın da yeniden düzenlenmesi Osmanlı’dan beri sürekli gündeme gelmiş. Sedad Hakkı Eldem gibi önemli yerli ve yabancı önemli mimarlarla çalışılmış. İstanbul’a hiç gelmeden, meydanı görmeden proje çizenler bile olmuş. Ama en çok tartışılan Turgut Cansever’in tam olarak hayata geçirilmeyen projesi olmuş. Beşir Ayvazoğlu’nun anlattıklarından her değişimin Beyazıt’ı daha da kötü ve insansız bir meydan hale getirdiğini anlıyorum. Meydan uzun yıllar hatta yüzyıllarca halkın sosyalleşme alanı olarak kullanılırken son 30 yılda önce otopark ve nihayet insansız bir boşluk halini aldı.
Son değişiklik hamlesi 2017’de Kadir Topbaş döneminde başlayıp Ekrem İmamoğlu döneminde yenilenerek sürdürülen ve meydanı uzun süre mezbelelik bir inşaat alanına çeviren, nihayet 2021’de tamamlanan Ali Kural ve Deniz Çalış Kural’ın projesi oldu. Amaç “Beyazıt Meydanı, herkes için erişilebilir, tüm ihtiyaçları karşılayan, tarihi dokuyu koruyan ve yaşatan bir meydana dönüştürmek”miş. Ama sonuç pek iç açıcı değil. Tarih boyunca çok canlı, hareketli bir yaşama alanı olan, ağaçlarla dolu, yemyeşil Beyazıt Meydanı günümüzde göz alabildiğine taş döşenmiş insansız bir alan halinde.

“Tarihi Çınaraltı ve Küllük kahve yapıları kente yeniden kazandırıldı” deniyor. Ben meydana bakınca büfe kafeterya karışımı, pek de kullanışlı görünmeyen iki yapı görüyorum. Oturma düzeni de uzun süre vakit geçirmeye uygun değil. Bir şarkının “O eski halinden eser yok şimdi” dizesini hatırlamamak elde değil.
Beşir Ayvazoğlu, Beyazıt Meydanı’nın Bizans’tan bu yana bir cazibe merkezi olduğunu, geçirdiği tüm değişimlere, uğradığı müdahalelere rağmen 1990’ların sonuna kadar canlılığını koruduğunu anlatıyor. İstanbul Üniversitesi’nden, akademisyenler ve öğrencilerle dolu Küllük ve Marmara Kıraathaneleri’nden, Beyazıt Devlet ve Belediye kütüphanelerinden, Sahaflar Çarşısı’ndan, Beyaz Saray Pasajı kitapçılarından oluşan bir kültür ve edebiyat ortamını anımsatıyor.

Benim gibi kitap ve edebiyat meraklıları için Beyazıt’ın altın çağı 1930’lar – 40’lar olsa gerek. Yahya Kemal Beyatlı, Peyami Safa, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sait Faik Abasıyanık, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimlerin hemen her gün geldiği, kitapla, kültürle, sanatla, edebiyatla ilgili herkesin mutlaka uğradığı bir merkez olmuş.
Üniversitenin eski üniversite, sahaflar çarşısının eski sahaflar olmadığı bir çağda tabii ki o eski güzel günlerin yeniden yaşanması mümkün değil. Ama meydanı yeniden düzenleyelim dendiğinde ilk akla gelen tamamına taş döşemek ama oturacak bir bank bile koymamak olmamalı. Ağaçları, havuzları, çayırı, çimeni, oturma grupları ile insanla ilişki kuran, çağıran meydanlar düşünülmeli.

Devleti yönetenler halkın toplanıp bir araya gelmesini istemedikleri için onlarca yıldır insansız meydanlar yaratıyor. O nedenle de meydanları sevemiyoruz. Bugünün halkı için meydanlar hızlıca geçilen ve ilk fırsatta otopark olarak kullanılan boşluklar halinde. Zaten bu düşünceyle taşa boğuluyor meydanlarımız. Beyazıt’a hayıflanırken tek bir oturacak bankı olmayan ama tam ortasının otopark olarak kullanıldığı Taksim Meydanı’nın halini de anımsamamak elde değil.
Dersaadet’in Kalbi, Beşir Ayvazoğlu, Kapı yay. Ocak 2025.
edebiyathaber.net (12 Şubat 2025)