Bazı yazarların sadece fikirlerini bilmek yetmez onun hakkında her şeyi öğrenmek istersiniz. Nasıl bir çocukluk geçirdi, ailesi ile ilişkileri nasıldı? Okulda başarılı bir öğrenci miydi? Hangi entelektüel çevrelerle ilişki içindeydi? Nelerden hoşlanırdı? Soruları arttırabiliriz. Michel Foucault meraklıları için bu sorulara cevap bulabileceğimiz bir kitap geçtiğimiz haftalarda “Foucault Hakkında Her Şey” adı ile Dedalus tarafından, Fatih Demirci çevirisiyle basıldı. Kitapta yukarıda bahsettiğimiz soruların cevaplarını bulabildiğimiz gibi Foucault düşüncesinin oluşmasında yaşadıklarının etkisini de gözlemleyebiliyoruz.
Metinde, Foucault’un çocukluğuna dair pek çok ayrıntıya rastlamak mümkün. Örneğin; zengin bir taşra ailesinde büyüyen Foucault, dört yaşında okula başlar, ablasından ayrılmak istemediği için onun sınıfının arka sıralarında oturmasına izin verilir. İçine kapanık görünen Foucault’yu kendi haline bıraksalar da o dört yaşında okumayı öğrenir. Macey’e göre o günlerde okul onun hayatı haline gelir. Okul dışında pek aktivitesi olmayan Foucault tenis oynamayı ve bisiklete binmeyi sever. Macey okulun Foucault için önemli olduğundan bahsetse de 1982’de Collège de France’ta verdiği derste; kendisinin zamanında çocuklara verilen eğitimin sessizlik içinde geçen, bir çıraklık gibi olduğundu, çocukların okulda kendilerini özgürce ifade edebilmelerinin yasak olduğunu belirtir Foucault. Böylece çocukluğunda memnunmuş gibi görünse de okul ile ilgili fikirlerinin öyle çok da iyi olmadığını öğreniriz.
Macey’e göre; ailesi Foucault’nun doktor olmasını ister. Ancak o tarihçi olmakta diretir. Bu nedenle ailesi ile ilişkileri bozulur. Macey’in aktardığı bir olay sanırım onun tıptan soğumasında da önemliydi ki Foucault yetişkin olduğunda bile bir doktora muayene olmaktan uzak durdu. Yazarın aktarımına göre; Babası Foucault’yu “tam bir erkek” yapmak için bir hastanın uzvunun kesilmesini zorla izlettirmişti. Bu yaşadığı onun çocukluğunu mahvetmişti. Bu sebeple bir düşünürün ya da yazarın metinlerini onların yaşamından bağımsız ne kadar düşünebiliriz? Sorusu geliyor akla. Örneğin; Macey’in bu aktarımı benim aklıma “Kliniğin Doğuşu” kitabını getirdi. Foucault’nun bu kitabının birinci bölümünün şu cümlesi de sanırım bu duruma gönderme yapabilir; “ insan vücudu, çizgileri, oylumları, yüzeyleri ve yolları şimdi tanıdık olan bir coğrafyaya göre anatomi atlasında saptanmış bir alandır.” İnsan bedeninin değeri kurumsal tıp için artık bir kadavra veya bedenine ait tüm organları laboratuvarda kullanılan bir nesnedir. Foucault düşüncesinin önemli bir bölümünü oluşturan bu fikirsel zemin, anladığımız kadarıyla çocukluğunun o kötü anısının izlerini taşıyor. Ayrıca Foucault’nun bu konuda fikirlerini sadece Kliniğin Doğuşu’nda değil, yaptığı söyleşilerde de görürüz. Örneğin; Claude Bonnefoy ile gerçekleştirdiği söyleşide şöyle der; “ Cerrah uyutulmuş bedende lezyonu bulur, bedeni kesip diker, ameliyat yapar; bunların hepsi suskunluk içinde, sözün mutlak yokluğu içinde olur… Hiç şüphe yok ki sözün bu klinik tıp pratiğinde işlevsel olarak çok değersiz olması, üzerimde uzun süre etkili olmuştur.” Bütün bunlara rağmen Macey’in de değindiği gibi, Foucault ve babası çok farklı olsalar da benzer yönleri de vardır, Foucault kendisini “teşhis uzmanı” olarak tanımlar. “Teşhis” fikrini Nietzsche’den aldığını söylemiş, babasının tedavi esnasında beden üzerinde izlediği agresif yolların aynısını, kendisinin de kȃğıt üzerindeki işlerinde izlediğini “yazılarımda neşteri kaleme dönüştürdüm.” diyerek ifade etmiştir. Bu durumda şöyle bir değerlendirme yanlış olmayacaktır; Foucault’nun babasının doktor olması ve çocukluğunda yaşadıkları, fikirlerinin oluşmasında etkili olmuştur.
Michel Foucault’nun eşcinsel kimliği de onun yaşamında önemli sıkıntıların kaynağı olarak yer alır. Macey’in de değindiği gibi çoğunlukla depresif olan Foucault için o dönemde Fransa’da olmak oldukça zor olmuş olmalıdır. Çünkü 1942’de çıkan bir yasa ile reşit olma yaşı yirmi bire çıkarılır ve kendi cinsinden reşit olmayan biriyle ilişkiye girmek altı ay ila üç yıl hapis ve para ile cezalandırılır. “Aile değerlerini” korumak amacıyla çıkarılan yasanın bir gerekçesi de Üçüncü Cumhuriyet’in savaşı kaybetmesinin sebebinin “kadınsılık” ve “ahlȃksızlık” olduğunun düşünülmesidir. Foucault’nun eşcinsel kimliği sadece bu dönem değil, yaşamı boyunca aslında kendisine “sorun” yaratır. Macey, Foucault’nun ENS günlerinde yaşadığı ağır depresyonun eşcinselliği ile yüzleşme sürecine denk geldiğini vurguluyor. Foucault, 1978’de hatırlarını da yayımladığı 18. YY’da yaşamış, hermafrodit Herculine Barbin’i anlattığı, bir eşcinsel dergisinde yayımlanan yazısında “hem kapalı, hem sıcak” ve “tek bir cinsiyeti bilmenin aynı anda hem zorunlu hem de yasak olan tuhaf mutluluğu” kavramından bahseder. Kitap Foucault’nun bu tuhaf mutluluğu keşfedemediğini ve eşcinsellik için uygun bir yerde ve zamanda olmadığına dikkat çekiyor. Bu nedenlerle sanırım yine şöyle bir değerlendirme yapabiliriz. Foucault’nun bu gün dünyanın kült metinleri arasında çoktan yerini alan “Cinselliğin Tarihi” metni eşcinsel kimliği nedeniyle yaşadıklarından bağımsız değildir. Çünkü bir düşünce ya da fikir bana göre yaşamdan bağımsız değil, en bireysel en hiçliğe dair olan düşünce bile yaşamın çıkmazından, toplumun bireye yüklediklerinden doğmuyor mu?
Macey’in kitabının bir diğer yönü de Foucault’nun çevresindeki düşünürlerle ilgili ilginç ayrıntılara yer vermesi. Örneğin; Genet’in bir anda ortadan kaybolup, kimsenin kendisini bulamayacağı bir otele gitmek gibi alışkanlıklarının olduğunu öğreniyoruz. Deleuze’ün nefes alırken yaşadığı zorluklar nedeniyle zaten zayıf olan sağlığı, gaza mȃruz kaldığında ciddi bir risk altına girecek olmasına rağmen, sokak gösterilerinden geri kalmadığını, Defert’in Michel Foucault’nun yaşamındaki yerini ve Sartre ile Beaivour’un “La Cause Du peuple” adlı dönemlerinin muhalif gazetelerinden birine, tutuklanmayı göze alarak nasıl sahip çıktıklarını… Yani kitap bizi, Foucault’nun fikirlerinin şekillendiği dönemin, entelektüel ve siyasi iklimi hakkında da önemli ve enteresan ayrıntılarla buluşturuyor.
Michel Foucault dünyanın en önemli düşünürlerinden birisi, bu gün hȃlȃ onu daha iyi anlama çabası içindeyiz. Foucault kimilerine göre tarihçi, kimilerine göre filozof, kimilerine göre barikatın en önünde bir eylemci. Macey’in kitabı bizi Foucault’nun bütün kimlikleriyle buluştururken, aynı zamanda onun insan yönüyle de karşı karşıya getiriyor. Duyguları, düşünceleri, zaafları, yaşamının önemli noktaları… Bana göre kitabın en ilgi çekici yanı ise Foucault’nun yaşamından düşüncesinin izlerini sürebilmemizi sağlaması ve bize Foucault’nun metinlerinin neredeyse birebir gözlemlerle, içeriden kendi yaşadıklarının etkisiyle oluşmuş olabileceğini düşündürmesi.
Kaynaklar
“Michel Foucault, Güzel Tehlike”, (2012), Metis.
“Kliniğin Doğuşu”, (2002), Doruk.
Emek Erez – edebiyathaber.net (11 Haziran 2015)